Son dönemlerde ülkemizde en çok kullanılan kelimeler arasında maalesef "linç" de bulunuyor. Toplum olarak yaşadıklarımız değerlendirilirken; "linç toplumu" deniyor, "linç kültürü" deniyor. Bu konuya ilgi duyacakların rahatlıkla ulaşabileceği bir literatür de oluştu sayılır. Tanıl Bora’nın “Türkiye’nin Linç Rejimi” başlıklı kitabı akla ilk geliverenlerden.
Linç toplumunu ve linç kültürünü sadece sık sık eleştirdiğimiz siyasal ve toplumsal yapıyla, kurumlarla ya da kişilerle sınırlı tutmak ise kanımca büyük bir eksiklik ve yanılgı olur. Bu toplumun içinde yetişen ve yaşayan hepimiz, şu ya da bu ölçüde bu kültürün izlerini taşıyoruz diye düşünüyorum. Sanat camiamızda son dönemlerde, sosyal medyanın da gelişmesiyle birlikte giderek daha çok çevreye ve kişiye ulaşan tartışmaların bir bölümünün de bu kültürden mâsun olmadıklarını düşünüyorum. Sanatçılarımız arasında sosyal medya mecralarında yapılan ve birbirlerine yönelik suçlamalar içeren tartışmalar, bu tartışmalarda yapılan bazı değerlendirme ve nitelemeler, bence böylesi bir kültürün izlerini taşıyor.
Burada şaşırtıcı olan, bu tartışmalara katılan sanatçıların büyük bölümünün, bu linç kültürüne karşı söylemleriyle de tanınan, hatta bu linç kültüründen nasiplerini almış kişiler olmalarıdır. Buna karşın, sanatçı kimliğini taşıyan bu insanların; sanat camiasının gözleri önünde benzeri tavırlar içerisine girmelerini son derecede nezâketsiz buluyor ve sadece kendi kimliklerine değil, tüm sanat âlemine, sanatçılara ve sanatseverlere yönelik bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. Sanıyorum ki, hiçbirimiz sanat camiasına olduğu kadar, bizatihi sanatçıların kendisine de zarar veren bu tartışmalar için “Ne halleri varsa görsünler!..” deme lüksüne sahip değiliz.
Diğer taraftan, meselenin bir başka önemli boyutu daha bulunmaktadır. Benim daha da çok dikkatimi çeken, bu tartışmaları izleyen -sanatçı olsun, sanatsever olsun, bu sanatçıların dostları ve hayranları olsun- kişilerin takındıkları tavırdır. Bu tartışmalarda bir sanatçının tarafını tutmak adına yapılan beğenilerin, yorumların ve benimsenmiş gibi görünen sözcükler ile değerlendirmelerin; bu tartışmaları teşvik ettiğini, tırmandırdığını ve anlamsızlaştırdığını düşünüyorum. İnsan bazen, ortada sanki iki sanatçının dostlarını ve fanlarını da arkalarına alarak gerçekleştirdikleri bir meydan muharebesi varmış gibi hissedebiliyor.
Herhalde bu koşullarda sanatseverler, kendilerini taraf tutmak zorunda hissediyor ve aslında hiç de sanatsal ölçütlerle belirlenmeyen yapay kutuplardan birinde yer almaya yöneliyor olmalılar. Oysa sanatçı ya da sanatsever, herkesten de önce, linç kültürüne karşı çıkması ve şiddeti yaşamın her alanından dışlayabilmesi gereken kişi değil midir? İnsanları sokak kavgalarında “Vur, vur!..” diye teşvik ve tahrikte bulunan bir toplumda, sanatçının bu sorumluluğu daha da artmaz mı? Sanıyorum ki büyük sanatçısından sanatçısına, sanatseverinden bir biçimde bu camiaya bulaşmış insanlara kadar; hepimizin daha sâkin ve yatıştırıcı olma sorumluluğumuz vardır. Bizler bunu gerçekleştirdiğimizde, sanatçılar arasında sanatın ve nezâketin sınırlarını aşan tartışmaların epeyce azalacağını düşünüyorum. Bu durumda gerek sanatçıların, gerekse onları sevenlerin, zaman ve enerjilerini daha çok sanatsal konulara sarf etme olanağına kavuşacakları aşikârdır.
Sanıyorum ki artık birilerinin bu gerçekleri açıklıkla ifade etmesi gerekiyordu ve bu kişi de hasbelkader ben oldum. Söylemeye bile gerek yoktur ki, bu düşüncelerim tekil düzeyde şu ya da bu sanatçıya yönelik değildir ve örneğini sıkça gördüğümüz davranışlardan kaynaklanmaktadır. Sürçü lisan etimse affola, bağışlanmam dileğiyle…