Mitolojik öyküdür; tanrı Jüpiter, Asope’un kızı Egine’yi kaçırır. Kızı kaçırılan Asope, Sisyphos’a dert yanar. Aslında, bu kaçırmadan haberdar olan Sisyphos, Korent Kalesine su vermesi koşuluyla, bu konuda bildiklerini anlatabileceğini söyler. Suyun kutsamasını tanrıların öfkesine yeğ tutan Sisyphos, bundan dolayı cezalandırılır. Tanrılar Sisyphos’u, bir kayayı durmamacasına, bir dağın tepesine kadar yuvarlayarak çıkarmaya mahkûm ederler. Sisyphos kayayı tepeye kadar getirecek, ama kaya her defasında tekrar aşağı düşecektir. Tanrılar her halde, yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi.
20. ve 21. yüzyılın en önemli müzikal figürlerinden biri olan, besteci ve orkestra şefi Pierre Boulez, kendisini bir anlamda bu mitoloji kahramanına benzetirdi. Boulez, şunları söylüyordu: “Her zaman mücadele etmek zorundasınız. Sisyphos gibi, kayayı hep daha yukarıya çıkarmak için…” Pierre Boulez’in mücadelesi geçtiğimiz günlerde bir anlamda sona erdi. Sanatçıyı, 5 Ocak günü, 90 yaşında kaybettik. Ama bir anlamda Boulez’in mücadelesi, kendisinin fizik yokluğunda da, geride bıraktığı eserleriyle ve kayıtlarıyla devam edecek.
1925 yılında doğan Pierre Boulez, mühendislik eğitimi gördükten sonra, tüm yaşamını müziğe adamaya karar verip, Paris Konservatuarında Olivier Messiaen ve Rene Leibowitz gibi iki ünlü bestecinin öğrencisi olmuş; 1940’lı yılların ortalarından itibaren de, müzik dünyasının öncü bestecilerinden biri olarak dikkat çekmeye başlamıştı. Boulez, daha sonraki çalışmalarıyla ise kendisini 20. ve 21. yüzyıl müziğinin en önemli ve yenilikçi bestecilerinden biri olarak kabul ettirdi. Besteciliği yanında orkestra şefi olarak da etkinliklerini sürdüren Boulez’in bu çalışmaları 1960’lı yıllardan itibaren yoğunlaştı ve sanatçı, ünlü bazı orkestralarla uzun süreli birliktelikler gerçekleştirdi. 1971-1975 yılları arasında BBC Senfoni Orkestrasının yöneticiliğini yapan Boulez, 1967-1972 yılları arasında da, Cleveland Orkestrasında konuk şef olarak görev yaptı. Boulez’in orkestra şefi olarak en uzun ve sürekli birlikteliği ise, New York Filarmoni Orkestrası ile gerçekleşti. 1971-1977 döneminde bu orkestranın sürekli şefliğini yürüten sanatçı, Leonard Bernstein’den devraldığı bu orkestranın repertuarını büyük ölçüde yeniledi, 20. yüzyıl bestecilerinin eserlerine büyük ağırlık verdi. Zaten Pierre Boulez, besteciliğinin yanı sıra, orkestra şefi olarak da tüm çabasını 20. yüzyıl müziğinin dinleyiciler tarafından tanınması ve anlaşılması için göstermişti. Yönettiği diğer orkestralar yanında, 1976 yılında Paris’te kurduğu “Ensemble InterContemporain” adlı küçük orkestra ile çağın öncü bestecilerinin öncü müziklerini seslendirmeye devam etti. Boulez’in orkestra şefi olarak icraları, bazı müzik eleştirmenleri tarafından “soğuk” ve “ruhsuz” bulunurdu. Bu kanı muhtemelen, sanatçının yalın, gösterişten uzak yorumlarından kaynaklanmaktaydı. Ancak, yorumladığı eserin müzikal yapısında süreklilik ve içsel bağlılık unsurlarını öncelikle gözeten, partisyonun derinliklerine inen Boulez, çok az şefin sahip olduğu “analitik” bir bakış açısıyla eseri kavramakta ve dinleyiciye aktarmaktaydı. Kuşkusuz, bunu mümkün kılan, sanatçının kendisinin de bir besteci olmasıydı. Özellikle 20. yüzyıl bestecilerinin eserlerinin, yüzyılın bir başka önemli bestecisinin bakışıyla yorumlanması, şüphesiz çok değerliydi.
Pierre Boulez, 1940’lı yıllardan ölümüne kadar besteci, orkestra şefi, düşünür ve varlığı tüm bunları aşan büyük bir müzikal figür olarak; tüm çabasını 20. yüzyıl bestecilerinin ve eserlerinin tanınması ve müzikseverler tarafından sevilmesi için gösterdi. Müzik yaşamı boyunca kendi eserleri yanında, 20. yüzyıl bestecilerinin eserlerini yeryüzünün en iyi orkestralarıyla kayda aldı. Sanatçı ilk dönem kayıtlarını ağırlıklı olarak, o dönemki adıyla CBS, şimdiki adıyla SONY firması için; daha sonraki kayıtlarını ise Deutsche Grammophon firması için gerçekleştirdi. Bu kayıtlar içerisinde özellikle Boulez’in kendi eserleri ile İkinci Viyana Okulu bestecileri Schoenberg, Berg ve Webern’in eserlerini değerli ve vazgeçilmez buluyoruz. Ama Boulez’in Ravel’den Debussy’ye, Bartok’tan Stravinsky’ye, Mahler’den Varese’e; birçok bestecinin eserlerinden yaptığı kayıtlar da çok değerli. Son yıllarda her iki firma da bu büyük müzikal zenginliği, özel ve düşük fiyatlı edisyonlar biçiminde müzikseverlerin kullanımına sundu. SONY’nin 67 CD’lik Boulez seti, sanatçının bu firma için yaptığı kayıtların tamamını kapsıyor. Deutsche Grammophon ise besteci Boulez’in tüm eserlerini, gene onun yorumuyla, 13 CD’lik bir sette topladı. Firma, Boulez’in 20. yüzyıl bestecilerinin eserlerinden yaptığı kayıtları da 44 CD’lik bir özel edisyon olarak yayınladı. Bu iki firmanın dışında, Fransız firması Erato da sanatçının kendileri için yaptığı tüm kayıtları 14 CD’lik bir set olarak yayınladı. Bu setlerin tamamını vazgeçilmez kabul ediyor ve rezervsiz öneriyoruz. Müzikseverler, piyanistimiz İdil Biret’in Naxos etiketiyle yayınlanan ve Boulez’in üç piyano sonatının çok iyi icralarını içeren CD’sini dinlemekten de zevk alacaklardır sanıyorum. Bu albüm, şu anda ülkemizdeki müzik mağazalarından kolaylıkla edinilebilir.
Yazımızın başında, Boulez’i mitoloji kahramanı Sisyphos’a benzetmiştik. Durmaksızın düşen bir kayayı, sürekli olarak bir tepenin üzerine çıkarmak zorunda olan Sisyphos’a... Pierre Boulez’e ayırdığımız yazımızı, ünlü filozof ve yazar Albert Camus’nun, Sisyphos hakkındaki değerlendirmeleriyle bitirmek istiyoruz. Camus, “Sisyphos Söyleni” isimli kitabında, bu mitoloji kahramanı için şu değerlendirmeyi yapıyor: “Tepelere doğru tek başına didinmek bile, bir insan yüreğini doldurmaya yeter. Sisyphos’u mutlu olarak tasarlamak gerek.” Evet, sevgili okurlarımız, Pierre Boulez bir mitoloji kahramanı değil, gerçek bir kişiydi. Besteci ve orkestra şefi olarak tüm çabasını, yirminci yüzyıl müziğinin tanınmasına ve sevilmesine adayan bir kişi. Camus’nun dediği gibi, onu mutlu olarak tasarlamak gerek. Boulez’i teşekkür ve saygılarımızla anıyoruz.