Bir insanın kendi yaşamını sonlandırma yolunu seçmesi kolay açıklanabilir bir olay değil. Son dönemde umutsuzluğun yarattığı ruhsal bunalımla çıkış yolunu böyle seçenlerin sayısında gözle görülür artış dikkat çekiyor. Umarsızlığın, yarına olan karamsarlığın içine itilmişler adına bulunan tek çözüm yolunun bu oluşu ürkütücü galiba. Bugün yaşadıklarımızın benzerini geçmişin sayfaları arasında görmekse ayrı bir üzüntü kaynağı. Yıllar öncesinde kalmış bir dram sanki günümüze uzanan çelişkilerin izlerini sürüyor gibi.
Beşir Fuad (1852- 6 Şubat 1887) adı biraz gözlerden uzak kalmıştır nedense. Oysa asker kökenli bu aydınımız Pozitivist (Olgucu) felsefenin bizdeki ilk öncüleri arasında sayılır. 35 yaş gibi genç sayılabilecek bir çağında yaşamına kendi elleriyle son verirken bu olayı bilimsel bir gözle not etmesi onu ilginç kılan özellikleri arasında geliyor. Askerlik mesleğinden ayrıldıktan sonra kendisini tümüyle çeviri ve felsefe çalışmalarına veren Fuad, başlangıçtaki varlıklı ve dağınık yaşamının çıkmaz bir yol olduğunun ayrımına varmakta gecikmez.
Varlıklıdır, görkemli bir konakta yaşar. Onun dramı tam da bu noktada başlıyor. Çünkü bu sorumsuz ve yarınsız yaşamın bir sonu olmadığının bilincine çabuk varır. Bu kez toplumun sorunlarına eğilmeye yönelecektir. Seçtiği bu yol da, ülkede yaşayan her aydının karşılaşacağı gerçeklerle yüzleştirir onu. Toplumsal sorunlar üzerine düşünmenin, yazmanın başına açacağı sorunlar birbiri ardı sıra kendisini bulur. Yaşadıklarının sonucunda içine düştüğü bunalım, son kararını verme nedeni olacaktır. Yaşamına son verirken bunun anlık bir bunalım sonucu olmadığını duyurmak ister. Tam tersine, bilinçli ve kararlı bir seçimle çıkmıştır yola. Yaşadığı çelişkileri, bunalımları ve toplumdaki çöküntüleri yaşamının son anlarına değin yazmaya başlar. Soluğu kesilip çalıştığı masasına başı düşünce yazısı kalır öylece. Kendi yaşamı üzerinden bir ders vererek biten bir dramdır onun düşünceleri.
Toplumları yönetenlerin uyguladığı programlarla ortaya çıkan birey modeli ne yazık ki her zaman düşünüldüğü gibi olumlu olmayabiliyor. Dönüp dolaşıp aynı çıkmaza kıstırılıyor insanlar. İçten içe çürüyen toplumda gencecik bireylerin dökülmesini görmek acı verici. Yarına olan belirsizliğin yarattığı karamsarlık her yeri kaplıyor. Oysa cumhuriyet, mutlu bireylerle dolu çağdaş bir toplum yaratmayı hedeflemişti. Kuruluş yıllarının öncü kadrosu sanat ve kültürün önemini bildikleri için var güçleriyle bu hedefe ulaşmak yolunda savaşım verdiler. Bugün geldiğimiz noktada aydınlanmadan korkanların yaymak istediği karanlıkla yeniden başa dönmüş gibiyiz. Ama her şeye rağmen umutları filizlendiren gelişmeleri de gözden ırak tutamayız.
A. CELAL BİNZET
4 Nisan 2024, Ankara