Gelişmişlikle geri kalmışlığın arasındaki ayrımı görmek çok kolay. İşin kolayına kaçan kimilerine sorulduğunda kullandıkları teknolojinin son ürünlerini gösterirler. İlk bakışta aldatıcı bir yargı. Her yanımızı kuşatan televizyon, telefon, otomobil ve bilgisayar gibi onlarca araca bakarak doğru yargıda bulunmak olası mı? Günümüzdeki o teknolojiyi yaratan, batının bilim ve sanatla bütünleşmiş anlayışı olduğu herkesçe bilinir. Burada karşımıza şöyle bir sorun çıkıyor: Batının hangi yüzü? Çokça işlenmiş bir konu bu. Düşünceyi öteleyen toplumların bu oyunda geride kalacağı kesin. Onlar için en iyi durum ortaya konan ürünlerin pazarı olmaktan öteye geçmez. Üstün olanlar, kendilerine aktaracakları her tür artı değeri bu pazarlardan toplarlar. Ama aynı yerde bu çelişkileri görerek insanlığın ortak aklı gibi davranan aydın ve sanatçıların bulunduğu da unutulmamalı. Bu da o sözü edilen batının ikinci yüzü. Önemli olan bizim bunlardan hangisine bakacağımız. İşte o seçim bizim toplumsal yapımızı belirler. Kesin olan şey, kültür ve sanatla beslenen yaratıcı gücün vardığı noktayla bugüne ulaşıldığı bir gerçektir. Her an elimizin altındaki bir yığın teknolojik araç gerecin yaşamımızı kolaylaştırdığı bilinmez değil. Ama aynı araç gereç arasındaki bazıları, başka toplumları parçalayıp dağıtmak için kullanılabiliyor bugün. Oldukça çelişkili bir durum. Tarihin her döneminde ve her toplumda yıkıma karşı çıkanların egemenlerce durdurulduğunun sayısız örneği var. Öyleyse kimileri için yükselmenin yolu başkalarına rağmen mi gerçekleşmekte?
Ne yazık ki bu sorunun yanıtı olumlu. Avrupa anakarasındaki sanatın yükselişinin ardında yatan gerekçe buna dayanıyor. Örneğin kuzeyde deniz taşımacılığının gelişmesi ile yeni palazlanan zengin sınıfı, söz konusu zenginliklerini ancak sanat yapıtı aracılığı ile gösterebileceklerini düşünmüştür. Bu olguyu en açık seçik bir şekilde Hollanda’lı ressam Vermeer’in (1632-1675) tablolarında görürüz. (Bilindiği gibi bir ara bizde “İnci Küpeli Kız” adlı yapıtıyla epeyce gündemde kalmıştı bu sanatçı.) Normalde yere serilmesi gereken halılar masa üzerlerinde sergilenir. Çünkü resmi sipariş veren kişi nelerin sahibi olduğunu izleyiciye sunar. Doğuya ilişkin kimi ürünlerin titizlikle korunup bir gösterge öğesi olarak kullanılmasındaki amacı anlamak kolay. Dolayısıyla sanata katkı sağlaması da cabası. Ancak aynanın bir de arka yüzü olduğu unutulmamalı. Bunu genellemenin doğru bir yaklaşım olacağı kuşkulu. En azından toptancı bir yargıda bulunmak yanlış. Birileri kendi varlıklarını yüceltme adına başka yerlerden taşınan kaynakları ne denli korumacı bir anlayışa sahipse, başkalarının tam tersi yaklaşım sergilemesi de o denli irkiltici.
Günümüze daha yakın tarihlerde komşu ülke Irak’ın başına gelenlerin anısı çok canlı. Adına uygar denilen dünyanın temsilciliğini yapmak üzere cepheye sürülenlerin o ülkedeki heykele karşı davranışı önceki örneğin tam tersi. Elbet sorunun temeline inildiğinde çok karmaşık politik oyunlar bulunduğu kimsenin gizlisi değil. Ancak niteliği ne olursa olsun bir sanat yapıtı üzerinden politikayı yürütmeye çalışmanın mantığını anlamak zor. Örneğine bölgede birçok yerde rastlanabilecek bir durum söz konusu. Bu olgunun temelinde yatan bakış toplumun ortak bilincinde yer etmiş imgeler üzerinden egemenlik kurma savı. Dahası yeni bir kültürü yerleştirme çabası. İşte çelişki denilen durum bu. Kültür ve sanatı politikanın egemenliği altına alarak yeni bir toplum oluşturma niyeti.
Başta söylendiği gibi, gelişmişlikle geri kalmışlık arasındaki ince ayrımın dışavurumu kendini bu noktada duyumsatıyor. Asıl temelde yatması gereken düşüncenin, geçmişin değerlerini sahiplenerek korumak ve onların üzerine bugünü kurmak olduğunu yeniden söylemeye gerek var mı? Geçmişin değerleri derken, içi boşaltılmış kof şişinmelerden söz edilmediğini bilelim. Bugün, uygar dünyanın tüm kentlerinde bu korunma izler okunabilir. Onlar farklı dönemlerin, değişik anlayışların ürünü olsa bile… Her köşede geçmişin izleri olduğu gibi korunmuştur. Böylece, onlarla birlikte büyüyen birey için nasıl bir geçmiş üzerinde yaşadığı somut örneklerle gösterilmiş olur. Bilinçli bireyler ile sağlam toplumsal dokunun böyle kurulacağının başka yolu yoktur.
A. CELAL BİNZET
20 Ocak 2019