Günümüzdeki sanat hareketlerinin temel özelliği, anılan olgunun toplumsal dinamiklere bağlı olarak gösterdiği değişikliklerdir. Özellikle plastik sanatların bir dalı olan heykelin bu grup içerisinde her tür etkilenmeye en açık alanların başında geldiğini söylemek doğru bir gözlemin dışa vurulmasından başka bir şey değildir. Hemen akla gelebilecek neden sorusunun karşılığını fazla uzakta aramaya gerek yok. Çünkü toplumsal ilişkileri baz alarak sanatın varlığını tartışmak zorundayız. Elbette sanatın, her şeyin dışında kendi iç kuralları, dinamizmi ve gerekçeleri olduğu unutulmuş değil. Sanatçının, malzemeye biçim verirken dış dünyanın karmaşasından arınmış olması, yalnızca yapıtının ortaya çıkmasını sağlayacak kurallara yoğunlaşması doğaldır. Aksi durumda yapılan işin sanat yapıtı niteliği taşıyacağını kimse söyleyemez.
Sanata ilişkin kaygıların hangi olay olursa olsun akla gelmesi kaçınılmaz. Ama heykel sözcüğünün çağrıştırdığı anlam, birdenbire daha büyük boyutlara taşıyor. Nedenleri konusunda kendi kendime soru ve yanıtlar ürettiğim temel konuların başında heykel sanatının geldiğine karar verdim sonunda. Yıllar yılı, üzerinde bu ölçüde karşı gerekçelerin üretilip, hem bunu yapanlarca hem de izleyiciler açısından tek boyutlu anlamlandırıldığı bir başka alan yoktu toplumumuzda. Bunun tipik öneklerini farklı zaman ve yerlerde daha önce yazmış olduğum yazılarda yeterince örneklerle açıklamaya çalıştım. Yine de satır başlarıyla söylemek gerekirse, heykel sanatını yalnızca resmî bir anıt geleneği içine sıkıştırıp kalma alışkanlığından yeni yeni kurtulur olduğumuz söylenebilir. Durum böyle olunca da, az önce değinildiği gibi sanatçının kendi iç yoğunlaşmasının önüne başka kuralların geçmesi kaçınılmaz oluyor.
Baştan olumsuzmuş gibi görünen bu koşullara karşın sanat kendi yolunda yürümekten geri kalmıyor. Yapıtlarıyla var olan sanatçılarımız arasında yeni adların katıldığını görmek durumun umutsuz olduğunu söyleyenlere inat bir gelişme sayılabilir. Bu bağlamda 1973 doğumlu Umut Devrim Can’ı genç kuşak sanatçıları arasında bir yere yerleştirmemiz gerekiyor. Sanat eğitimini Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümünde tamamladıktan sonra (1995) serbest sanatçı olarak atölyesinde çalışmalarını sürdüren Can’ın yapıtlarını daha önce açtığı bir kişisel sergi (2004) ile çok sayıda karma etkinlikte izleme olanağına kavuşmuştuk. Ayrıca yurdun değişik yerlerinde gerçekleştirilmiş anıt ve rölyefleriyle de dikkatleri çekmişti sanatçı. Söz konusu gruba örnek olması bakımından Konya-Kulu’daki Göç Anıtını, İstanbul-Harp Akademileri Komutanlığında Kurtuluş Savaşı Rölyefini, Çanakkale-Bolayır’daki Gazi Süleyman Paşa Anıtını ve Ankara-Askeri Yargıtay’daki Anıtı sayabiliriz. Adları sıralanan bu anıtların, sanatçının yaptıkları arasından seçilmiş birkaç örnek olduğunu anımsatalım yeniden.
Galeri Soyut’ta açılan bu ikinci kişisel sergisi küçük ölçekli yapıtların ağırlığıyla dikkatleri çekiyor. Daha çok anıtsal çalışmalarda görmeye alışık olduğumuz büyük boyutlu işler yerine heykeli, galeri ortamında sergilenebilmesi ve evlerimizin içine girmesi bakımından böyle bir yolun seçilmesini doğal karşılamak gerekir. Genel bir bakışla değerlendirilecek olursa çalışmaların belli bir tematik yaklaşımla ele alındığı dikkatlerden kaçmayacaktır sanırım. Sanatın vazgeçilmez konusu olan insan gövdesi, belli ki Umut Devrim Can için de geçerliliğini koruyor. Çoğunlukla ayakta tek parçalı kitle etkisindeki gövdeler belli bir deformasyon sonunda bu görünümlerine kavuşmuşlar. Kimi kez tüm bedeni saran yatay sarmal çizgilerin dokusal zenginlik verme anlamında kullanılmış olduğunu varsaymalıyız. Yine bir başka dikkat çekici nokta figürde kolların giderek kanat imgesine dönüştürülmesi kaygısında ortaya çıkıyor. Geçmiş dönemlerin kanatlı Nike heykellerini çağrıştıran bu imgenin eklenmesiyle alegorik bir görünüm sağlanması hedeflenmiştir belki de. Bu anlayış sanatçının bilincini besleyen büyük gelenekleri çağdaş yorumlarla birleştirerek yeni bir senteze ulaşmanın gerekli olduğunu duyuruyor bizlere. Gerekli olmaktan öte bir zorunluluğun ta kendisidir de denebilir buna. Çelişki gibi gelebilir birçok kimseye. Ama çağdaşlığın, geleneğin iyice özümsenerek bunun üzerine kişiliğin eklenmesiyle mayalanacak bir aşama olduğunu unutmamamızda sayısız yarar var. Bu sürecin oldukça uzun ve zorlu bir zaman aralığı içerisinde gelişip evrileceğini, sanatçı ve heykelin karşılıklı birbirlerini düşünsel anlamda etkileyeceğini görmezden gelemeyiz. Malzeme olanaklarının sanatçı bilincinde ne gibi köklü değişimlere yol açacağını baştan kestirmenin güçlüğü de işe karışınca heykel sanatında ürünler vermeye çalışan bir sanatçının kolay bir süreç yaşamayacağı açıktır.
Bu oldukça güç ve yoğun emek isteyen sanat yolculuğunda Umut Devrim Can’ın bugün ulaştığı aşamanın örnekleri, geleceğe dönük ipuçlarını yakalamamız açısından ilginç bir süreci imliyor.
CELAL BİNZET
23 Haziran 2019, Ankara
*(Bu yazı sanatçının geçmişte açtığı serginin kataloğu için hazırlanmıştı. 16 Haziran 2019 Pazar günü yitirdiğimiz sanatçının anısına, o sayfalar arasında kalmaması için yeniden paylaşıldı. )