Bulunduğumuz günlerin karmaşası içinde sanatın durumuna ilişkin sorunların çoğaldığı bir gerçek. Bu konuda sağlıklı bir değerlendirme yapabilmenin yolları üzerine değişik seçenekler gündeme getirilebilir. Öncelikle şu karmaşa sözcüğü üzerinde durmak gerekiyor. Yakın zamanın olaylarını bir anımsayalım. İlk sırada savaşa endekslenmiş söylemler var. Onu da dış ve iç diye iki ayrı başlık altında toplamak yanlış olmayacak gibi. Bizi yöneten dış güçlerce bulaştırıldığımız bir dışarıya yönelik savaşın varlığı gerçek. Onun da ardında yatan etken, daha sonra oralara yerleşecek güçler için uygun alan açmak. Bu anlamda tıpkı öncü birlik gibiyiz. İçeride de savaşın bir başka boyutu yaşanmakta. Her gün birbirine karşı bağırıp çağırmakla gerilen bir toplumda yaşadığımızı nasıl unutabiliriz? İlk bakışta birbiriyle ilgisiz gibi görünse bile, toplumdaki, kargaşa, savaş ve sanat benzeri kavramlar arasında bir bağlantının varlığını sorgulamalıyız.
Yaşamın büyük dalgalanmaları içinde oluşmuş kimi olgulara nesnel bir bakış atmanın tam sırası. Çünkü, toplum, bileşik kaplar esasına göre kendi iç dengesini kurmaya çalışır. Onca kargaşanın içinde gözden çıkarılan bir sanat gerçekliği kendini alttan alta duyurmaya zorlar. Zaman içindeki hareketliliğe bakarak sanatın durumuna etki eden nedenleri açıklamak güç olmamalı. Toplumlardaki değişimin sanatta da kendini göstermesi kaçınılmaz.
İsmail Tunalı yirminci yüzyılın ilk yarısını irdeleyen bir yazısında söz konusu durumu “bu dönem insanı, gereksinme duyduğu güvenliği, yaşanan somut olaylar evreninde değil de soyut düşünceler ve biçimler dünyasında elde etmeye çalışır.”(1) biçiminde özetler. Bugün için de fazla bir değişiklik olduğunu sanmıyorum. Giderek daha da kötüleşen bir ortamın varlığı gözler önünde. Toplumdaki bireylerin belleği her gün savaş ve terör benzeri kavramlarla yıkandığından, o insanların dünyaya bakış ve algılayışları da aynı doğrultuya indirgenmektedir. Dikkat edilirse televizyon kanallarında son dönem dizilerin başlıca konusu olan savaş ve öldürme bu savımızı destekler nitelikte. Oysa eskiden yazınsal değerli romanlardan yola çıkarak hazırlanmış diziler ağırlıktaydı. Gerek politik ortamdaki iç söylemler gerekse dışarıya yönelik savaş çığlıklarıyla bireylerdeki bilinçaltına itilmiş öldürme duygusu su yüzüne çıkmakta zorlanmıyor artık. Daha da önemlisi kutsanan bir ölüm söylemi yaygınlaştırılmakta. Bununla birlikte önem kazanan öteki kavram güvensizliğin katı varlığı. Yarına duyulan belirsizlik, yazarın belirttiği gibi, soyut düşünceler dünyasına yönelmeyi daha fazla özendiriyor. Burada kaldıraç görevini dinin üstlendiği gerçeğini görmezden gelemeyiz. Ağırlıklı olarak öte dünya söylemini öne çıkaran bir anlayış var ortada. Dahası, bu sanal evrenin soyut kavramları yaşanan dünyanın gerçekliği önüne konarak yüceltilmekte. Toplumsal bilinçte, gerçeklikle sanallığın yer değiştirmesi gibi bir aykırılığın oluşması dikkat çekici.
Bellek kodları tümüyle böylesi bir kavramlar kargaşasıyla doldurulmuş bireyler için sanat nasıl bir anlam taşır? Daima daha kolay olan yıkım ve yok etme edimlerine karşın uzun düşünsel süreçlerle yapılanacak sanatsal yaratmanın güçlüğü kitlelerin gözünde çekici olmaktan çok uzaktadır. Bu anlamda sanatçının rolü çok güç görünüyor. Sanat yapıtlarının, doğa biçimlerinden yola çıkarak yeni bir çözümleme ve yaratım sonucu ortaya konmasının sıkıntıları kaçınılmaz. Toplumsal eğitimin, bu ve benzeri olguları anlamaya yönelik bir anlayış içinde bulunmaması sıkıntılarımızın ana kaynağı. Doğaldır ki böylesi ortamlar, sanatçısıyla toplumu arasındaki makasın açıldığı bir görünüm sergiler. Sıkıntılar da tam bu noktada çıkar ortaya. Bunların başında anlaşılmama sorunu geliyor. Anlaşılma derken, aslında bireylerin, içinde bulunduğu karmaşanın nedenleri konusunda yeterli bilgiye sahip olduğu pek de söylenemez. Bilgilenme kanallarının azlığı nedeniyle tek yönlü koşullandırılan bireyler için sanatın yaratım sorunları ve yapıt bir fantezi ürünü olmanın ötesine geçemiyor. En büyük tehlike bu noktada. Yaratıcılığın önünü tıkayan yönetimler, giderek tek kalıp düşüncelerle donatır bireylerini. Daha kolay yönetiyorum sanırken, uzun erimde toplumun çağdaşlığa ulaşmasının önüne en büyük engelleri koyduğunun ayırdında olmaz. Örnekler göstermiştir ki, sanatın gücü, bu engellere karşın çağlar ötesine ulaşarak varlığını sürdürmesinde yatar.
CELAL BİNZET
18 Haziran 2018
(1)- Prof. Dr. İsmail TUNALI, “Sanatta Değişmeler…”, Cumhuriyet, 13 Ekim 1990