İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı 23 Mart 2018 tarihinde Fulya Sanat Merkezi’nde verdiği konserde Can Okan yönetti. Obuacı Damla Tuncer ve trompetçi Timuçin Abacı konsere solist olarak katıldı. Programda Aleksandro Marcello’nun Re minör Obua Konçertosu, Johann Baptist Georg Neruda’nın Mi bemol Majör Trompet Konçertosu ve Ludwig van Beethoven’in Op.21, 1 numaralı Do Majör Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Ayşe Özbekligil vardı.
KISA BİR DERTLEŞME.
Yazılarımı takip edenler bilirler, arada sırada dertleşme ihtiyacı duyarım. Sanattan Yansımalar portalında yazmaya başladığımdan beri bir tek şeyin altını defalarca çizdim: Burada yazdıklarım müzik eleştirmeni sıfatıyla değil, 20 küsur yıllık bir tonmaysterin kaydına nelerin yansıdığını anlatan biri olarak yazılmıştır. Yani stüdyoya giren bir sanatçıya ne diyeceksem onları yazdığım bir köşedir. Bazen sanatçı dostlarım yazdıklarıma alınıyor, bu onların en doğal hakkıdır. Ancak onları bir dinleyicinin duyabileceğinin çok ötesinde duyduğumu, hatta nefes alışlarına kadar duyabildiğim hassas mikrofonlarla dinlediğimi unutmamaları gerekiyor. Yani bu yazıyı mikrofonlar yazmış olsaydı bunların dışında birşey yazmazdı.
UZUN BİR SAKATLIK DÖNEMİNDEN SAHNELERE.
Konserin ilk solisti olan obuacı Damla Tuncer eğitimine İzmir Dokuz Eylül Devlet Konservatuarı’nda Yardımcı Doçent Macit Kızılay ile başlamış. 1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’a yatay geçiş yaparak Bengü Gülöksüz ile çalışmalarına devam etmiş. Sınıf atlayarak mezun olduktan sonra Rotterdam Konservatuarı’nda Prof. Emanuel Abbühl ile çalışan sanatçı, bugüne kadar Hollanda, Belçika, Almanya’da konserler vermiş. 2005 yılından bu yana İDSO’nun obua sanatçısı da olan Tuncer, çalışmalarını solist, oda müziği ve orkestra üyesi olarak sürdürmektedir.
Bir müzik aleti çalmak insan ruhuna ne kadar iyi gelse de, beden olarak o kadar çok taviz vermek zorunda kalabiliyorsunuz ki, bu mesleklere özgü sakatlanmalar bazen kaçınılmaz oluyor. Karpal Tünel, Tenisçi dirseği, Golfçü dirseği gibi sakatlanmalar nedeni ile mesleklerini bırakmak zorunda kalan sanatçı sayısı azımsanacak gibi değil. Karpal Tünel rahatsızlığı benim de konservatuar döneminde başıma gelen ve mezuniyetimi geciktiren sebeplerden biriydi. Aynı şekilde Damla Tuncer de bu sakatlanmadan payını alarak, sahnelerden 2 yıl uzak kalmak zorunda kalmış. Doktorunun mesleğini bırakması gerektiğini söylemesi bile onu bu yoldan çevirmemiş ve azimle çalışmaya devam ederek sahnelere geri dönmüş.
Damla Tuncer’in bu akşam konserde seslendirdiği Alessandro Marcello’nun Re minör Obua Konçertosu 1717 yılında yayınlanmış ve bestecinin kardeşi Benedetto Marcello’ya adanmış. Barok dönemin tipik özelliklerini gösteren konçertoya daha sonra Johann Sebastian Bach da ilgi göstermiş ve klavsen için bir düzenlemesini yazmış. Bu akşam Damla Tuncer konçertonun ikinci bölümünde Bach’ın klavsen düzenlemelerini kullanması nedeniyle, yani obua için ciddi nefes sorunlarına yol açabilecek zorlukla dinleyici karşısına çıkmasıyla, bir anlamda özgüvenini de tazelemiş oldu.
Konçertonun bestecisini duyduğunuzda pek bir çağrışım yapmasa da, eseri dinlediğinizde obua için yazılmış en güzel konçertolardan biri olarak hemen hatırlayacağınız bu konçerto, Damla Tuncer’in obuasından da sımsıcak tınılar ile dinleyiciye ulaştı. Barok döneme yakışır bir üslupla seslendirilen konçerto, hem eşlik hem de solist açısından keyifli dakikalara sahne oldu.
İDSO’NUN GENÇ TROMPETÇİSİ.
Konserin ikinci solisti Timuçin Abacı (1988) 1999 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na girerek, burada Altuğ Öztunç, Şenova Ülker ve Edip Polat’ın öğrencisi olmuş. Berlin Filarmoni Orkestrası’nın solo trompet sanatçısı Gabor Tarkövi ile birebir çalışma olanağı da bulan Abacı, 2008 yılından bu yana İDSO trompet grubu üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Timuçin Abacı konserde Johann Baptist Georg Neruda’nın Mi bemol Majör Trompet Konçertosunu seslendirdi. Aslen Bohemyalı olan Neruda, ilk eğitimini Prag’da almış. Daha sonra Dresden’e taşınmış ve burada saray orkestrasının başkemancılığını yapmış. Besteci olarak 14 konçertosu bulunan Neruda, bu eserini de aslında Corno di Caccia yani pistonsuz av kornosuna benzer çalgı için yazmışsa da, bugün trompet ile çalınmaktadır. Bu akşam Timuçin Abacı konçertoyu yatık trompetle seslendirdi ve tını olarak orijinaline çok yakın bir tını ile seslendirmiş oldu. Teknik olarak sıkıntı yaşamayacağını bildiğim Timuçin Abacı eseri kusursuz biçimde tamamladı. Orkestra eşliği hata kabul etmeyecek şekilde yalın olan eserde, Can Okan hem bu eserde hem de obua konçertosunda klavsen eşliğini yaparak, bu gecenin bir başka yıldızı oldu.
Sanatçılar konser sonunda tekrar sahneye gelerek, Antonio Vivaldi’nin iki obua için konçertosundan bir bölümü obua-trompet olarak seslendirdi.
BEETHOVEN’İN YENİ ÇAĞI.
Senfoni deyince Haydn kuşkusuz ilk akla gelen isimlerden olsa da, Ludwig van Beethoven yazdığı 9 senfoni ile bir çağı bitirip, yenisini açan en önemli isimlerden biridir. Haydn, Mozart gibi klasik dönemin iki devinin ardından klasik dönem senfoni anlayışını perçinlendiği gibi, son klasik-ilk romantik olması ile bir devre de imzasını atmıştır.
İlk olarak 2 Nisan 1800 tarihinde Viyana’da Hofburg Tiyatrosu’nda seslendirilen 1. Senfoni, bestecinin 30 yaşında tarihe düştüğü bir not olarak dinleyici ile buluşmuştur. Haydn ve Mozart’tan doğal olarak izler taşısa da, Beethoven’in kendine ait çizgisi daha ilk notalardan belli olmuştur.
Bugün İDSO ile 3. sezonunu yaşayan genç şef ve piyanist Can Okan’ın Beethoven yorumunu dinlemekten keyif aldığımı söyleyebilirim. Kendisinin detaycılığını çok iyi bildiğimden, Beethoven söz konusu olduğunda titiz bir prova süreci yaşadığını da tahmin ediyorum. Sahne düzeninde timpaniyi sağ tarafa konumlandırması ile istediği tınıyı yakalayan Okan’a başta kayıt anlamında çekinceli yaklaştıysam da, tını olarak ilginç bir kayıt yaptığımı da söyleyebilirim. Yine de tercihim timpaninin ortada olması, o da başka mesele.
Yaylı çalgıların birlikteliği bugün kesinlikle çok daha iyiydi. Kaldı ki kendilerine bol bol iş düşen ve hata kabul etmeyen sololarda, flüt grubunda Recep Fıçıyapan, obua grubunda Ezgi Akın, kornoda Sadi Baruh ekstra krediyi hak etti. Aslına bakılırsa tüm nefesli grubu bugün Beethoven’a odaklı bir performans sergiledi.
Üçüncü bölüm için seçilen oturaklı Alman temposu bu sefer gerçekten tam oturdu. Başlangıçta yaylıların entonasyonuna bir parça etki eden bu tempo bende biraz endişe yaratsa da, orkestranın çabuk adaptasyonu ile yerine oturdu. Böylece keyifli bir üçüncü bölüm oldu, hele ki timpaninin tahta bagetleri ile gelen Beethoven tınısı benim için tam bir şölendi.
Beethoven’in 1. Senfonisinin Dördüncü bölüm girişi her zaman risklidir ve bu risk maalesef İDSO’yu da vurdu. Yaylı çalgıların yavaştan hızlıya geçen notaları biraz karıştığı için gecenin nazar boncuğu da bu oldu. Can Okan’ın buraya özellikle eğildiğini tahmin ediyorum, ancak dediğim gibi ne olursa olsun orası bir risk bölgesidir ve konserlerin provalara göre ters orantısı vardır. Provada olmayan, konserde mutlaka olur. Bence üçüncü bölümdeki Alman taktiği bu bölümde de uygulanabilirdi, yani tempo bir parça daha çekilebilirdi.
Sonuç olarak bu akşam İDSO’nun kendi içinden solistlerini hala genç diyebileceğimiz yetenekli şef Can Okan eşliğinde dinlemek keyifliydi. Dinleyici sayısı ise Fulya Sanat Merkezi’nin olağan sayısına göre biraz düşüktü. İlk yarıda bölüm arası alkışı gelmeyince bir an ümitlensem de, maalesef ikinci yarı Beethoven’in heyecanı nedeniyle her bölüme alkış geldi.
Gelecek haftaya kadar sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
23 Mart 2018