İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 18 Aralık 2015 tarihli konserini Lukasz Borowicz yöneti. Konserin solisti Fransız klarinet sanatçısı Michel Lethiec'ti. Konserde Mendelssohn'un Fingal Mağarası Uvertürü, Copland'ın Klarinet, Yaylı Çalgılar ve Arp için Konçertosu, Şostakoviç'in 10. Senfonisi yer alıyordu. Bu konserde orkestranın başkemancı koltuğunda Bahar Biricik vardı.
Lukasz Borowicz Polonya'da dünyaya gelmiş ve bugüne kadar önemli orkestraları yönetmiş bir isim. Genç yaşına göre bir orkestra şefi olarak benim de sevdiğim şeflerden. Orkestra ile iyi bağlar kurabilen ve düşüncelerini orkestraya aktaran Borowicz, geçtiğimiz sezonlarda da iyi konserlere imza atmıştı.
Orkestra şeflerinin bir eser üzerinde orkestrayı çalıştırırken grup grup çalıştırması normaldir. Provalar sırasında Borowicz'in de bunu yaptığını gördük. Grupları ele alırken bireysel hataların üzerinde durmadan geçmesi bana göre olması gereken bir davranıştı. Bireysel işleri müzisyene bırakmak yani... Kimine göre riskli olsa da, müzisyenler görevini yaptığı sürece, orkestranın genel çalışması yeterli yapılmışsa sonuç gayet başarılı olabiliyor.
Konserin başında çalınan Mendelssohn'un Op. 26 Si minör Fingal Mağarası Uvertürü programın geneli ile çok uygun gelmese de, dinleyiciyi (özellikle de konserlere yeni gelmeye başlayanları düşünürsek) diğer eserler hazırlamak adına kabul edilebilecek bir eserdi. Zira Mendelssohn, Copland ve Şostakoviç arasında "farklı olanı bulun" desek şüphesiz Mendelssohn şıkkı doğru olurdu.
KLARİNETIN ÜST PERDELERİ
Sorunsuz seslendirilen Mendelssohn'dan sonra merakla beklenen Copland'ın eserini seslendirmek üzere sahneye klarinetçi Michel Lethiec geldi.
Konser programında yer alan fotoğrafı gibi ilginç bir karakter olan Lethiec sahneye resmiyetten uzak bir kıyafetle çıktı ve bu rahatlık çalışına da yansıdı kanımca. Paris ve Nice Konservatuarlarında eğitim vermesinin yanı sıra, çeşitli ülkelerde ustalık sınıfları da açan sanatçı aynı zamanda uluslararası yarışmalarda jüri üyeliği ve Pablo Casals Festivali'nin de sanat yönetmenliği görevini sürdürüyor.
Copland'ın Klarinet, Yaylı Çalgılar ve Arp için konçertosu gerçekten ilginç bir eser. Dönemin ünlü klarinet ve caz ustası Benny Goodman'ın siparişi üzerine yazılan bu konçerto ilk olarak 1950 yılında NBC Radyo yayınında Fritz Reiner yönetimindeki NBC Senfoni Orkestrası eşliğinde Benny Goodman tarafından seslendirilmiş.
Konu caz ustası bir klarinetçi olunca, doğal olarak onun için bestelenen eser de caz müziği esas alınarak oluşturulmuş. Bu nedenle eseri seslendirirken sanki doğaçlama çalınıyor havasını vermek konçertonun temel noktası.
Michel Lethiec de bu havayı dinleyiciye gerçekten başarılı bir şekilde ulaştırdı. Klarinet özellikle tiz notalarda çok tehlikeli bir enstrümandır. O notaları ustalıkla nefeslendiremezseniz o ana kadar yaptığınız güzel herşey bir anda çöpe gider ve dinleyicinin aklında sadece o lanet olasıca "ciiiik" sesi kalır.
Copland'ın bu konçertosunda da işte o "tehlikeli virajlardan" bolca vardı ve Lethiec bu virajları kazasız belasız atlatarak ustalığını kanıtladı. Kimi zaman sakin kimi zaman hızla akıp giden konçerto, bana göre bugüne kadar Copland'ın eserlerini dinlememiş herhangi bir dinleyiciyi meraklandırıp, onun diğer eserlerini de dinlemeye başlamasını sağlayacak türde bir eserdi.
Tabii konçertonun diğer iki önemli ismini de burada saymak gerekiyor. Arpçı Bahar Göksu ve piyanist Ayşe Nil Ülgener partisyonlarını gayet iyi şekilde dinleyiciye ulaştırdılar.
Konçertonun ardından kendisini tekrar sahneye çağıran dinleyiciyi kırmayan Michel Lethiec, programa ek olarak Pablo Casals'ın viyolonsel ve piyano için düzenlediği "Kuşların Şarkısı" başlıklı halk şarkısını seslendirdi. Aslı bir Katalan Halk Şarkısı olan "Kuşların Şarkısı" Franco rejiminden nefret eden Casals'ın da bu rejime karşı bir sanatçı olarak verdiği savaşın bir simgesi olmuş. Her konserin ardından bis parçası olarak seslendirdiği bu şarkı Birleşmiş Milletler tarafından kendisine verilen ödülü aldığı zaman daha büyük bir anlam kazanmış. Orada söylediği "Kuşlar özgürdür ve kuşlar göklerde tek birşey söylerler: Barış, Barış, Barış..." cümlesi sanırım herşeyi özetliyor.
STALİN'İN ARDINDAN ŞOSTAKOVİÇ
Barok, Klâsik ve Romantik dönemlerin büyük bestecilerini bir yana koyarsak, 20. Yüzyılın bana göre tartışılmaz iki büyük bestecisi var, tabii ki bu benim kişisel görüşüm. Bela Bartok ve Dmitri Şostakoviç...
Dönemin rejiminin inanılmaz baskısı altında üretim yaparken, bu baskıya boyun eğerek rejimin bestecisi olmakla suçlanan Şostakoviç, yaratıları ile aslında ne kadar büyük bir besteci olduğunu "duymasını bilen kulaklara" her daim bunu hissettirmiştir.
Sovyet rejiminin belirlediği kurallara uymadığı gerekçesi ile uyarılar alan Şostakoviç, bu uyarıların sonucunda soluğu Sibirya'nın unutulmuş steplerinde alacağını bildiğinden midir bilinmez, senfonilerine ara vermek zorunda kalmış ve daha küçük çaplı eserlere yönelmiş.
Stalin'in ölümünden sonra içinde yapmak istediği ancak yapamadığı ne varsa bir anda ortaya çıkartma isteği sanırım 10. Senfoninin doğmasında en büyük etken olmuş. "Onuncu Senfonide Stalin'i tasvir ettim" diyen Şostakoviç, bana kalırsa en büyük hicvini bu senfonide yapmış.
Provalar sırasında İDSO'nun endişeli bakışları içime bir kuşku düşürdüyse de, senfoninin seslendirilmesi gayet başarılı oldu. Nefesli çalgılar için çok zor ve ünison (yani aynı partilerin başka başka çalgılar tarafından seslendirilmesi) partiler içeren senfonide, bir kişinin hatasının domino etkisi yaparak tüm gruplarda bir felakete yol açacağını düşünürsek, hem şef Borowicz hem de İDSO'nun nefesli çalgılar grubunun bu savaştan galip çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Senfoninin içinde fark edildi mi bilmiyorum ama Kontrafagotçu Deniz Ersoy ve Tubacı Bahtiyar Önder senfoninin temel yapısını gerçekten sağlam tuttular.
10. Senfoni karanlık olmasının yanında bir o kadar da görkemli bir yapıya sahip. Bunu anlamak aslında o kadar da zor değil. Stalin dönemini yaşayan ve bu baskılara maruz kalan bir besteciden başka türlü bir eser çıkması da beklenmezdi sanırım. Kuşkusuz senfoninin en önemli noktası bestecinin adının baş harflerinden oluşturduğu monogram. Eserin başından sonuna kadar kendini hatırlatan DSCH yani Dmitri SCHostakovich imzası müzikal olarak Re, Mi bemol, Do, Si (naturel)...
Alman müzik yazısında "Si" notası için iki değişik harf kullanılıyor. Normalde "B" ile ifade edilen "Si" Alman müzik yazısında "Si bemol" olarak tınlıyor. Bu nedenle Almanlar "Si " notasını "H" ile tınlatıyor. Bu tip monogramları Bach'ın eserlerinde de görebiliriz. B.A.C.H gibi)
Bu imzanın atılmasının temel nedeni belki de Şostakoviç'in Stalin rejiminden yıllarca çektiği eziyete karşı gösterdiği tepki diyebiliriz.
Sonuç olarak sanat ve sanatçı üzerinde ne kadar baskı kurulursa kurulsun, her dönem bunun altından kalkmayı ve kendisini ifade etmeyi başarmıştır.
Tarih yaşananlardan ders alınmadığı için "tekerrür" eder.
Bu konseri 6 Ocak 2016 tarihinde TRT Radyo 3 Klâsik Kuşağında yayınlanan Bir Konser programında saat 20.00'den itibaren dinleyebilirsiniz.
Gelecek haftaya kadar herkese müzik dolu günler diliyorum.