İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı 12 Ocak Cuma akşamı Beyoğlu Emek Sineması Sahnesinde verdiği konserde Orhun Orhon yönetti. Güney Koreli kemancı Soyoung Yoon konsere solist olarak katıldı ve Jan Sibelius’un Op.47, re minör keman konçertosunu seslendirdi. Programda ayrıca Vasily Kalinnikov’un 1 numaralı sol minör senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Ayşe Özbekligil vardı.
DAR ALANDA KISA PASLAŞMALAR.
Beyoğlu Emek Sineması sahnesi kuşkusuz yenilendiğinden bu yana sanatseverler arasında en çok tartışılan mekanlardan biri. Emek Sanat ve Kültür Vakfı genel müdürü Sayın Remzi Buharalı’nın burada gerçekleşen etkinliklerde ne kadar uğraş verdiğini yakından takip eden biri olarak, yenilenen sahnenin görsel olarak başarılı olduğunu söylemem gerek. Ancak her defasında, bir senfoni orkestrasının yerleşimi hiç düşünülmeden planı yapılmış bu sahnede orkestranın ne işi var diye iç geçirmeden de duramıyorum. Mikrofon plasmanımda bile sahnenin yapısından dolayı mikrofon sayımı azaltmak zorunda kalmam da cabası. Bu nedenle, bu haftaki konser ara başlıkta olduğu gibi dar alanda kısa paylaşmaların sonucu...
G. KORE’DEN ÇIKAN MUHTEŞEM KEMANCI.
Konserin solisti Soyoung Yoon Güney Kore’de yetişmiş ve daha sonra Avrupa’da yaşamını sürdüren sanatçılardan biri. Özgeçmişine baktığımızda, Yehudi Menuhin Keman Yarışması başta olmak üzere, Çaykovski, Kraliçe Elisabeth, Indianapolis ve Wieniawski Keman Yarışmalarında aldığı birincilik ödülleri, kendisini uluslararası sanat camiasına tanıtmış. Halen Basel Senfoni Orkestrası’nın başkemancılığını yapan sanatçı, verdiği konserler ve CD çalışmaları ile adından söz ettirmeye devam ediyor.
Bu arada Yoon’un 1775 yılı Guadagnini kemanla konser verdiğini de notlara ekleyelim.
Sibelius’un Keman Konçertosu bana göre 3 büyük (Beethoven, Çaykovski ve Brahms) keman konçertosu arasında aslında 4. Büyük olarak anılması gereken konçertolardan biridir. Romantik dönemin belki de son eserlerinden sayılabilecek konçertoda, olması gereken her şeyin yer aldığını da görebiliriz. Zarif bir açılış ardından gelen akor dizisi, daha sonrasında orkestranın yükselttiği temanın karanlık bir şekilde soliste devrettiği melodi, konçertonun ilk bölümünün belirleyici noktalarından. Kemanın adeta geceyi yaran bir çığlık gibi ilk temayı kadansa bağlaması ile dikkat çeker.
Soyoung Yoon bu bölümde gerçekten entonasyonunun çelik kadar sağlam olduğunu, parmağını attığı her notada dinleyiciye gösterirken, Uzakdoğulu sanatçılara gelen en büyük eleştiri yani “Teknik muhteşem ancak bir robot kadar duygusal” eleştirilerine en iyi cevabı verir gibiydi.
Bu arada uzun zamandan beri ilk kez dinleyicinin içinde kayıt yaptığım için, Emek Sineması Sahnesinin akustiği konusunda dinleyicinin nasıl duyumladığını da test etmiş oldum. Sahnenin sağ tarafında, yani soliste biraz uzak konumda olduğum için maalesef solisti duymakta biraz zorlandım. Her defasında yazmaktan bıkmadığım şeyi bir kez daha yazayım, sanat için mekân yapılırken, bir koyundan bir sürü post çıkarmaya çalışmak büyük hata. Aynı şey Emek Sineması Sahnesi için de geçerli, bir sinema salonu ya da tiyatro için uygun olabilecek mekân, ne yazık ki senfoni orkestraları için uygun olmuyor. Kaldı ki sahnenin üzerinde yer alan ve ışık sisteminin yerleştirildiği askılara gelen kablolar, modüler sistem olarak tasarlandığından, gözümün önüne her an çamaşırları asacak birilerinin çıkabileceği hissini veriyor.
Konçertonun ikinci bölümünde nefesli grubunun açılışı hem entonasyon hem de birliktelik açısından başarılıydı. Sahnenin küçük olması bu sefer yaylı grubunun avantajı oldu diyebilirim, çünkü bu hafta hem provada duyduğum hem de konçertodaki performanslarında, yaylılardaki birliktelik, geçen haftaya göre belirgin bir biçimde iyiydi.
Soyoung Yoon ikinci bölümde de ilk bölümün performansını devam ettirerek, keman öğrencilerine adeta bir ders niteliğindeki yay kullanımındaki orantı, oktav seslerdeki temizlik ve akorları çekerkenki homojenliği ile yaptığım kaydı bir CD kalitesine getirdi. Özellikle ikinci bölümün sonunda yer alan kısımda şef Orhun Orhon ile kurduğu göz teması ile ritmi çok iyi ayarlayan sanatçı, gerçekten profesyonelliğin dersini verdi diyebilirim.
Üçüncü ve bana göre konçertonun en güzel olan bölümünde Soyoung Yoon biraz risk alarak tempoyu olması gerekenden az daha hızlı aldı. Bu riske değer miydi bilmiyorum ama konserlerde bu tip hızlı çalış, eserin enerjisini arttırdığı gibi dinleyiciye de hoş geliyor. Neyse ki Yoon’un performansı bu riski kaldırabilecek düzeyde olduğu için nazar boncuğu diyemeyeceğim ama ilk iki bölümdeki teknik performansına göre yüzde onluk bir düşüş yaşattığını söyleyebilirim. Hanya-Konya bölümü olarak gördüğüm bu bölüm, solistlerin yorumculuğundan ziyade teknik kapasitelerini ortaya koyacakları nadide bölümlerden biridir. Yoon da beni yalancı çıkartmayarak hem entonasyon hem yay hem de yorum olarak üst düzey bir kemancı olduğunu ispatladı. Yine de konser başka bir iştir ve en profesyonel sanatçıya bile hata yaptırır, önemli olan bu hatayı nasıl savuşturduğunuzdur ki bu da yarı profesyonel ile tam profesyonel solisti ayırır. Soyoung Yoon da son bölümde kaçan notayı çok iyi kamufle ederek profesyonelliğini göstermiş oldu.
Doğal olarak böylesine bir yorumdan sonra dinleyicinin yoğun alkışları üzerine yeniden sahneye gelen Yoon programa ek olarak genç kuşağın beğenerek takip ettiği başarılı yorumcu-besteci Aleksey Igudesman’ın “Funk The Strings” başlıklı parçasını seslendirdi.
Orhun Orhon ve İDSO konçerto eşliğinde gerçekten güzel bir performans sergiledi. Başta da değindiğim gibi yaylıların senkronu, tahta ve bakır nefeslilerin entonasyonlarının uyumu ile bir bütün olan orkestra, Orhun’un özenli idaresi ile birleşince ortaya da iyi bir eşlik çıktı. Klasikleşen bölüm arası alkışlardan bu hafta da kurtulamadık, sevineyim mi bilmiyorum ama bu hafta en azından dinleyici biraz olsun notaların boşlukta uzamasına izin verdiği için şanslıyız diyebilirim.
YAŞAMA ERKEN VEDA EDEN BİR BAŞKA BESTECİ.
Vasily Kalinnikov adını daha önce ne kadar duydunuz bilmiyorum, ancak İDSO’nun daha önce el atmadığı bestecilerden biri olduğunu söyleyebilirim. Bu tip el değmemiş eserlerin repertuarlarında daha fazla yer alması gerektiğini düşünüyorum, zira orkestral olarak güzel tınlayan bu senfoni, bestecinin ölümünden 4 yıl önce yazılmış ve seslendirilmiş. İlk kez 1897 yılında seslendirilen eser, yapı olarak Korsakov ve Çaykovski’den esinler hissettiriyor insana.
İlk bölümde yaylı-nefesli grubu arasında soru-cevap niteliğindeki temalarla dikkat çeken eserin ilerleyen bölümlerinde küçük bir fügün varlığı da hoş bir detay niteliğinde. Viyolonsel grubunun sürüklediği gelişme bölümünde nefesli grubunda flüt ve obuaya geri planda çok iş düşüren bir yapı oluşturmuş. Oturduğum bölümden maalesef soloların kimler tarafından yapıldığını göremediğim için isim veremeyeceğim ancak ilk bölümdeki korno-klarnet-obua ve flüt sololarının tertemiz tınladığını söyleyebilirim.
İkinci bölüm arp ve nefeslilerin eşliğinde açılan teması ile tınlarken, obua solonun verdiği romantizmle dikkat çekti. Eseri dinlerken aslında Kalinnikov’un çok iyi bir gözlemci olduğu hissine kapıldım. Eserde “buradan kopyalanmış sanki” diyecek birşey bulamazken yine de kulağıma Şostakoviç, Haçaturyan, Prokofiev gibi Rus bestecilerin tüm tema özellikleri gelmeye devam ediyordu.
Scherzo, şakacı yapısı ile hem bir menuet havasında olan hem de trio olarak beklediğimiz yere yine bir obua solo ile ikinci bölümden alıntı yaparak bize ters köşe yaşatan üçüncü bölüm için, bestecinin Korsakov’a en yaklaştığı bölüm diyebiliriz. Bu bölümde Orhun Orhon’un tüm dikkatine rağmen kemanlarda fısıldayarak da olsa iki ofsayt notaya düşmesi, bölümün nazar boncuğuydu.
Canlı ve yine şakacı havası ile ön plana çıkan son bölümde, yaylı grubunun sürüklediği temanın üzerine flüt ve obuanın ünisonları, kornonun duyurduğu ana tema ve bu temayı destekleyen viyolonsel grubu, eseri gelişmeye taşıyan öğeler oldu. Özellikle gelişme bölümünde nefeslilerin arpejleri hem tempo içinde kalması hem de entonasyon açısından dikkat çekiciydi. Yer yer Dvorak havasına bürünen son bölümde Kalinnikov’un görkemli bir iş çıkardığını söyleyebilirim.
Tüm bu benzetmeler içinde bu yazıyı okuyanlarınız eserin besteciyi yansıtmadığını hatta kişiliksiz olduğu yargısına varabilir. Ancak 30 yaşında bir bestecinin olgunluğundan çoğunlukla bahsetmek mümkün olmayabilir. Hele ki etrafında dönemin bir sürü sağlam “abileri” varsa... Bu nedenle genç Kalinnikov’un bu senfonisini bir turnusol kağıdı gibi görmek ve bu şekilde dinlemek en iyisi, zira eser aslında çok güzel akan ve konser programlarında yer almayı hak etmiş bir senfoni.
Orhun Orhon bugün İDSO ile hem eşlik hem de senfoni yorumu olarak alkışlanacak bir işe imza attı. Orkestranın bu tip duyulmamış eserleri programına alması çok güzel ancak kadrosundaki eksiklik nedeni ile yeni eser çıkartmanın ve dinlenmeden her hafta konsere hazırlanmanın verdiği dezavantaj da yadsınamaz. Kadro genişletmeyi bir kenara bırakırsak elimizdeki orkestraları yitirmeyelim yeter dediğimiz bir durumdayız maalesef.
Bu hafta Emek Sineması Sahnesini dolduran her yaştan dinleyiciyi görmek çok güzeldi. Bölüm arası alkışları için ışıklı “Alkışlayın-Alkışlamayın” panosunu bir an önce yaptırmamız lazım diyorum.
Gelecek haftaya kadar sanat dolu günleriniz olsun.
MEHMET SUNGUR
13 Ocak 2018