İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 30 Mart 2018 Cuma günü Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki konserini Avi Ostrowsky yönetti. Piyanist Toros Can konsere solist olarak katıldı ve Manuel de Falla’nın İspanyol Bahçelerinde Geceler başlıklı eserini seslendirdi. Programda ayrıca Hector Berlioz’un Op.14 Fantastik Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Özgecan Günöz Kızılay vardı.
HÜZÜNLÜ BAŞLANGIÇ.
Orkestra konsere başlamadan önce sahneye gelen orkestra müdür yardımcısı Sayın Hülya Özalaşar, İDSO’daki görevlerine veda eden iki üyesine plaket verdi. Trompet grubu üyesi Sayın Rasim Çapan ve İkinci keman grubu üyesi Sayın İffet Tunalı sahneye gelerek, hem biraz hüzünlü hem de müziğe verdikleri emekler için gururlu bir biçimde duygularını ifade ettiler. Kendileri ile 25 yıldır bir şekilde aynı sahneyi mikrofonlarımla paylaştığım için, bundan sonraki hayatlarında sağlık ve mutlulukla zaman geçirmelerini diliyorum.
TOROS CAN İLE İSPANYOL BAHÇELERİNDE GEZİNMEK.
İDSO’nun bu akşamki şefi Avi Ostrowsky geçtiğimiz haftalarda da İstanbul’da orkestrayı yönetmişti. İstanbul dinleyicisinin geçtiğimiz yıl tanıştığı Ostrowsky, bana göre İDSO ile öyle ya da böyle başarılı bir sinerji yakalamış. Bu hafta hem de Falla hem de Berlioz ile zorluk derecesi yüksek iki eserde orkestrayı yöneten Ostrowsky’i bu konserde dinlemeyi merakla beklediğimi söyleyebilirim.
Çalışmalarını Türkiye ve yurt dışında sürdüren başarılı piyanist Toros Can ile konser öncesi yaptığım mini söyleşide, gelecek günlerde Fransa’da tamamı John Cage’e adanmış bir festivale katılacağını ve bunun için yoğun bir çalışmanın içinde olduğunu söyledi. Toros Can’ın İstanbul’daki konserlerinin büyük bir kısmını kaydettiğim için bu akşam en az Ostrowsky kadar onun da de Falla yorumunu merakla bekliyordum.
1907 yılında bestecinin Paris’te bulunduğu dönemde kafasında piyano için episodlar olarak tasarladığı bu eser, daha sonra tanıştığı Katalan piyanist Ricardo Vines’in önerileri ile şekil değiştirmiştir. Fransız ve İspanyol müziğinin bir sentezi olan ve aslında konçertodan ziyade solist ve orkestra için senfonik müzik karakterinde gelişen bu eser, 1914 yılında tamamlanmış ve Ricardo Vines’e adanmıştır. Eser ilk kez 1916 yılında piyanist José Cubiles tarafından seslendirilmiştir.
Yukarıda da değindiğim gibi, Fransız ve İspanyol müziğinin bir sentezi olarak karşımıza çıkan bu eser, piyanistler için de (bana göre) eşsiz romantik havası ile piyano edebiyatının seçkin eserlerindendir. Toros Can’ın bu akşam bu eserle karşımıza çıkması açıkçası çok da iyi oldu, zira de Falla’nın bu eserini kolay kolay İstanbul sahnelerinde duymak mümkün olmuyordu. En son kaydımı Sayın Gülsin Onay’la 2006 yılında yaptığımı düşünürsek, İDSO ve Toros Can’ı bu eserle dinlemek gerçekten keyifli oldu.
Toros Can’ın prova sırasında piyanonun reglajı konusunda biraz sıkıntısı vardı, özellikle tril ve çabukluk gerektiren bölümlerde piyanonun mekaniğinin geç cevap vermesi can sıkıcı bir durum doğal olarak. Ancak Toros Can konser sırasında endişe ettiği bu sorunlarla gerçekten ustaca baş etmeyi başardı ve olası bir kazadan da kurtulmuş oldu. Yoruma odaklı konserde özellikle üçüncü bölümde (yine bana göre) Manuel de Falla’nın da imzası olan İspanyol temalarda piyanonun orkestra ile dengesini çok güzel tutarak, yani ne önde ne de geride kalmayarak bu temaların dinleyiciye ulaşmasını sağladı. Ravel-vari bir tarz ile çok doğru bir yoruma imza attı.
Eserin sessiz finali dinleyiciyi biraz kontrpiyede bıraksa da, daha sonra gelen yoğun alkış üzerine öğrencisi de olduğu İlhan Baran’ın “Coşku” başlıklı parçası ve Henry Purcell’in “Rondo”su ile sahneye iki kez gelen Toros Can, bu gece dinlenmesi gereken bir konseri de tamamlamış oldu. Bu arada Toros Can’ın İlhan Baran’dan bir parça çalmasını özellikle rica etmiştim, kırmadığı için teşekkür ederim. Baran’ın bestelerini kolay kolay sahnelerde duymak mümkün olmuyor maalesef ve sanatçıların bislerinin de alışagelmemiş eserlerden olmasını kayıtlarımda tercih ediyorum.
OSTROWSKY İLE FANTASTİK SENFONİ.
Avi Ostrowsky gerçekten önemli bir şef ve kendisini İDSO ile daha sık dinlemeyi isterim. Uzun vadede orkestraya çok şey katacağını düşünüyorum. Baktığınızda 60’lı yılların şeflerini görebileceğiniz jest ve mimikleri ile, disiplinli ve müzikalitesi yoğun Ostrowsky, bu hafta Berlioz ile İstanbul dinleyicisinin karşısındaydı.
Ünlü ve şanssız besteciler kategorisine sokabileceğimiz Hector Berlioz, konser öncesi yaşadığı aksaklıklarla müzik tarihine de geçmiştir. Notaların kaybolması, konser öncesi şiddetli yağış nedeni ile dinleyicilerin konsere gelmemesi hatta solistlerin rahatsızlanması, Berlioz’un rutin yaşadığı aksaklıklar arasındadır.
1827 yılında aşk hayatına meteor etkisi yapan İrlandalı aktris Harriet Smithson ile Paris’te tanışmasının, 3 yıl sonra “Programlı Senfoni” alanında büyük bir eserin de doğuşuna neden olacağı tabii ki bilinmezdi. Ancak bu büyük aşk Berlioz’a Op.14 Fantastik Senfoniyi yazdırmış ve 5 Aralık 1830’da ilk kez seslendirilmiş. Çar 1. Nikola’ya ithaf edilen eser (neden Harriet Smithson’a değil) programlı müzik adına da büyük bir gelişme olmuş.
Avi Ostrowsky yönetimindeki İDSO bu akşam eseri yorumlarken sanırım en büyük sıkıntıyı maalesef Lütfi Kırdar’ın akustiğinde yaşadı. İDSO’nun konser verdiği salonlar içinde akustiği göreceli olarak en iyi olan Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı yine de bir konser salonu olmaktan uzak. Provalar sırasında viyolonsel ve keman gruplarının sahne önünden akustik tınlamalarını dinlediğimde, özellikle forte partilerde iki grubun da sağır kaldığını fark ettim. Bunun kısa vadede çözümü sahne üzerine yönlendirilebilir akustik paneller ve difizörlerin yerleştirilmesi olacaktır. Yansıtıcı ve yutucu bu paneller sayesinde özellikle senfoni orkestraları daha iyi bir duyum gerçekleştirebilir. Bunun maliyeti nedir diye sormaktan çok, bunu umursayan var mı diye sormak daha doğru olacaktır maalesef.
Bu akşam İDSO, Berlioz için hatırı sayılır bir takviye ile çaldı. Genç arkadaşların yoğunluğu (yine bir “maalesef” ile) İDSO’nun emekli olan sanatçılarının yerine kadrolu sanatçı atanmamasından dolayıydı. Devlete ait orkestraların bir külfet olarak görüldüğünü düşünürsek, orkestraların kapatılmayarak kendi kendine ölmesini bekleyen bir kültür sanat politikası içindeyiz. Sanata bu bakış ne zaman değişir bilmiyorum ancak takviye ile kadrosunu geniş tutma çabasındaki Devlet Senfoni Orkestralarının takviyelerle eser yorumlaması bana göre ancak patlak lastiğin içine basılan köpük kadar etkili oluyor. Yani benzinci yakınsa eyvallah da, nerede olduğu belli olmayan benzinciyi ararken o köpük de bir süre sonra dağılıp gidiyor.
Bunları neden yazdığıma gelirsek, bu geceki Berlioz yorumunda bulunan genç müzisyenler, kendileri için büyük bir deneyim yaşamış olsalar da, deneyimli orkestra üyesi olmak için uzun yıllar emek vermek zorundalar ve bazı eserleri seslendirmek için de uzun yıllar emek vermiş olmaları gerekiyor. Bu nedenle bu geceki Berlioz bana yıllanmış şaraptan çok güzel bir sangria gibi tat verdi.
Dördüncü bölümde fagotların partisi ve bas trombonun tınıları nefesli grubunun bu geceki en önemli yerlerinden biriydi ve evet cam gibi tınladı. Aslına bakarsanız sanırım İDSO ve ben de eserin havasına bu bölümden sonra girdik. Son bölümde klarnetin o kıvrak pasajları ile iyice ısınan hava “Cadıların Şabat Gecesi” bölümü ile o karanlık notalarından Majör-minör kasırgasına doğru savrulurken ben de içimden bir oh çektim.
Sonuç olarak önemli bir konser vardı bu gece ve hem Toros Can, hem de Avi Ostrowsky yönetimindeki İDSO bize güzel bir konser sundu. Lütfi Kırdar’daki dinleyici sayısı bu hafta biraz düşüktü. Üçte biri boş olan koltukları görünce, 30 yıl önce Cuma geceleri merdivenlere oturan öğrenci dinleyicilerin nerede olduklarını sorup durdum. Sanırım o nesli şu anda yıkılan AKM’nin enkazı altında bıraktık.
Gelecek haftaya kadar herkese sanat dolu günler diliyorum.