İDSO'nun 23 Aralık Cuma akşamı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda verdiği konserini Josef Suilen yönetti. Devlet sanatçısı piyanist Ayşegül Sarıca konsere solist olarak katıldı ve Robert Scumann'ın Op.54 La minör piyano konçertosunu yorumladı. Programda ayrıca Georges Bizet'nin 1 ve 2 numaralı Arlesienne Süitleri ye alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Özgecan Günöz Kızılay vardı.
ZOR ZAMANLARDA SANATIN ÖNEMİ
Ülkemizin içinde bulunduğu şu zamanlarda insanlarımızın nasıl bir ruh halinde olduğunu tahmin etmek için psikolog olmaya gerek yoktur herhalde. Acılarımızı yaşarken buna uygun davranmak elbette çok önemli. Ancak bu durumdayken sanat etkinliklerinin iptal edilmesine yas tutmanın bahane edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Savaş dönemlerinde bile iptal edilmeyen, hatta bombardıman altında gerçekleşen konserlerin olduğunu tarih yazmıştır.
Sanat, bir millet için kendini ifade etme ve varoluş biçimidir. Eğlence mekanlarında vur patlasın çal oynasın yapılan eğlence ile sanat etkinliklerini bir tutmak maalesef haksızlıktır. Kaldı ki bu eğlence mekanlarında müzik yapan dostlarımın ortak bildirilerinde okuduğum "Milletçe yaşadığımız acı olaylarda ilk olarak bizim işlerimizin iptal edilmesini kınıyoruz. Biz eğlendirmeyi bildiğimiz gibi müziğimizle acımızı yaşamayı da biliriz." cümlesi eğlence sektörünün bile olaya ne kadar duyarlı yaklaştığının göstergesi olabilir. Bu nedenle toplumun ruh sağlığının korunabilmesi adına sanatın hele ki müziğin hiç susmaması gerek.
USTADAN SCHUMANN YORUMU.
İDSO'nun bu haftaki konuğu ülkemizin en değerli piyanistlerinden biri olan Devlet sanatçısı piyanist Ayşegül Sarıca idi. Bu mesleğe başladığımdan beri bende ayrı bir yeri olan Ayşegül Hanımın kayıtlarını yapmayı severim. Ülkemizin yetiştirdiği tüm sanatçıların kayıtlarını yapmayı severim elbet, ancak takdir edersiniz ki Ayşegül Sarıca, İdil Biret, Suna Kan, Ayla Erduran gibi idol isimlerin kayıtlarını yapmak bizim meslekteki insanlara başka bir tad verir.
Ayşegül Hanım 1935 doğumlu bir sanatçı ve sanatın bir insanı nasıl dinç tutabileceğinin de canlı kanıtı. Yılların disiplinli çalışma ve yaşam biçimi sayesinde bugün sahnede gençlere ders verircesine piyanonun karşısına geçmesi herhalde başka türlü açıklanamaz.
Her zaman dediğim bir şey vardır; genç bir solisti dinlediğimde hele ki yaşı yirmilerin altında ise onu en az 10-15 yıl sonra tekrar dinlemeyi isterim. Bir solist ne kadar yetenekli ise de gerçek bir yorumcu olmak sadece yetenek işi değil aynı zamanda yaşanmışlık işidir. Paranız varsa en iyi enstrümanları satın alabilir, en iyi eğitim olanaklarına sahip olabilirsiniz. Ancak paranızın satın alamayacağı tek şey zamandır. İşte bu nedenle gerçek yorumcu bir şarabın olgunlaşması gibi yıllar içine ortaya çıkabilmektedir. Doğru şartlara sahip olmayan şarabın sirke olması gibi doğru şartlar altında yetişmemiş solistten de maalesef yorumcu olamıyor.
TARİHE KAYIT DÜŞMEK
Kayıt yapmak bazen bana bir sihir gibi gelir. Zamanı dondurabildiğiniz andır kayıt yapmak, fotoğraf çekmek, şimdilerde video çekmek dahil... Usta yorumcuların kayıtlarını yapmak daha değerlidir. İnsanoğlu maalesef sonsuz ömre sahip bir varlık değil, hele ki bir sanatçı ne kadar arzulasa da bir noktadan sonra sahnelere veda etmek zorunda kalıyor. İşte bu nokta gelinceye kadar yaptığınız her kayıt onun ölümsüzlüğünü sağlıyor. Bir gün bu dünyadan bedeni olarak yok olsa da kayıtları var olduğu sürece yaşamaya devam ediyor. Bu nedenle çağımız buna imkan verdiği için çok şanslı olabiliriz.
Ayşegül Hanımın performansı üzerine yorum yapmak bana düşmediği için konsere gelenlerin tarihe bir not düşen şanslı kişiler olduğunu söylemem yeterli olur sanırım. Schumann'ın tadı damağında kalan dinleyici Sarıca'yı iki defa daha sahneye çağırarak bu performansı Grieg ve Brahms'ın parçaları ile keyiflerini katladı.
Yine dinleyiciye eleştiri olacak ama konsere gelenlerin aklında tutması gereken en önemli noktanın eser biter bitmez ilk alkışlayana "Klasik Müzik Dinleyici Ödülü" verilmeyeceğinin olması. Bunu Brahms'ın ortasında tufaya düşen dinleyiciler için yazdım...
ŞANSSIZ BESTECİNİN ŞANSSIZ ESERLERİ
Geçen haftalardaki yazımda kulaklarını çınlattığım Bizet, bu hafta İDSO'nun programında yer alıyordu. Konserin ikinci yarısında bestecinin 1 ve 2 numaralı Arlesienne Süitleri seslendirildi. Orkestrayı yöneten Josef Suilen Hollanda'da yetişmiş bir sanatçı. Biyografisinde Carlos Kleiber ve Bernard Haitink gibi usta isimlerle çalışmış olması bile sanatçıyı önemli deneyimlere sahip biri yapıyor. Schumann'da bütün dikkatler Ayşegül Sarıca'da olduğu için ikinci yarı şef hakkında fikir sahibi olmak benim için önemliydi.
Bizet'nin Arlesienne Süitleri orkestraların sıklıkla seslendirmekten keyif aldıkları eserler arasındadır. Yaşadığı dönemlerde eserleri gereken ilgiyi görmediğinden fakirlik içinden genç yaşta hayattan ayrılan Bizet'nin Carmen Operasında olduğu gibi Arlesienne de ilgisizliğin kurbanı olmuş ve Alphonse Daudet'nin oyunundan uyarlanan tiyatro seyirci çekememiştir. Daha sonra oyunun müziklerini iki süitte bir araya getiren Bizet, en azından bu parçaların yok olmasını engellemiştir.
Süitin seslendirilmesinde nefeslilere daha çok iş düştüğünden bu hafta onları ve Arp-Flüt düetini seslendiren Bahar Göksu-Recep Fıçıyapan'ı ayrı tebrik ediyorum. Dinleyicinin öksürüğüne rağmen konsantrasyonlarının bozulmaması da artı puan oldu.
Geri planında önemli deneyimleri olan bir şefi biraz daha zorlayıcı eserde dinlemeyi tercih ederdim açıkçası. Bu Arlesienne'nin kolay bir eser olduğunu göstermiyor elbet ama bir şefi yorumculuk açısından değerlendirmek için zorlayıcı olmadığı da açık.
Bu hafta viola, viyolonsel ve kontrbas gruplarını daha dinamik bulduğumu söyleyebilirim. Partiler gayet net ve iyi bir tınıyla duyuldu.
Bir sonraki yazıda buluşmak dileği ile sanat hep sizinle olsun.
Mehmet Sungur
23 Aralık 2016