Devlet Sanatçısı Ahmet Adnan Saygun’un 13. yüzyılda yaşayan ünlü halk ozanı ve düşünürü Yunus Emre’nin yazdığı şiirlerden bazılarını kullanarak 1943 yılında tamamladığı oratoryoyu bu kez, Uğur Seyrek ile Işık Noyan’ın ‘’İnsan’’ adlı metinle ve Uğur Seyrek’in günümüz dünyasında yeniden yorumluyla sahnede seyirci karşısına çıktı. Eser ilk kez 25 Mayıs 1946 yılında Ankara’ da seslendirilmiştir. İlk oratoryo olan Yunus Emre Oratoryosu, kısa sürede A. A. Saygun’u uluslararası düzeye taşımıştır. Paris (1947), New York (1958), Budapeşte, Viyana, Bremen, Berlin, Moskova, 1991 ve 2000’da Vatikan ve 55 yıl aradan sonra New York ve Washington’da (2012) dünya sahnesine çıkmıştır.
A. A. Saygun’un Yunus Emre oratoryosu, hem içerdiği metin, felsefi yapısı, hem de müzikal yapısı ile öylesine devasa ve evrensel bir eser ki, bu özellikleri nedeniyle dünyanın birçok ülkesinde bilinen ve arzu edilen eser haline gelmiştir. 1980’lerin başında Amerika’da yapılan Lake Placid Kış Olimpiyatlarının açılışı bile, Hikmet Şimşek yönetiminde bu eserin İngilizce versiyonu ile yapılmıştır. Bu açılış bile bu eserin önemini kanıtlamak için bir ölçü olarak kabul edilebilir.
Koreograf Uğur Seyrek, Türkiye’de bir ilke imza atarak, bir sahne kantatını, dansçılar, solistler ve koroyu da kullanarak dans formatında, Türkiye’de bir ilk diyebileceğimiz, hatta bir başyapıt olarak 23 Şubat 2019 akşamı Kadıköy Belediyesi Süreyya Sahnesinde, bu formatta bir Dünya Prömiyerine imza atmış oldu. Daha önceleri Carl Orff’un Carmina Burana’nın dans versiyonlarını izlemiş, büyük keyif almıştık. Ancak bu proje, onlardan çok daha farklı, solistler, koro ve dansçıların birlikte dansla birlikte sahne üzerinde, son derece uyumlu bir şekilde performans gösterdiler. Hatta mizansen gereği sahne üzerinde dans etmeleri bir yana, tenorun bir kadın dansçıyı kaldırıp, promenad yaparken şarkısına devam etmesindeki güçlükleri bile aşabilmesi büyük bir başarıdır.
A. A. Saygun’un Yunus Emre oratoryosunu, Uğur Seyrek ile Işık Noyan’ın ‘’İNSAN’’ adlı metinle yeniden düzenlemesiyle oluşturdukları bu sahne eserinde koreografi ve reji Uğur Seyrek, orkestra şefi Serdar Yalçın, koro şefi Aydın Karlıbel, dekor tasarımı Ferhat Karakaya, kostüm tasarımı ve ışık uyarlama Uğur Seyrek ve videolar ise Şafak Türkel’e ait.
Yunus Emre’nin Dünya Prömiyeri’nde şu solistler yer aldı:
Soprano Özgecan Gencer, mezzosoprano Deniz Likos, tenor Hüseyin Likos, bas Gökhan Ürben. Danslarda da solist olarak İlke Kodal (Kadın), Erhan Güzel (Erkek), Melike Koper (Gözyaşı) ve Berfu Elmas (Arayış) karakterleri ile sahnede görev aldılar. Diğer kastlarda soprano Hale Soner, mezzosoprano Özay Günay, tenor Bülent Külekçi ve bas Kenan Dağaşan dönüşümlü olarak yer almaktadırlar. Danslarda ise Deniz Kılınç Tunçeli ve Berfu Elmas (Kadın), Batur Büklü ve Deniz Özaydın (Erkek), Julia Hartmann (Gözyaşı), Maia İto (Arayış) karakterleri ile diğer kastlar arasında.
Yunus Emre’nin hümanist bir yaklaşımla, tasavvuf felsefesinden yola çıkarak yazdığı şiirler genelde şu düşüncelerde toplanmaktadır:
İnsan olmasına hepimiz insanız da insan insan mıyız acaba? Hepimizin karanlık ve aydınlık tarafları olduğu bir gerçek. Peki varoluşumuza bir anlam ve değer katmak adına aydınlığı seçip karanlıkla savaşıyor muyuz? İnsan olabilmeyi hak etmek için bu yolda çaba göstermemiz; zalim, hoyrat, bencil, kibirli, kaba yanlarımızı törpülememiz, buna mukabil hoşgörü, anlayış, sevgi, merhamet, adalet duygularımızı geliştirmemiz gerekirken bunu her zaman yapabiliyor muyuz? Evet, belki bir ölümle karşılaştığımızda kısa bir süreliğine kendimizle yüzleşip bu soruların yanıtını arıyor olsak da bu aydınlanma ne yazık ki fazla uzun sürmüyor. Matem ortamından çıkar çıkmaz gündelik yaşamın akışı içinde gene karanlık yanlarımızın girdabına kendimizi kaptırıyoruz.
Büyük ozan ve düşünür Yunus Emre, yolu bu dünyadan geçmiş insan insanlardan biri işte. Geçici varoluşunun bilincine vararak yaşamın ince ipliklerinden değerli anlamlar dokumuş, körü körüne kaderciliği reddederek insan olabilmenin sorumluluğunu yüklenmiş, bunu yaşamına ve sanatına yansıtmış bir bilge. Yüreğini, ezenlere karşı ezilenlerden yana koyan, yaşamayı seven ama ölümden korkmayan, kendini, çevresini, çağını çok iyi tanıyan, Tanrı ve insan sevgisine dayanan felsefesi tüm insanlığa hitap eden gerçek bir hümanist.
Duru, akıcı bir dil ve sade bir anlatımla Anadolu'nun bağrından dünyaya seslenen Yunus Emre, inanç, sevgi ve barış içeren her cümlesiyle hepimize insan olma yolunda ışık tutuyor. “Aşk ile yürüyen sırtında dünyayı taşır, Aşk’sız yürüyen, beden diye bir ceset taşır”, “Kendini kendinin tehlikesinden kurtar, kimseye kibirlenme”, “Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz” gibi nice; sevgiyi yüceltip kibri kınayan, insanları gönül birliğine, dirliğe, doğruluğa, barışa çağıran satırlarıyla insan olmanın sırrını çağlar ötesinden bize aktarıyor.
Her biri çok değerli birçok eser bestelemiş olan A. Adnan Saygun’un gözünde Yunus Emre Oratoryosu’nun çok ayrı bir yeri vardır. “Yunus benim için insanın, insanlığın, kendinde insanlığı, insanlıkta kendini bulmanın sembolüdür” der. Yaratım süreci boyunca hissedip yaşadıklarını: “Bu eser sanat hayatımın en büyük tecrübelerinden biri oldu” sözleriyle ifade eden Saygun, “İleride benden bir şey kalacaksa bir bu kalır” sözleriyle de eserine duyduğu inancı belirtir.
Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde daha önce birçok kez seyirciyle buluşmuş olan bu değerli eser bu kez farklı bir sanatsal yaklaşımla karşımıza çıkmış olması, benim ve salonu dolduran tüm seyircilerin olağanüstü beğenileri ile ayakta dakikalarca alkışlandı. İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Yunus Emre’nin derin anlamlar yüklü eşsiz dizeleri ve A. Adnan Saygun’un muhteşem bestesi eşliğinde Uğur Seyrek’in çağdaş yorumu ve opera-bale sanatçılarının başarılı birlikteliğinden oluşan bir söz, ses, beden dili ve dans yaratısıyla, tamamen sembollerle anlatılan “İNSAN” ı arayarak, seyirciyi de bu arayışa ortak ediyor.
Sislerle kaplı, sessiz bir mezarlıkta, alacakaranlık içinde dolaşan İNSAN göçüp gidenlerin ardından hüzünle yaşamı, ölümü ve kendini sorgulamaktadır. Geçmişin, geçmişte yitirilenlerin acısını dile getiren bir ağıt duyulur. Yerine getirilmemiş sözler, gerçekleşmemiş hayaller, içine sevgi ve anlam katılmamış hayatlar yüzünden duyulan pişmanlıklar gözyaşı olup akar. Kader diye körü körüne kabullenip değiştirmeyi göze alamadığımız, bu yüzden sürekli tekrarladığımız yanlışlar, geçmişten geleceğe tüm insanlığın teslim olduğu zaaflar bir kez daha yüzümüze çarpar. Kendi küçük dertlerimizi gözümüzde büyütüp yalnızca kendi çıkarlarımızı düşünerek bencilce sürdürdüğümüz yaşamın değerli özüne inemediğimiz için günlerimizi boşa geçirmiş ve yaklaşmakta olan ölümün adım seslerini duymazdan gelmişizdir. Bu noktada isyan etsek de artık çok geçtir. Gene de son bir umutla yeni arayışlara girmek ve geçmişte yarım kalmış masum çocukluk hayallerimizi yeni baştan canlandırmak isteriz. Oysa zaman hızla akıp geçmiş, ömür takvimi incelmiştir. Yanlışlarımızdan dönüp doğru yolu bulmak, aşkla, kardeşlikle, gönülden dostla, barışla yaşamak, böylece karanlıktan aydınlığa çıkmak gerektiğini, ancak böyle yaşarsak iyi insan olacağımızı anladığımız anda ölüm kapımıza dayanmıştır.
Uğur Seyrek ile birlikte metin yazarlığını yapan Işık Noyan şunları söylüyor:
‘’Kişiliği ve sanatçı kimliğiyle çok değer verdiğim bir insan olan Uğur Seyrek ile on yılı aşkın bir süreden beri çalışıyorum. Bugüne dek Otello, Kelebekleri Öldürmeyin, Kösem Sultan, Salome, Fındıkkıran, 4 Mevsim ve şimdi de Yunus Emre gibi sahnelenen, Son Nefes, Carmina Burana ve Kaderin Çığlığı gibi sırasını bekleyen eserler ürettik. Sanatın farklı dallarında kendini kanıtlamış seçkin bir sanatçı olan Uğur’la çalışma sürem boyunca yaratıcılığına hep hayranlıkla tanıklık ettim. O yüzden de her projesine gözüm kapalı dahil oldum. Ancak Yunus Emre’yi önerdiğinde gerçekten korktum ve bir süre kaçmaya çalıştım. Çünkü Yunus Emre ve A.Adnan Saygun gibi dev isimler söz konusu olduğundan sorumluluğumuz da çok büyüktü. Ancak, Yunus’un şiirlerinden dersler çıkaran, Saygun’un müziğini her dinlediğinde iliklerine dek ürperen bir kişi olarak bir yandan da bu bale metnini yazmayı çok istiyordum. Sonunda korkumu yendim ve Uğur’la birlikte “İNSAN” arayışına başladık. Bugün, bu eserin ortaya çıkışında payımın olmasından ötürü son derece mutlu ve gururluyum. Yunus Emre Oratoryo/Balesi tüm çalışmalarımı taçlandıran özel ve değerli bir yaratı olarak yaşamımda yer alacak. Uğur’a beni yüreklendirdiği ve yazım süreci boyunca ışık tuttuğu için gönülden teşekkür ederim.’’
‘’Wagner’’vari müziklerin yer aldığı bu muazzam eserin, Uğur Seyrek gibi bir ustanın paletinden, biz izleyiciler için olağanüstü başarılı bir çalışma olarak karşımıza çıktı. Serdar Yalçın yönetimindeki İDOB Orkestrası’nın bu başarıdaki katkısı asla yadsınamaz. Bu başarıda Ferhat Karakaya’nın dekor, Uğur Seyrek’in kostüm ve ışık tasarımları da çok fazlasıyla etkili oldu. Prömiyerde rol alan tüm solistler görevlerini, dans ve mizansenlerle uyumlu bir şekilde yaptılar. Aydın Karlıbel’in çalıştırmış olduğu koronun dans ve mizansenlere bu gösterideki payı da çok önemlidir.
Oyunun finali ise, bugüne kadar görmediğimiz bir formatta sunuldu. Tüm insanlık egolarından arınmış bir şekilde ruhlarını teslim ederek ölüm oluşuyor ve tüm sanatçılar yere yatarak, dakikalarca hareket etmeden o şekilde kalıyorlar. Alkışlar bile onları ayağa kaldıramıyor. Belki de dünyada ilk kez selam olmadan bir etkinlik bu şekilde sona eriyor. Seyirci salonu terk etmeyince zorunlu olarak perde kapanıyor ve salon ışıkları yanıyor. Benim bilebildiğim kadarıyla bu final daha önce hiç denenmemişti.
Yunus Emre 26, 28 Şubat ile 2, 3, 5 ve 6 Mart tarihlerinde tekrarlanacak. İzlememiş olanların kaçırmaması gereken ve mutlaka yurt dışı turnesi bile olması gereken bir Dünya Eseri Yunus Emre.
İsmail Hakkı Aksu