Tiyatrocular hüzünlü giriyor son senelerde 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'ne.. Tiyatronun delileri de olsak, esnafları da, ticari bakan şirketleri de olsak, günü kurtarma derdi hep sanatın önünde koşuyor.. Hâlbuki hayallerimiz önümüzde koşsun hep diyerek hayatlarımıza taşımıştık tiyatroyu, sanatı...
Şimdilerde ise; dizilerden geçtik "aman haaa" lı oyunlara, sözleşmem n'olacak, desteğim kesilir mi, şirketiz batar mıyız kaygılarına, elektrik-su-gaz-kira peşinde, değil hayal gerçekleri bile göremiyoruz.. Üretimlerin sahnede çağı yakalaması ya da bir adım önde gitmesi derken, çağın gerisinde kalmış ilkelere nasıl uyulur, uydurulur oyunlar, yolları aranıyor...
Toplumun derdine sıkıntısına odaklanmak "tanıklık etmek" şöyle dursun 'ben' demeden ya da sorun kendine çarpmadan, derdin sözü bile edilmez oldu. Birkaç sene önce (salgından hemen önce) sanata kültüre değer verilmesi gerektiği, yol açılması gerektiği gündeme getiriliyordu. İnananlar da oldu, ama bu arada ne vergi yükü hafifletiliyor, ne DT'ye nefes aldırılıyor, ne kadro açılıyor, üzerine çeyrek kadro müjdesi verilirken üçyüzden fazla sözleşmeli türlü bahanelerle işten atılıyordu.
Anlaşılıyordu ki bu niyet sanatın yolunu açmak, rahat bırakmak, değer vermek değil ehlileştirme, dizayn etmedir. Evet ehlileşen sanat eksilir ama siz onu sanatsal bir kılıfla süsleyin, bezeyin demektir... Akıllara; heykele, baleye, operaya, tiyatroya edilen hakaretleri getiriyordu. Ama bu güç demekti, para demekti, bir taraftan da cezbediyordu bazılarımızı. Üstüne de salgın geldi.. Bu sefer ayrımcılık normalleşti, amatörler, yerellerinin Donkişot'u olan dernek tiyatroları, çalışanlar tiyatroları yok sayıldı, destekler ticarileşebilenler arasında pay edildi...
Bu konuda itirazlar görülmez, duyulmaz oldu (hocalardan, duayenlerden genç tiyatroculara kadar..).
Ama olmadı, olmaz, hanımlar beyler.
Tiyatro asırlardır ve de bu topraklarda hep halkın elinde, öngörüsünde kalmış, cicileştirme, yasaklama, yok etme çalışmalarının hiçbiri tutmamıştır.. Tıpkı; şenlikler, erfeneler, seyirlikler gibi. Tabii büyük bütçelerle, cicilikle süslü ama biat işlerle "mış" gibi yapılabilir ama büyü tutmaz.. Çünkü tiyatronun büyüsü tiyatro ruhuyla tiyatro aşıklarının ve seyircinin yüreğinden karılmıştır, başka büyü tutmaz..
Sessiz de olsa, "koyunlar" da dense; asıl çileyi çeken ve aslında herşeyin farkında olan, ezilen, sömürülen, kölelik sistemiyle çaresiz bırakılarak çalıştırılan, aynı sistemde işsiz kalan, salgında bile yok sayılan seyircisinin katılımıyla çarpar tiyatronun yüreği..
Tiyatro tüm baskıların, zora koşulmaların yokuşa sürülmelerin inadına ve cilası önünde sonunda dökülecek cicileştirmeye rağmen bildiği gibi yaşar.. Elini kolunu sallayarak, salınarak geçer; baskının, zulümün, savaşların, kötülüklerin, yok edilme çabalarının arasından tiyatro seyircisiyle yan yana...
Tiyatro yine; alanlarda, köy meydanlarında, sokaklarda, salonlarda söyler sözünü ve yine asırlardır sürdürdüğü inadı ile umudu taşır özgürlüğün türkülerini, şarkılarını katar oyunlarına, hem de son iki insan kalana değin yaşar...
KIMIZ BOZKIR
29 Mart 2022, Ankara