Eğitim Bilimleri Fakültesi Mezunlarının
Konservatuvar Alanında İsdihdam Edilmesi Sorunu
Uzun süredir Konservatuvarlar ve Konservatuvarlılar arasında dile getirilen ve tartışılan önemli bir konu bu.
Meselenin aslı, yıllardır Doçentlik sınavlarında konservatuvar sanat dallarını kapsayan “Güzel Sanatlar Temel Alanı,” “Yorumculuk” alanında yapılan dosya değerlendirme ve sözlü/icra sınavlarında Eğitim Bilimleri Fakültesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı mezunu akademisyenlerin hem bu alana başvurabilmeleri, hem de bu alanda jüri üyesi olarak görev almalarıdır. Bu sayede Doçent unvanı alan akademisyenlerin, Türkiye genelinde sayıca çoğalan konservatuvarlarda kadro şansı bulmaları neticesinde, sanat dallarında verilen eğitiminin ciddi anlamda yara aldığı gözlemlenmektedir. Halbuki, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı mezunlarının mesleki hedefleri, ilkokul, ortaokul ve lise seviyesinde müzik dersleri için öğretmen/eğitmen olmaktır.
Her iki kurumun da eğitim temelini Müzik Sanatı oluşturduğu için, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı mezunu akademisyenler ile Konservatuvar mezunu akademisyenler arasında pek fark olmadığı düşünülmektedir. Elbette bu düşünce, konu hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan, kendini bu alanda hiç geliştirmemiş ve araştırma yapmamış kişiler için geçerlidir ki, sorun da bu kişilerin yönetim kadrolarında görev almaları veya söz sahibi olmalarından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde Müzik alanında gereken tarihi ve teorik bilgiye sahip her kişi, iki kurumun Müzik konusunda birbirinden tamamen farklı alanlarda eğitim vermek için kurulduklarını bilir.
Bugün yurtta musiki kültürü veren tek devlet müessesesi Ankara Musiki Muallim Mektebi [Müzik Öğretmen Okulu]’dur. Musiki Muallim Mektebi, musiki ihtiyaçlarımız arasında yalnız musiki öğrencisine olan ihtiyacımızı karşılamakta, musiki öğreticisi ise bu müessesede ancak umumi kültürü almaktadır. Halbuki Cumhuriyetin musiki öğreticisi yanında bilhassa “bestekâr ve çalıcı, okuyucu ve oynayıcıya ihtiyacı vardır. Bunlar içinde faraza yalnız okuyucu ve oynayıcı yetiştiren bir mektep açmak yalnız bir kısım memleket ihtiyacını tatmin eder. Memleket her türlü musiki ihtiyacını temin edecek, bütün musiki ihtisas [uzmanlık] şubelerini havi [içeren] bir müesseseye muhtaçtır. Bu müessesenin titri [unvanı] ya “Devlet Musiki Konservatuvarı” veya “Devlet Musiki ve Tiyatro Akademisi”dir. Heyetimiz Akademi tabirini tercih etmektedir.
Yukarıdaki paragraf “Türkiye Devlet Musiki Ve Tiyatro Akademisi’nin Ana Çizgileri” başlıklı rapordan alıntılanmıştır. Raporun altındaki imzalar o günkü haliyle: Halil Bedi, Cevat Memduh, Hasan Ferit, Cemal Reşit, Ulvi Cemal, Nurullah Şevket, Cezmi, Necil Kâzım’ a aittir.
Paul Hindemith’in Türkiye’ye davet edilmesiyle 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuvarının kurulmasına öncülük ettiğini düşündüğüm bu raporun alıntıladığım paragrafında kısaca; hali hazırda eğitim veren Müzik Öğretmenliği Okulunun “bestekar çalıcı ve oynayıcı” ihtiyacını karşılayamamasından bahsedilmekte, bu nedenle yeni bir oluşumun şart olduğu fikri ortaya atılmaktadır.
O zaman kurumsal tarihi kısaca hatırlamakta fayda var.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk müzik eğitimi kurumu, 1924 yılında kurulan Musiki Muallim Mektebi’dir. Ankara’nın Cebeci semtinde dört katlı bir apartman dairesinde eğitim hayatına başlayan mektebin ilk yasal düzenlemesi, 1925 yılında 18 maddeden oluşan “Musiki Muallim Mektebi Talimatnamesi”dir. Bu talimatnamede, mektebin “lise ve orta mektepler ile muallim mekteplerine müzik öğretmeni yetiştirmek” için kurulduğu açıkça belirtilmiştir. İkinci düzenleme ise, 1931 yılında çıkarılan, biri geçici 13 maddeden oluşan talimatnamedir. Zaman içerisinde ufak tefek değişiklikler yapılmışsa da bütün talimatnameler öz niteliklerini korumuşlardır (Tangülü ve Becerikli, 2020:2).
1933-1934 yılları Atatürk, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (Maarif Vekaleti) bir “Millî Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu” hazırlanmasını istemiştir. Hazırlanan ve sunulan kanun meclisten geçmiş, ancak Atatürk tarafından uygulamaya konulmamıştır. O günlere tanıklık eden müzikolog ve sanatçı Cevdet Memduh ALTAR anılarında, Atatürk’ün hazırlanan kanunla ilgili en büyük çekincesinin, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bu alana hakim bir birim olmaması ve bu kanunun sadece birkaç sanatçı ve sanat severin görüşleriyle hazırlanması olduğunu ifade eder. Atatürk, yeni çıkarılacak kanunun mutlaka bir uzman görüşü ile hazırlanmasını istediğini her fırsatta çevresindekilere söyler. Bu çekinceler gölgesinde 1934 yılında “I. Musiki Kongresi” Ankara’da toplanır. Bu kongrede alınan kararlar doğrultusunda 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuvarının kuruluşuna karar verilir. Kurulan Konservatuvar, Musiki Muallim Mektebinin Ankara/Cebeci semtinde, tasarımı İsviçreli mimar Ernst A. EGLI tarafından yapılan yeni binasında bütün sanat dallarıyla eğitim hayatına başlar. Bu arada Almanya’da yapılan görüşmeler sonucunda, Atatürk’ün istediği uzmanlar da bulunarak Türkiye’ye davet edilir. Bu uzmanlar Müzik Sanat Dalları için dünyaca ünlü Alman müzikolog ve besteci Paul HINDEMITH (1895-1963), Tiyatro Sanat Dalı için, Alman tiyatro yönetmeni ve oyuncusu Carl EBERT’dir (1887-1980). Bu iki sanatçı, günümüz Devlet Konservatuvarlarının eğitim temellerinin atılması ve müfredatlarının oluşturulmasında çok önemli rol almışlardır. Türkiye’ye gelir gelmez çalışmalara başlayarak raporlarını Atatürk’e sunmuşlardır (ALTAR, 2020).
Hali hazırda kurulmuş olan Konservatuvarın, bu raporlar sonucunda yeniden teşkilatlanması ve yeni müfredatın yürürlüğe girmesi ile paylaşılan binada yer sıkıntısı başlar. Bunun üzerine, Musiki Muallim Mektebi 1938 yılında “Gazi Orta Muallim ve Terbiye Enstitüsü” binasına taşınarak enstitüye bağlı bir şube statüsü ile eğitim faaliyetlerine burada devam eder (GAZİ, 2020).
Görüldüğü gibi genç Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllarında bile onca işinin ve derdinin arasında Müzik Öğretmenliği ile Konservatuvar eğitimi arasındaki farkı anlamış, çare üretmiş, hatta yurt dışından bilir kişiler davet etmiş ve hedeflenen alanlarda nitelikli, liyakat sahibi bireyler yetiştirmek için kurumsallaşma çabasını ve başarısını gösterebilmiştir.
Konservatuvarlar, 1981 yılında Yükseköğretim Kurulu kurulana kadar Kültür Bakanlığına (ondan da önce Milli Eğitim Bakanlığına) bağlı özerk eğitim kurumlarıyken, YÖK sonrası üniversitelere aktarılarak, en başta akademik özerkliklerini kaybetmişler, sonrasında, eğitim kalitesinin düşmesine neden olan üniversite sistemi sayesinde sanat dallarına, bilimsel kriterler ile öğretim elemanı seçmeye zorlanmışlardır.
Ne acıdır ki; gelinen noktada, Cumhuriyetin 99 yıl önce çözdüğü meseleyi, Yükseköğretim Kurulu tek başına 99 yıl sonra tekrar sorun haline getirmeyi başarmıştır.
YÖK’ün sorunların kaynağı olduğunu ve bu suistimallere nasıl göz yumduğunu yazının devamında açıklayacağım. Ama önce her iki kurumun eğitim öğretim hedef ve amaçlarını incelemek ve kanunlar nezdinde konumlarını öğrenmek yerinde olacaktır.
1924 yılında kurulan Musiki Muallim Mektebi’nin devamı niteliğinde olan ve YÖK’ün kurulması ile günümüzde Gazi Üniversitesine bağlanarak Eğitim Bilimleri Fakültesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı adı altında eğitim veren bölümün mesleki hedef ve amaçlarını anlattığı “Hakkımızda” sayfasında şu açıklamalar yer almaktadır (https://gef-guzelsanatlar-muzik.gazi.edu.tr/view/page/26518 [2022] ) :
Kökleri 1924 yılında Atatürk'ün kurmuş olduğu Musiki Muallim Mektebi'ne dayanan Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, Müzik Eğitimi Anabilim Dal; alanında uzman kadrosu ile öteden beri Türkiye'nin öncü kurumlarından biri olmuştur. Programın temel amacı müzik eğitimi alanında nitelikli ve çağın gereklerine göre kendini yetiştirmiş, yanı sıra gelişmeye açık müzik öğretmenleri yetiştirmek olup; öğrenim süresi 4 yıl ve dili de Türkçedir.
Anabilim Dalına, LGS’den belli bir başarı puanını elde etme koşulundan sonra; müziksel işitme, müziksel çalma ve müziksel söyleme boyutlarını içeren özel yetenek sınavı ile öğrenci alınmaktadır.
Programda “Müzik Alan bilgi ve becerisi”, “Müzik Kültürü”, “Öğretmenlik formasyonu” ve “Genel Kültür” derslerinden oluşan ve müziğin hemen bütün boyutlarını içeren zorunlu ve seçmeli dersler yer almaktadır.
Müzik Eğitimi Anabilim Dalı kendine ait müstakil binasında; bireysel çalışma odaları, prova ve konser salonu ile fiziki açıdan öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek biçimde düzenlenmiştir.
Anabilim Dalından mezun olan öğrenciler, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı devlet veya özel okullarda öğretmen olarak çalışmakta; lisansüstü eğitim olanağı ile akademik kariyer imkanına sahip olabilmekte, ayrıca çeşitli kamu ve özel kurum/kuruluşlarda sanat danışmanı olarak da çalışabilmektedirler.
Konservatuvarlar için ise 24 Mayıs 1940 tarih ve 4517 sayılı Resmi Gazetede ilan edilen 3829 sayılı “Devlet Konservatuvarı Hakkında Kanun” un 3. maddesine göz atmak yeterli olacaktır.
“Her iki kısmın gayesi memlekette müzik, tiyatro, opera ve balet kültürünü işlemek ve salahiyetli san'atkâr yetiştirmektir.”
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun “Tanımlar” alt başlıklı 3. maddesinde Müzik Eğitimi Anabilim Dallarının bağlı olduğu Fakülteler ile Konservatuvarlar ayrı maddelerde değerlendirilmiştir :
“e) Fakülte: Yüksek düzeyde eğitim - öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan; kendisine birimler bağlanabilen bir yükseköğretim kurumudur.” Denilmekte bununla birlikte Konservatuvarlar için yapılan tanımlamada;”
“h) Konservatuvar: Müzik ve sahne sanatlarında sanatçı yetiştiren bir yükseköğretim kurumudur.” açıklamasına yer verilmektedir.”
Ülkemizde Konservatuvarların köklü olanları Müzik Bölümü ve Bale Anasanat Dalı için ortaokul seviyesinde, Sahne Sanatları Bölümü için ise lisans seviyesinde öğrenci almaktadır. Bunun için de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Yükseköğretim Kurumları Devlet Konservatuvarları Müzik Ve Bale İlköğretim Kurumları İle Müzik Ve Sahne Sanatları Liseleri Yönetmeliği” çıkarılmış ve gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Bu yönetmeliğin de “Okulun amacı esas ve ilkeleri” alt başlıklı 6. Maddesinde :
(1) Okullarda eğitim-öğretim etkinlikleri; öğretim ilkeleri, öğrenci düzeyi, çevre özellikleri ve programda belirtilen esaslar dikkate alınarak düzenlenir ve uygulanır.
(2) Bu okulların amacı, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununda belirtilen ilköğretim ve ortaöğretimin amaçlarının gerçekleştirilmesinin yanında özel yetenek ve becerisi olan öğrencilerin müzik ve sahne sanatları alanlarında;
a) İlgi ve yetenekleri doğrultusunda eğitim-öğretim görmelerini,
b) Özel yetenek gerektiren üst öğretim programlarına hazırlanmalarını,
c) Yetenekleri doğrultusunda yorum ve uygulamalar yapabilen, yaratıcı ve üretken kişiler olarak yetişmelerini,
ç) Araştırmacılığa yönelmelerini,
d) Ulusal ve uluslararası eserleri tanımalarını ve yorumlamalarını,
sağlamaktır.
Açıklamaları yapılmıştır.
Görüldüğü gibi Eğitim Fakülteleri ile Konservatuvarlar arasındaki eğitim alan ve hedefleri, kanun ve yönetmelikler bakımından da son derece nettir.
Eğitim verdikleri alanların farklı olduğuna dair bir mahkeme kararı dahi bulunmaktadır.
Yükseköğretim Kurulunun açtığı ve taraf olduğu bir davada Danıştay 8. Dairesi 1999 karar yılı ve 4323 esas nolu kararında;
Olayda davacının konservatuvar mezunu olmayıp Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Müzik Eğitimi Bölümü, Şan Anasanat Dalından mezun olduğu görülmektedir. Eğitim Fakültelerinin doğrudan öğretmen yetiştirmeyi, konservatuvarların ise öncelikle sanatçı yetiştirmeyi amaçlayan eğitim kurumları olmasından dolayı, konservatuvarlar ile eğitim fakültelerinde sürdürülen lisans eğitimlerinin amaçları birbirinden farklıdır. Ayrıca bu iki kurumda sürdürülen ders programları arasında da önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Bu durumda, konservatuvarlar ile eğitim fakülteleri mezunları eşdeğer kabul edilemeyeceğinden, eğitim fakültesi mezunu olan davacının sözleşmeli sanatçı öğretim elemanı olarak çalıştırılması isteminin reddedilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
denilmiş ve her iki kurumun farklı temel alanlarda eğitim verdiği ve kıyaslanamayacağı hukuken de netlik kazanmıştır.
Not: Danıştay 8. Dairesi kararında; “Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Müzik Eğitimi Bölümü, Şan Anasanat Dalı” yazmış ancak adı geçen fakültede Şan Anasanat Dalı hiçbir zaman olmamıştır. Muhtemelen davalının kendi ifadesinden alıntılama yapılmıştır.
NEDİR BU ÖNEMLİ EĞİTİM FARKI?
Eğitim Fakülteleri bilimsel alanda eğitim verirken, Konservatuvarlar sanat alanında eğitim verirler.
Daha öncede belirttiğim gibi, Konservatuvar eğitimi, Müzik Bölümü Sanat Dalları ile Bale Anasanat Dalında en geç orta okuldan itibaren başlar. Daha erken başlaması tercih edilirken daha geçe kalınması arzu edilen bir durum değildir. Çünkü Konservatuvar eğitimi biyolojik açıdan bir modifikasyon eğitimidir.
Biyoloji Biliminde üç unsurdan bahsedilir;
Mutasyon-Adaptasyon-Modifikasyon
Mutasyon, gen yapısında meydana gelen değişikliktir ve kalıtımsaldır.
Adaptasyon, canlıların çevre şartlarına uyum sağlamasıdır ki temel sebebi hayatta kalmaktır. Yine kalıtımsal bir özelliktir.
Modifikasyon, çeşitli dış etkenlerle genlerin işleyişinde meydana gelen değişime denir. Kalıtımsal olmadığı gibi dış etkenler ortadan kalktığında geriye dönüş meydana gelir.
Görüldüğü üzere Konservatuvar eğitimi, kişinin yeteneği çerçevesinde, sahne üzerinde performans göstermek için kullandığı organlarını geliştirmesi, yani modifiye etmesidir. Bu organlar tüm vücut adaleleri olduğu gibi, Şan ve Tiyatro alanında dil, gırtlak, ses telleri ve diyafram gibi iç organlar da olabilmektedir. Düzenli ve yıllarca süren çalışmalar sonucunda bir sanatçı, saatlerce sürecek performansını, büyük salonlarda, yüzlerce seyirciye sunabilmek için gerekli uzuvlarını normal insanlardan daha üstün hale getirmek zorundadır. Hatta bunun sonucunda bazı organlarında şekil bozuklukları ve deformasyonlar da görülmektedir. Örnek vermek gerekirse; Yaylı çalgı çalanlarda sol elin sağ elden büyük olması veya arşe tutan sağ işaret parmağında baskıdan kaynaklanan kemik şeklinde bozulmalar gibi.
Eğitim Bilimleri Fakültelerinde yukarıda anlatıldığı gibi bir sanat dalına uyum sağlamaya yarayan modifiye çalışmalarına yer verilmemektedir. Orta seviyede bir enstrüman çalmanın yeterli olduğu müfredatta, konservatuvarlardaki gibi repertuar ağırlıklı bir eğitim de verilmemektedir. Enstrüman çalma seviyesi, genel kültür ve bilgiyi karşılayacak düzeydedir. Aynı şekilde müzik teorisi dersleri de genel kültür seviyesinde olup, bir konservatuvar öğrencisinin aldığı teorik seviyenin çok altındadır. Kısacası müzik eğitim bilimleri alanında tüm dersler; genel müzik kültürü ve pedagojik formasyon amaçlıdır.
Bu nedenle Eğitim Bilimleri Fakültesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalları mezunlarının Klasik Batı Müziği alanında profesyonel orkestra ve topluluklarda yer bulması veya solistik kariyer yapması da pratikte çok zordur.
En belirgin farklardan biri de akademik alanda Lisansüstü eğitimde ortaya çıkmaktadır. Bilim alanı olan fakültelerde en üst lisansüstü seviye Doktora eğitimidir. Doktora eğitimi, 2547 Sayılı Kanun’da şöyle açıklanmaktadır;
Lisansa dayalı en az altı veya yüksek lisans veya eczacılık veya fen fakültesi mezunlarınca Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından düzenlenen esaslara göre bir laboratuvar dalında kazanılan uzmanlığa dayalı en az dört yarı yıllık programı kapsayan ve orijinal bir araştırmanın sonuçlarını ortaya koymayı amaçlayan bir yüksek öğretimdir.
Konservatuvarlarda ise en üst lisansüstü seviye Sanatta Yeterliktir. Aynı Kanunda Sanatta Yeterlik için;
Lisansa dayalı en az altı, yüksek lisansa dayalı en az dört yarı yıllık programı kapsayan ve orijinal bir sanat eserinin ortaya konulmasını, müzik ve sahne sanatlarında ise üstün bir uygulama ve yaratıcılığı amaçlayan doktora düzeyinde lisans üstü bir yükseköğretim eşdeğeridir.
Tanımı yapılmıştır. Sanatta Yeterlik eğitimi, Kanun nezdinde Konservatuvarlar için tanınmış birçok ayrıcalıktan biridir. Eğitim amacı da tam olarak tarif edildiği gibi müzik ve sahne sanatlarında üstün bir uygulama ve yaratıcılık ortaya koymaktır.
Doç. Dr. Murat ALIŞKAN, “Yükseköğretim Mevzuatı” isimli kitabında Sanatta Yeterlik eğitimi için;
…lisans ve lisansüstü eğitim programlarını bitirdikten sonra; ilgili sanat dalında sınav, sanat eseri ve bilimsel bir eserle erişilen, doktoraya eşdeğer bir derece veya basamaktır. Doktoradan tek farkı yapıldığı branşın bir bilim dalına bağlı değil, bir sanat dalına bağlı olmasıdır. Uluslararası akademik çevreler gibi Türkiye'de de sanatta yeterlik ve doktora eşdeğer kabul edilmekte, ancak farklı olarak ayrı isimlerle anılmaktadır.
açıklamasını yapmaktadır. Burada önemli vurgu sanat dalı ve bilim dalı farkıdır.
Eğitim Bilimleri Fakültesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı mezunları, fakülte eğitimi gereği Doktora eğitimi yapabileceklerdir ki bu durum, sanatta yeterlik eğitimi alanına giren “müzik ve sahne sanatlarında üstün bir uygulama ve yaratıcılık ortaya koymak” amacına ulaşmalarının söz konusu olamayacağı anlamına gelmektedir. Bu nedenle lisansüstü eğitimde alınan Doktora derecesi, sanat dalları için geçerli bir unvan değildir. Burada yine bir parantez açmam gerekiyor. Konservatuvarlarda Doktora eğitimi, bir bilim dalı olması nedeniyle sadece Müzikoloji alanında verilmektedir. Müzikoloji Anabilim Dalında müfredat, teorik ve pratik bilgiler açısından son derece kapsamlı olduğu için mezunları, Kompozisyon veya Bestecilik Anasanat Dallarında da rahatlıkla görev yapabilmektedirler. Müzikoloji Bölümü, her konservatuvarın mutlaka sahip olması gereken bir bilim dalıdır. Zira sanat dallarında verilen teorik derslerin tamamına yakını bu bilim dalının ve Bestecilik/Kompozisyon Anasanat Dallarının alanına girmektedir. Müzik alanında yapılması gereken bilimsel çalışmaların yanı sıra, geleceğin yorumcularına müzik teorisinin, dönemsel tarih ve stillerin öğretilmesi de bu bilim dalının alanına girmektedir.
ÜNİVERSİTELEARASI KURULUN (ÜAK) GÖREV İHMALİ
İki okulun eğitimleri arasındaki farkları açıkladığımız tüm bilgilerden sonra gelelim sorunun kaynağına.
Daha öncede belirttiğim gibi “Doçentlik” sınavları, Üniversitelerarası Kurul tarafından yapılmaktadır. Başvurular, etik ihlaller, asgari koşulların sağlanıp sağlanmadığı, bu kurumun inisiyatifine bırakılmıştır. İnisiyatif diyorum çünkü yapılan ihlalleri ve etik problemleri rapor ettiğimde kurul tarafından ya cevap verilmemekte, verilirse de bu cevaplar konunun üstünü kapatmaya yönelik olmaktadır. Bu da göstermektedir ki işlemler kanunlar çerçevesinde değil, inisiyatifler doğrultusunda sürdürülmektedir. İşte bu nedenle ÜAK’ın uzun yıllardır Eğitim Bilimleri mezunlarının, Konservatuvarlarda istihdam edilmesine göz yumduğundan bahsetmek mümkündür.
(ÜAK ‘a ve YÖK’ e yazdığım usulsüzlükleri ve aldığım cevapları (?) anonimleştirerek mutlaka bir başka yazı konusu yapacağım. Bizler mesleğimiz için canla başla çalışırken bürokrasinin genel halinin ve mesleğimize gösterdiği saygının seviyesini tarihe not düşmek zorundayız.)
ÜAK’ın görev alanı olan Doçentlik konusunu çok yakından ilgilendiren, “Doçentlik Sınav Yönetmeliği”ne dayandırdığı, 2547 sayılı Kanunun “Doçentlik ve Atama” alt başlıklı 24. Maddesinde, “Doçentlik başvuruları için aşağıdaki şartlar aranır” denilmiş ve şu şekilde sıralanmıştır:
“(1) Bir lisans diploması aldıktan sonra, doktora ile tıpta, diş hekimliğinde, eczacılıkta ve veteriner hekimlikte uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit edilen belli sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış olmak.”
Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere sanat dalları için yapılacak doçentlik başvuruları için sanatta yeterlik unvanına sahip olmak gerektiği açıkça belirtilmiştir.
Ancak ÜAK 2018 yılına kadar 2547 sayılı YÖK Kanuna dayandırdığı “Doçentlik Yönetmelik” lerinin tümünde “Başvuru Şartları” Madde 4 a’da :
“Türkiye’de doktora, tıpta veya diş hekimliğinde uzmanlık veya sanatta yeterlik öğrenimini tamamlamış veya yurtdışında yapılmış olan doktora, tıpta veya diş hekimliğinde uzmanlık veya sanatta yeterlik öğreniminin denkliğinin kabul edilmiş olması,” şeklinde yazarak genelleme yapmayı uygun görmüştür. Bu yönetmelik maddesinin kanundaki ilgili madde ile arasındaki en büyük fark, doçentlik sınavına sanat dalından başvuracak adaylarda, sanat dalında yeterlik şartının aranmayacağı izlenimi uyandırmasıdır. Yani yönetmeliğe göre, Doktora, Tıpta veya Diş Hekimliğinde Uzmanlık öğrenimini tamamlamış veya Sanatta Yeterlik öğrenimini tamamlamış olanların ellerinde hangi diplomalar olursa olsun istedikleri alana başvuru yapabilecekleri gibi bir anlam çıkartılması mümkündür.
Elbette Tıpta Uzmanlık alan bir kişi, Doçentlik sınavı için “Hukuk Temel” alanını seçmeyecektir. Veyahut Diş Hekimliğinde uzmanlığı olan birinin, “İktisat Bilimleri” alanında Doçentlik sınavını, jüri önünde başarabilmesi beklenilen bir durum değildir. Diğer yandan Doçentlik sınavlarında farklı bilim alanlarından disiplinler arası başvurular yapılabilmektedir. Bu esneklik multidisipliner veya interdisipliner alanlarda makul kabul edilebilecekken, bilim dalı ve sanat dalı gibi farklı iki eğitim dalının disiplinler arası kabul edilmesi mümkün olmayacaktır.
Yönetmelikte geçen bu muğlak ifade nedeniyle, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Müzik Öğretmenliği Anabilim Dalından “Doktora” diplomaları ile mezun olan adaylara, sanat dallarını kapsayan “Yorumculuk” alanına başvuru yapma şansı tanınmıştır .
Doçentlik sınavlarında dosya değerlendirme ve sözlü sınav Jüri üyeliği için, Profesörler hangi alandan katılım göstermek istiyorlarsa elektronik ortamda YÖKSİS (YÖKSİS, öğrenci bilgilerinin saklandığı, tüm üniversiteler tarafından mezun ve aktif olan öğrencilerin ve akademisyenlerin verilerinin toplandığı ortak bir veri tabanıdır.) üzerinden o alanı seçmektedirler. Bu seçim profesörlerin inisiyatifine bırakılmıştır. Zira her profesör kendi akademik eğitim aldığı alandan seçim yapmayı doğal olarak uygun görecektir. Örneğin Eğitim Bilimleri Fakültesi Müzik Eğitimi/Öğretmenliği alanında bir profesörün doçentlik sınavında katılacağı jüri alanını belirlerken yapacağı seçim “Eğitim Bilimleri Temel Alanı” “Güzel Sanatlar Eğitimi” olacaktır.
Konservatuvar profesörleri ise jüri üyesi olmak istedikleri alanı “Güzel Sanatlar Temel Alanı” olarak seçtikten sonra eğer icracıysa “yorumculuk alanını” besteci ise “Bestecilik /Kompozisyon”, Balerin ise “Klasik Bale veya Dans ve Koregrafi / Çağdaş Dans”, Şan hocası ise “Opera Şarkıcılığı ve Rejisörlüğü” Tiyatrocu ise, “Tiyatro Kuramı/ Oyun Kuramı, Oyunculuk – Reji, Yorum - Dramatik Yazarlık, Sahne Tasarımı” seçeneklerinden birini ya da ikisini işaretleyeceklerdir. Görüldüğü üzere Konservatuvar uzmanlık alanları net olarak belirtilmiş ve kategorilere ayrılmıştır.
Ancak bir süredir Eğitim Bilimleri alanından profesörlerin kendi alanları dışında konservatuvar alanlarında da jüri üyeliği için YÖKSİS üzerinden işaretlemeler yaptığı bilinmektedir. Bu konuda kanuni bir engel bulunmamaktadır, ancak uzman olunmayan bir alanda söz sahibi olma çabası akademik etiğe asla uymamaktadır.
Çünkü; Yöksis üzerinden yorumculuk olarak işaretleyen Eğitim Bilimleri mezunu profesörlerin gerçekleştirdikleri Doçentlik Sınavlarında karşımıza çıkan sonuç; hiç Sanatta Yeterlik eğitimi almamış adayların, hiç Sanatta Yeterlik eğitimi almamış jüriler tarafından seçilmesi neticesinde, Sanatta Yeterlik eğitimi veren konservatuvarların, Sanatta Yeterlik eğitimi hakkında bilgisi olmayan akademisyenlere teslimidir.
Neyse ki 2018 yılında yenilenen “Doçentlik Yönetmeliği” başvuru zamanı, şartları ve usulleri alt başlıklı 4. Madde a bendi 2547 Sayılı Kanun’da tarif edildiği şekilde değiştirilmiştir:
Türkiye’de doktora yapmış, tıpta, diş hekimliğinde, eczacılıkta ve veteriner hekimlikte uzmanlık unvanı almış veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit edilen sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış ya da doktora, sanatta yeterlik ile tıpta, diş hekimliğinde, eczacılıkta ve veteriner hekimlikte uzmanlığın yurt dışından alındığı hallerde, bu unvanın denkliğine sahip olmak.
Konservatuvarları ilgilendiren “Yorumculuk Alanı” nedir?
Doçentlik sınavları her yıl Üniversitelerarası Kurul tarafından toplam 12 temel alanda 2 kere düzenlenmektedir. Bu alanlar “Doçentlik Başvuru Şartları” belgesinde şöyle belirtilmiştir:
Spor Bilimleri Temel Alanı’ dır.
Konservatuvarda doçent olmak isteyen ve bir sanat dalında yeterlik sahibi adaylar, 4. sırada Güzel Sanatlar Temel Alanını seçerek başlar. Alt uzmanlık alanları bundan sonra gelmektedir.
Konservatuvar Müzik Bölümü Sanatta Yeterlik mezunları için 401-Müzik, Sahne Sanatları Bölümü, Sanatta Yeterlik mezunları için 402-Sahne Sanatları kodları karşımıza çıkar. Asıl seçim buradan itibaren başlamaktadır.
401 MÜZİK ALANI:
-Klasik Batı Müziği:
Kompozisyon (Bestecilik)
Yorumculuk
-Türk Müziği / Türk Sanat Müziği / Türk Halk Müziği
Yorumculuk
Kompozisyon (Bestecilik)
-Orkestra Şefliği
-Müzik Teorileri
-Müzikoloji (Müzik Bilimi)
-Müzik Teknolojileri
402 SAHNE SANATLARI
-Tiyatro Kuramı / Oyun Kuramı
-Oyunculuk Reji
-Yorum / Dramatik Yazarlık
-Sahne Tasarımı
-Opera Şarkıcılığı ve Rejisörlüğü
-Klasik Bale
-Dans ve Koreografi / Çağdaş Dans
-Halk Dansları
Görüldüğü üzere adaylar tıpkı jüri olmak isteyen profesörler gibi, aldıkları sanat dalında uzmanlık alanlarını seçebilmektedirler. Burada dikkat çekici olan, icra sanatçısı için icra ettiği enstrümanı tarif eden bir kelimenin hiç geçmemesidir. Doğal olarak icra sanatçısı “Yorumculuk” alanını seçecektir. Yorumculuk alanında da icra ettiği enstrümanın adının halen geçmediği görülecektir. Klasik Batı Müziği alanında Yorumculuk seçeneğinin altında bulunan açıklamalar kısmı bize yol göstermektedir:
Klasik Batı Müziği alanında başvurduğu Piyano-Arp-Gitar, Yaylı Çalgılar. Üfleme ve Vurma Çalgılar Anasanat Dallarının değişik dönemlerine ait Klasik üslup ve/veya Yenilikçi Tutarlı Teknik ve Yorumlar kabul edilebilir düzeydeki seçkin eserlerinden oluşan… (ÜAK Doçentlik Başvuru Şartları)
Açıkça bir enstrüman adı yazılmamakla birlikte, sadece çalınan enstrümanın bağlı olduğu Anasanat Dalının adı yazılıdır. Bu durumda akla gelen ilk soru; Doçent adaylarının hangi enstrümandan sınava gireceklerinin nasıl bilindiğidir.
Yorumculuk alanından başvuru yapan Doçent adayları başvurularının hiçbir evresinde doldurdukları başvuru formlarına çaldıkları enstrümanın ismini yazmamaktadır. Enstrüman isminin en net yazılı olduğu kısım, hazırlanan Doçentlik başvuru dosyasına konan Sanatta Yeterlik diplomasıdır. Gördüğünüz eğitim sonucunda hangi enstrümandan Sanatta Yeterlik aldığınız diplomanın üzerinde yazmaktadır.
İşte bir diğer Eğitim Bilimleri Fakültesi ile Konservatuvar farkı da buradadır. Eğitim Bilimleri, Müzik Anabilim Dalında yapılan hiçbir “Doktora” diplomasında uzmanlaşılan enstrüman veya ilgili sanat alanının adı geçmemektedir.
Bu durum bir kez daha bize göstermektedir ki Eğitim Bilimleri Fakültesi Mezunları bir sanat dalında asla uzmanlaşamamaktadırlar.
Eğitim Bilimleri Fakültesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı mezunları, Doçentlik başvurularını yukarıda bulunan cetvele göre sırasıyla şöyle yapmalıdırlar:
İlk seçenek, 1. sırada bulunan “Eğitim Bilimleri Temel Alanı” olmalıdır. Devamında, 105 kodlu Güzel Sanatlar Eğitimi seçilecektir. Burada da Müzik ya da Resim diye bir ayırım bulunmamakta, muhtemelen bu ayırım Doktora eğitiminin yapıldığı Anabilim Dalının isminde belirtilmektedir.
( Devamı ve son söz yarın..)
SİNAN DİZMEN
2 Ağustos 2022, Ankara