İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 22 Ocak konseri bana kalırsa sezonun en duygusal konseri olmaya adaydı.
Nedenine gelince...
Orkestrayı bu hafta Sayın Gürer Aykal yönetiyordu. Başkemancı koltuğunda ise Ayşe Özbekligil vardı. Solist olarak ülkemizin genç sanatçılarından piyanist Özgür Aydın, tenor Ayhan Uştuk, soprano Nurdan Küçükekmekçi ve Cem'i Cem Deliorman yönetimindeki T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Devlet Çoksesli Korosu yer alıyordu. Programda Alexander Borodin'in Prens İgor Operası Uvertürü, Sergey Rachmaninov'un Paganini'nin Bir Teması Üzerine Rapsodisi ve Muammer Sun'un Nazım Hikmet Destanı başlıklı eseri seslendirildi.
AYKAL ETKİSİ
Senfoni orkestralarının konserleri için bu deyimi yani "Aykal Etkisi" deyimini kullanmak gerek diye düşünüyorum. Sayın Gürer Aykal ülkemizin sahip olduğu özel isimlerden biri. Orkestra şefliği konusunda marka olmak diye bir şey varsa Gürer Aykal benim için bir markadır.
Bir orkestra şefinin disiplini, orkestraya hâkimiyeti ve yorumculuğu onun ne kadar başarılı olduğunu ortaya koyan kriterlerdir. Konu Aykal olunca bu saydığım üç kriteri de görmek mümkün oluyor. Sahneye çıkarken hissedilen ağırlığı, orkestra ile kurduğu diyalog ve mükemmeliyetçiliği, orkestraların daimi dinleyicileri dışında "isme" göre konsere gelen dinleyiciyi de salonlara çekiyor.
İstanbul için kötü sayılabilecek bir hava durumuna göre Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nı dolduran dinleyici sayısını biraz da bu duruma bağlamak pek yanlış olmaz sanırım.
Konser Borodin'in Prens İgor Operası Uvertürü ile başladı. Geçen haftaki yazımda da değindiğim gibi maalesef Lütfi Kırdar bir konser salonu değil. Bu nedenle de akustik sapmalar özellikle senfonik orkestra gibi kalabalık grupların senkronunu doğrudan etkiliyor. Bunun bir çözümü var mı? Evet var, akustik ölçümlerin tekrar yapılarak bazı akustik yutucu elemanların salona yerleştirilmesi ile bir şekilde çözüme ulaşılabilir. Ancak bu sefer de orkestranın sahne üzerinde kendini duyma sorunu ortaya çıkabilir ki bu da orkestraların Zorlu Performans Merkezi'nde yaşadığı bir problem.
Kayıt yapan birisi için mükemmel sonuçlar verecek bu salon, akustik performans yapan bir topluluk için felaketle sonuçlanıyor. Çünkü salon inanılmaz derece ses yutma özelliğine sahip. Bu nedenle de mutlaka seslendirme yapılması gerekiyor.
CESUR OLMAK İYİDİR
Orkestra Prens İgor Uvertürü'nden sonra genç yorumcularımızdan piyanist Özgür Aydın'a eşlik etti. Sanatçı İstanbul sahnelerinde çok fazla seslendirilmeyen Sergey Rachmaninov'un Op.43, Paganini'nin Bir Teması Üzerine Piyano ve Orkestra için La minör Rapsodisi'ni seslendirdi.
1972 Colorado doğumlu Özgür Aydın, Ankara Devlet Konservatuarı'nda Prof. Semra Kartal ile çalıştıktan sonra burslu olarak Londra Kraliyet Müzik Koleji'nde Peter Katin ve Alman Devlet Bursu'nu da kazanarak (DAAD) Hannover'de Prof. Kammerling'in "Konser Solistliği" öğrencisi olmuş.
Özgür Aydın'ı uluslararası sahnelerle olan macerası ise ARD Münih Uluslararası Piyano Yarışması'nı kazanması ile başlamış. Bugüne kadar dünyanın önemli müzik merkezlerinde konser veren Özgür Aydın çalışmalarını ülkemizde ve yurtdışında sürdürmektedir.
Özgür Aydın konserde cesur bir seçim yaparak Rachmaninov'un Paganini'nin 24 numaralı La minör Solo Keman Kaprisinin üzerine bestelenmiş Rapsodisini seslendirdi. Cesur bir seçim dememin sebebi, Rachmaninov ve Paganini karışımının gerçekten tehlikeli kokteyllerden biri olmasıdır. Alışık olmayanı çarpar...
Paganini keman için teknik kapasiteleri sonuna kadar zorlarken, ondan sonra gelen bestecilerin (özellikle de piyanist bestecilerin) bu zorlamayı "daha nasıl ileriye taşırız?" düşüncesi ile yaptığı çeşitlemeler, yorumcular için sanırım en önemli "kendini kanıtlama" simgesi olmuştur.
Bu akşam dinlediğimiz "Paganini'nin Bir Teması Üzerine Rapsodi" bestecinin 24 numaralı La minör kaprisi temel alınarak bestelenmiş bir eser. Rachmaninov'un İsviçre'de 1834 yazında iki ay gibi kısa sürede bestelediği bu Rapsodi daha sonra 1934 Sonbaharında Leopold Stokowski yönetimindeki Philedelphia Orkestrası eşliğinde kendisi tarafından seslendirilmiş.
Rapsodi, 24 numaralı kaprisi temel alsa da içinde Rachmaninov'un ruhunda yer alan birçok temayı da duymak mümkün. Buna Berlioz'u da dahil edebiliriz. Piyanist Özgür Aydın eseri gerçekten iyi benimsemiş. Hızlı pasajların bir kaçı dışında neredeyse kusursuz bir performans sergileyen Aydın, özellikle sert karakterli Steinway piyanodan yumuşak ton çıkartmakta bana kalırsa başarılı bir yorum yaptı. Orkestra da eşlik konusunda bu yoruma uyarak Lütfi Kırdar salonunda verilebilecek en iyi eşliklerden birine imza attı.
Eserin sonunda dinleyicinin alkışları konusunda endişesi olan Özgür Aydın'a beklediği alkış geldi ve konser öncesi yaptığımız kısa sohbette bana aktardığı Rapsodi'nin romantik bir bölümünü tekrarlama düşüncesini dinleyiciye de ulaştırdı. Dahası, dinleyici Özgür Aydın'ı tekrar sahneye çağırdı ve karşılığında da Bach'ın 5. Piyano Konçertosunun ikinci bölümü ile keyfine keyif kattı.
SON SÖZ MUAMMER SUN'UN
Gecenin beklenen eseri yani Muammer Sun'un Nazım Hikmet Destanı başlıklı Orkestra, Tenor, Soprano ve Koro için eseri sanırım dinleyicinin dinlemek için can attığı eserdi.
Cem'i Can Deliorman yönetimindeki Devlet Çoksesli Korosu, tenor Ayhan Uştuk ve soprano Nurdan Küçükekmekçi sahneye geldikten sonra bekleyiş bitti ve Muammer Sun'un beklenen eseri başladı.
Muammer Sun hocamın hangi eseri seslendirilse aklıma ilk olarak 1982 yılı gelir. Konservatuar sınavlarına hazırlandığım zamanlarda babam beni Muammer hocamın Levent'teki kursuna götürürdü. O zamanlar henüz 10 yaşında bir çocuk olarak yaşıtlarımla birlikte kursta şarkılar söyler, bir taraftan da farkında olmadan adım atmayı beklediğimiz konservatuara hazırlanırdık. Farkında olmadan diyorum çünkü Muammer hoca bizi eğlendirirken aslında profesyonelce bu sınavlara hazırlardı.
Muammer Sun benim için her zaman "Muammer Amca" olarak kaldı. Onu ne zaman görsem ben 10 yaşındaydım o da benim için kursuna gittiğim "Muammer Amca" idi. Çocuklara olan sevgisi, müziğe pedagojik yaklaşımı belki de bugüne kadar aklımda kalan az sayıda iyi anılardan biridir. Bu nedenle onun Çoksesli Türk Müziğine yapmış olduğu katkılar her zaman önemlidir benim için.
Kültür Bakanlığı'nın siparişi üzerine 2002 - 2003 yılları arasında bestelediği Nazım Hikmet Destanı benim bu akşamki konserde ilk kez dinlediğim bir çalışması. Aslında bir bütün olmakla birlikte dört bölümden oluşan eserin bölüm başlıkları ise Davet (Bu memleket bizim) - Memleketim - Kerem Gibi ve Masalların Masalı'ndan oluşuyor.
Devlet Çoksesli Korosu, Cem'i Cem Deliorman yönetiminde birçok önemli konsere imza atmış bir topluluk. Devletin resmi korosu olmak gibi önemli bir görevi de omuzlarında taşıyor. Bu akşamki performansları da bence oldukça başarılıydı. Ancak maalesef Türkiye'de "bir koro olmak" konusu hâlâ yurtdışındaki koroların performanslarına bakıldığında biraz sorunlu. En büyük sorun ise koroların içinde "solo" sesleri duymak.
Koro performansı, bir koronun tek ses gibi tınlaması temel alınarak değerlendirilir. Toplu olarak tınlatılması gereken bir şeyin içinde kendi başına seslerin tınlaması kabul edilemez. Bu akşamki performansta da Devlet Çoksesli Korosunun içinde özellikle soprano seslerin içinde yer alan bir iki solo sesin mikrofonlarıma gelmesi beni bu konu üzerinde düşünmeye itti. Neden ülkemizde koroların bu sorunu var? Kaldı ki Devlet Çoksesli Korosu ülkemizin başarılı korolarından biri ve koro şefi olan Cem'i Cem Deliorman bu konuda koro ile güzel işler başarmakta.
Esere geri dönecek olursak,
Konu zaten başlı başına bir destan. Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da kabul ettiği en önemli şairlerden biri olan Nazım Hikmet Ran üzerine yazılmış bir eser. Muammer Sun'un kendi sözleri ile ifade ettiği gibi "Şiirin Müziğini Yazmaya Çalışmak..."
Muammer Sun gibi bir değere sahip olmak bana kalırsa ülkemizin yeterince sahip çıkmadığı bir olgu. Nedenine gelince, hem klâsik formda eser veren, hem de film müziği gibi ülkemizde daha yeni yeni önemi anlaşılan bir platformda "senfonik" çalışmaları olan bir ismi el üstünde tutamıyorsak bu ciddi bir eksikliktir.
En önemli film müziklerinden biri olan Kurtuluş, bugün hâlâ konser salonlarında seslendirilen az sayıda film müziklerinden biridir.
Bu akşam seslendirilen Nazım Hikmet Destanı, Muammer Sun'un bize başka bir boyutunu gösterdi aslında. Kayıt masamın başında eseri dinlerken kafamın bir yanında Adnan Saygun'un Yunus Emre Oratoryosu tınlıyordu. Yunus Emre Oratoryosu dinleyici üzerinde ne etki bırakıyorsa bana kalırsa Nazım Hikmet Destanı da bu akşam dinleyici üzerinde de aynı etkiyi bıraktı.
Nazım Hikmet, Türkçenin ses uyumunu, tınlamasını en iyi kullanan şairlerden biri. Hâl böyle olunca şiirlerinden yola çıkılarak bestelenen bir eserden de bunu bekliyorsunuz. Muammer Sun bu çizgiyi öylesine yakalamış ki, hem koro hem de solo seslerin seslendirdiği sözcüklerin biri bile kaçmıyor ve doğrudan kulaklarınızda tınlıyor. Nazım ustanın dizelerini Muammer hocanın notalarında dinlemek ayrı bir keyif oldu benim için.
Özellikle "Masalların Masalı" şiirinin son bölüm olarak seçilmesi gerçekten eserin en vurucu tarafı olmuş. Aslına bakarsak memleket üzerine olan bölümlerin öne geçmesi beklenirken, bir çınar, bir su, bir şair ve bir kedi üzerine olan bu şiirin, aslında Nazım'ın ne kadar yalın ve ne kadar içten biri, Muammer Sun'un da bunu hissedecek kadar öngörülü bir besteci olduğunun bir kez daha farkına varıyoruz.
Soprano Nurdan Küçükekmekçi ve tenor Ayhan Uştuk eser için gereken performansı başarı ile sergilediler.
Yazımın başında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın bu sezon verdiği en duygusal konser olabileceği alt başlığına gelirsek, öncelikle yıllar boyunca orkestranın başkemancılığını yapan değerli keman sanatçısı Gülden Turalı'nın 14. Ölüm yıldönümüne dek gelen hafta olması, Muammer hocamızın konser sonunda sahneye gelerek dinleyicisi ile buluşması bu duygusallığın en önemli nedenleri arasında.
İstanbul dinleyicisi yine heyecanına yenilerek kendi içinde bir bütün olan eseri dört defa alkışları ile bölmeseydi eserin ruhuna uygun bir yorumu dinleme şansımız olacaktı. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası yönetiminden artık bu konu hakkında ciddi bir girişim bekliyorum. Bunu belki esprili bir uyarı ile mi yaparlar yoksa konser programında yer almasına rağmen arkalarda kalan uyarıyı ön sayfalara mı çekerler bilemiyorum. Ancak bu hastalığın bir an önce tedavi edilmesi gerekiyor.
Son olarak, bu konseri 10 Şubat Çarşamba akşamı TRT Radyo 3'te yayınlanan Bir Konser programında saat 20.00'den itibaren dinleyebilirsiniz.
Herkese müzik ve sanat dolu bir hafta diliyorum.