Hemen her saatine bir "son dakika" haberi sığdırmayı başaran ülke gündemini tam anlamıyla takip etmek imkansız hale geldi. Genel ruh hali ve algısal tepkiler açısından bakacak olursak, içinde sinemasal özellikler de barındıran ilginç bir tablo ortaya çıkıyor: Yaşananların niteliği ne olursa olsun, "unutkanlık sendromu" ortak bir toplumsal paydaya dönüşmüş. Olaylar ya bütünüyle algılanmıyor, ya da bilinçli bir tavırla irdelenmek istenmiyor.
Geçmişte olmamış şeylerin sanki yaşanmış gibi ortaya atılmasına dayanan kurguya "bu da bir yöntemdir" deyip geçebilir miyiz? Tarihsel ve sosyolojik bütün olguları yok sayarak, kurgulanan sanal gerçeklik üzerinden tartışıp konuşan bir kamuoyu eğiliminin mantık ölçüleri içinde izah edilmesi mümkün değil. Böylesine yoğun bir zihinsel dönüşüm ikliminde yaşarken, hatası yüzüne vurulduğunda "evet yaptım, ama bir sor bakalım niye yaptım" diye seyirciyi ikna etmeye kalkan "Banker Bilo"nun Maho ile Bilo'sunu anmadan geçmek olmaz.
Fazla uzağa gitmeye gerek yok; 1999 depreminden sonra öngörülen bütün çalışmaların proje aşamasında kaldığı; afet durumunda çadır ve benzeri tedbirler için ayrılan boş alanların zaman içinde imara açıldığı ortaya çıktı.
Can güvenliği denetiminin şirket müdürünün akrabası tarafından yapıldığı, sendikal hakların fiilen askıya alındığı, ne pahasına olursa olsun para kazanma hırsının sözleşmeyle teşvik edildiği Soma madeni faciası da çıplak bir gerçek olarak duruyor. Ama bakıyorsunuz, işveren durumundakiler daha mağdur bir ruh haline bürünmüş, yaptıkları yatırımın bu tür kazalar yüzünden heba olduğunu anlatıyor! Uygar dünyanın kullandığı teknolojinin (nihayet) Türkiye'ye transfer edileceği bir "müjde" olarak sunuluyor. Sanki teknoloji transferi İnternet üzerinden film dosyası indirmek kadar kolay ve anlık bir mesele.
Ertem Eğilmez'in 1980 yapımı "Banker Bilo" bizi bize anlatan eşsiz bir filmdir. Yerel gibi görünen hikayesine rağmen ana karakterleri aracılığıyla küresel bir önerme sunar. Senaryo yazarları Sadık Şendil ve Yavuz Turgul, iyi ile kötünün mücadelesi formatında, Bilo'da kirlenmemişliği, Maho'da ise riyakarlık, kural tanımazlık ve kurnazlığın üst değer haline dönüşmesini anlatır. İlyas Salman'ın canlandırdığı Bilo'yu göz göre göre dolandıran Maho (Şener Şen) her seferinde kendini affettirecek bir mazeret üretir. Önce Bilo ve diğer köylüleri Almanya'ya göndermek üzere paralarını alır ve hepsini Almanya diye İstanbul'a bırakıp kaçar. Daha sonra tesadüf eseri karşılaştıklarında Maho'nun yakasına yapışsa da en sonunda ikna olan Bilo, Maho ile ortak iş kurmak uğruna elinde avucunda ne kaldıysa teslim eder. Tüm resmi kayıtları Bilo'nun üzerine yapılan şirket karaborsacılıktan mahkemeye düştüğünde, Maho şöyle ifade verir: "Ben onunla ortak değilim, köylüsüyüm. Orada bulunmam sadece bir dost ziyaretiydi." Bilo sesini çıkarmaz, yeni mazeretlerle ikna edilmek ve başka şekillerde dolandırılmayı artık bir yazgı gibi kabullenmiştir.
Depremzedelere ayrılmış alanlara alışveriş merkezi ve gökdelen yapılmasına tepki gösterilecekse, yalnızca imar izni verenlere değil; kentsel dönüşüm rantından yararlanmak amacıyla gözünü kapatanlara da kızılması gerekiyor. Muhtemelen "evet sesimi çıkartmadım, ama bir sor bakalım niye çıkartmadım" tarzında bir cevap duymaya hazırlıklı olarak.