1914.
Fazıl Say'ın Op.56 1914 Uvertürü bu konserde Türkiye Prömiyeri yaptı. Belçika Milli Orkestra'nın 1. Dünya Savaşı'nın 100. Yılı dolayısı ile yaptığı projenin ürünü olan eser, orkestranın savaşa katılan ülkelerin bestecilerinden birinin savaştaki kayıplar üzerine bir uvertür bestelemesi fikri ile hayata geçmiş. Eser ilk olarak 2014 yılında Andrey Boreyko yönetiminde Belçika Milli Orkestra tarafından Brüksel Palais des Beaux-Art'da seslendirilmiş.
Eseri ilk kez bu konserde duymak nasip oldu. Fazıl Say'ın eserlerine aşina olanları şaşırtmayacak bir yapıya sahip uvertür, konusu itibarıyla savaşın karanlık yüzünü ve acılarını bana göre çok güzel tasvir etmiş. Vurmalılara yüklenen top sesleri, efekt olarak kullanılan enstrümanlarla uvertürün 1. Dünya Savaşı'nın anlatan bir filmde ya da belgeselde kullanılması işten bile olmazdı.
Bir takım nedenlerden dolayı eserin eline on gün önce geçmesi yüzünden endişeleri olan Naci Özgüç bana göre esere ve ruhuna hakim olmayı başarmış. Bir kaç ufak hata dışında orkestra da iyi bir performans çıkardı. Tek sorun bu eserin yerinin Haliç Kongre Merkezi boyutunda bir sahnede seslendirilmesiydi. Nefesliler ve vurmalıların yoğun olduğu bir eser, dinamik olarak büyük sahne ister, hacim ister. Bu kadar basıncı kaldıramayan Haliç'te uvertür dinleyiciye nasıl yansıdı bilmiyorum ama benim mikrofonlarıma kontrasttan yoksun geldiğini söyleyebilirim.
ERKİN VE AYBULUS.
Konser öncesi konuşma fırsatı bulduğum Gökhan Aybulus'a bu mekanda daha önce çalıp çalmadığını sormuştum, hayır cevabını alınca da genel provada mekânı iyi analiz etmesini rica etmiştim. Sanırım sözlerim etkili olmuş ki Aybulus'un mekandan yana bir sıkıntısı olmadı.
Erkin'in 1942 yılında tamamladığı ve ilk olarak 1943 yılında Dr. Ernst Praetorius yönetimindeki Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası tarafından, bestecinin eseri ithaf ettiği eşi piyanist Ferhunde Erkin'in yorumladığı eser Ankara Radyosu'nda seslendirilmiştir. Yerli ve yabancı bir çok devlet adamının da bulunduğu konserin ardından eser Almanya ve İngiltere'de de seslendirilmiş ve olumlu kritikler almış.
Konçertonun genel yapısı yukarıda yazdığım ve Atatürk'ün de özellikle üzerinde durduğu, bizden, içimizden olmasıdır. Tartımlar ve makamsal müzikle başka bir ülkeye ait olamayacak izler taşıyan konçerto, seslendirilmesi açısından da yoğun bir efor gerektiren eser olarak tınlamaktadır.
Gökhan Aybulus bana göre bu akşamki performansında konçertonun mantalitesine vâkıf olmuş bir hava sergiledi. Her ne kadar Erkin bu konçertoyu eşi Ferhunde Hanıma ithaf etmişse de bazı konçertolar maskülerdir ve bana göre bu konçerto da masküler bir konçerto. Bu nedenle yorumlarken efor harcamanız, hakkını vermeniz gerekir.
Aybulus bu gece kendi yorumundan çok memnun olmasa da ben Erkin yorumunu beğendim, özellikle üçüncü bölümdeki yorumu ile tartımlar-akorlar arasındaki somut dengeyi iyi yansıttı. Zaten dinleyicinin ısrarlı alkışları üzerine yeniden sahneye geldiğinde bis olarak bu bölümü tekrar etti. Başka bir açıdan, aksak tartımların Türk dinleyicisi üzerindeki etkisi yadsınamaz. 7/8 ve 9/8 gibi bizden tartımlar her tür müzikte etkili olmuştur.
SAYGUN VE MUTSUZ RUDIN.
Adnan Saygun'un 1987 yılında tamamladığı ancak eserin ilk seslendirilişini hiç duymadığı viyolonsel konçertosu ilk olarak 1993 yılında David Geringas tarafından Alexander Schwink yönetimindeki İDSO eşliğinde seslendirilmiş.
Konserin bir diğer solisti olan Rus viyolonselci Alexander Rudin hem sanatseverlerin hem de ülkemizde sık sık düzenlediği ustalık sınıfları nedeniyle viyolonsel öğrencilerinin yakından tanıdığı bir usta. Kemancı Tuncay Yılmaz ile birlikte imza attığı ve kayıtlarını da benim yaptığım Mozart CD'si yıllar öncesinden bir tanışıklığa sebebiyet verdiği için mutluyum.
Yorumculuk, hocalık ve orkestra şefliği gibi çoklu disiplinlerde adından söz ettiren Rudin'in sahne arkasındaki mütevazılığı ise burnundan kıl aldırmayan başka solistlerin (burada milliyetin bir önemi yok) örnek alması gereken özelliği diyorum.
Saygun'un viyolonsel eserlerini dinledikçe keşke bu çalgı için daha fazla şey yazabilseydi diyorum. Partita ve sonatı saymazsak benim bildiğim kadarı ile solist çalgı olarak bir tek bu konçerto kalıyor. Özellikle partita tınısal anlamda Saygun'un viyolonsele ne kadar "dokunduğunun" bir ifadesidir.
Konçertonun bu akşamki yorumundan Rudin şahsi olarak memnun kalmadığını ve hataların olduğunu söylemesi bana göre önemliydi. Genel olarak yorumcular hele ki tonmaysterlerin önünde böyle itiraflardan kaçınırlar. Kaldı ki Gökhan Aybulus da kendinden çok mutlu olmadığını, şu sıralar ezber yapacak konsantrasyonu kendinde bulamadığı için bu akşam notadan çalmayı hoş karşılamadığını söylemesi bana göre cesur itiraflardan biriydi.
Rudin'in Saygun performansı bana göre bir Türk bestecisine yabancı bir bakışın ilginç ifadesiydi diyebilirim. Yine Rudin'in ifadesi ile teknik olarak zorlamayan ancak müzikal olarak zor olan konçertoyu daha doğru yorumlayabileceğini ve bunu yapamadığını söyledi. Mikrofonlarıma yansıyan, üstünde düşünülmüş ancak belki de biraz daha zamana ihtiyacı olan bir yorum olduğuydu. Orkestranın takibinde bir sıkıntı duymadım ancak mastering sırasında tekrar dinlemem gerekiyor net olarak konuşabilmem için.
Konçerto sonrasında gelen alkışlara Rudin Gürcü bir bestecinin pizzicato dans parçasıyla cevap verdi.
ALNAR, PRELÜD VE İKİ DANS.
Akşamın son eseri Ferid Alnar'ın Prelüd ve İki Dans'ıydı. Yukarıda yazdıklarımın bir neticesi olarak 1935 yılında bestelenen bu eserin genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk meyvelerinden olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Cumhuriyeti'n 12. yılına denk gelen bu zamanda ço sesli eserler vermek şöyle dursun, bu ülkenin Batı formunda yorumcusunun bile parmakla gösterilecek kadar az olduğunu düşünürsek (açıkcası azınlıkları saymazsak var mıydı onu bile bilmiyorum) bir Türk bestecisinin eserinin Viyana'da Viyana Filarmoni Orkestrası tarafından yorumlanmış olması bu cumhuriyetin ve ona inananların başarısıdır.
Alnar'ın bu eseri o dönemin yoğun halk müziği ve makamsal müzikle bezenmiş kelimenin tam anlamıyla "erken cumhuriyet" müziği olarak tanımlanabilir. Kaldı ki günümüz Türk bestecilerinin modern ve minimal armoniler seçmesinin yanında Erkin, Saygun, Alnar, Rey ve Akses'in bir dönem özellikle üstünde durduğu halk müziği ve makamsal müziğin çok seslemesini ciddi olarak irdelemeleri gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar uluslararası çok sesli müziğin dönemsel akımlarını yakalamamız gerekse de bu ülkenin dinleyicisinin aşina olduğu tınıları dışarıdaki pazara açmak da bir o kadar önemli bence.
ZORU BAŞARMAK.
İDSO bu gece ne olursa olsun zor bir işi başardı. Dar bir sahnede, konum olarak çok yanlış bir bölgede onları dinlemeye gelen az sayıda dinleyiciye bizden ezgiler çaldı. Bir eserin Türkiye prömiyerini yaptı.
Naci Özgüç kısıtlı zaman içinde hem Say'ın Uvertürüne hem de diğer eserlerin yorumlanmasına gereken konsantrasyonu göstermiş. Böylesine bir repertuar ve solistlerin olduğu bir konserin yeri maalesef Haliç olmamalıydı.
Sizlere sanat dolu bir hafta diliyorum.
Mehmet Sungur
4 Mart 2017