Çağımız gerçeği "küresel kültürsüzlük" ikliminin etkisi altında kalarak hızla kirlenen kavramların başında sanat ve sanatçılık geliyor. İsimleri Oscar yarışında geçen iki film, "Whiplash" ve "Birdman" sözkonusu kavramların içini müthiş bir hikaye ile doldurmakla kalmıyor; aynı zamanda gerçek sanatçıların sıradanlığın çok ötesinde bir dünyada/ruh halinde yaşadığı gerçeğini biz seyircilere hatırlatıyor.
Tam da bu sebeple, "Whiplash" filmi için medyaya verilen aşağıdaki tanıtım metnine itirazım var:
"Bir tarafta öğrencilerinin korkulu rüyası, caz öğretmeni Terrence Fletcher (J. K. Simmons), diğer tarafta 'en iyi' olmayı kafaya koymuş, aşırı hırslı genç öğrencisi Andrew Neyman (Miles Teller). İki taraf da baskın karakterinden taviz vermeyince, çok geçmeden mantık dışı olaylar gelişmeye başlar."
Whiplash konusunda hiçbir fikri olmayan biri için bu mesaj maalesef filmin ruhunu katletmekten öte bir anlam taşımaz. Andrew ve öğretmeni Fletcher arasında iddia edildiği gibi "mantık dışı olaylar" sözkonusu değil. Filmin tüm meselesi, dehâ seviyesinde bir müzik hocası ile virtüöz olma potansiyeli ve azmine sahip bir bateristin müzik uğruna kıyasıya bir mücadele içine girmesini, karakterler arasında yaşanan ego savaşını kreşendo üslubu ile anlatmak.
Fletcher sınıfın önünden geçerken kulak misafiri olduğu orkestra elemanlarından hangisinin doğru notaya basmadığını farkedecek derecede donanımlı bir eğitmendir. Herşeyden öte müzik bilgisiyle dövebilecek kapasitede bir konservatuar hocası olması nedeniyle herkes ondan çekinir. Öğrencilerine en olmadık hakaretleri yöneltirken de, bir parçanın yorumuna ağlayacak duyarlılığı sergilerken de, aslında tek bir amacı vardır; caz müziğinin yeni Charlie Parker'larını bulup, en yükseğe taşımak.
Filmin bir sahnesinde "mesele orkestrayı yönetmek değil, o işi bir kıt akıllı da yapar; ama esas olay potansiyel dehâları bulmak ve kullandığım yöntemler tepki çekse bile, onları virtüöz seviyesine erişmesi için zorlamaktır" der.
"Whiplash" filmine yapılabilecek en büyük haksızlık "sadist öğretmenin öğrencisine çektirdiği eziyet" tarzında tek boyutlu olarak bakmaktır. Tıpkı "Birdman" filmine "şöhret peşinde koşan egosu şişkin insanların hikayesi" olarak bakmamak gerektiği gibi.
Filmde Riggan (Michael Keaton) yaşlanmayı ve ismi "gişe yapmayan" bir oyuncu olmayı reddedip, sahne özlemini gidermek ister. Bu amaçla varını yoğunu ortaya koyup iddialı bir Broadway oyunu sahnelemeye kalktığında, piyasa kurallarının değiştiğini görünce, içinde kopan fırtınalarla başetmeye çalışır. Yeni kuşak bir oyuncu olan Mike (Edward Norton) kadroya katıldığında, onun varlığının bilet satışlarını ikiye katlamasına bile sevinemez; kendisinin eskimesinin belgelenmesi olarak görür.
Sanatçılığın alelade bir kavram olmadığı; sanatçıların sıradan insanların sıradan telaşeleri ve beklentileri içinde yaşamadığı gerçeği, her iki filmin çok sağlam senaryoları eşliğinde beyazperdede somutlaşıyor. Bu açıdan gerek "Whiplash" gerekse "Birdman" konservatuarlarda ders niyetine gösterilmeli.
Tiyatro sahnesinin dışında gelgitler yaşayan, manik depresif kişilik bozukluğunu çağrıştıran davranışları ile tepki çeken Birdman filmindeki Mike, "bu ne çok kişilik, hangisi gerçek sensin" sorusuna şu unutulmaz karşılığı verir: "Gerçek ben sahnede gördüğündür." Bundan daha iyi bir oyunculuk dersi olabilir mi?
Not: "Whiplash" halen sinemalarda gösterimde; "Birdman" ise 27 Şubat'ta gösterime girecek.