Sezgilerini çoğaltmanın, yaşamın gizini ve büyüsünü kutsamanın, görünmeyeni anlamanın, dış gerçekliği aşarak yeni bir gerçeklik yaratmanın, yaşamı başka imgelerle okumanın ve iç dünyasındaki en uzaklara çekilmenin kıyısında başlar ressam Zafer Gençaydın’ın resimleri.
Renkler dışında doğadan hiçbir şeyi ödünç almadan, içsel döngülerin itisiyle, içinde bir başka dil uç verdiğinde; gerçeğin düşle bozulmuş halleriyle sürer yaratı serüveni.
Senfonik bir müziğin derinliğinde; yaşamın soluk gölgelerinden içsel aydınlığa ulaştığında, içindeki düğümleri renklerin düğümleriyle çözüp, doğadan yansıyan görüngülerden çok, iç dünyasının dehlizlerinde gezinerek düşlerini yeni bir gerçeklikle tuval yüzeyine yansıttığında şekillenir. Aslında yansıtmaktan çok dönüştürür yaşamı, dahası yeni bir yaşam üretir.
Yıllar önce Prof. Jale Erzen’le yaptığı bir söyleşide; “Gerçekleri görüntülerinden soyutlamak, özü değiştirmek değildir. Tersine ayrıntıları ayıklamak, karmaşadan kurtarmak demektir. Bu nedenle, gerçeği soyut ögelerle yansıtmaya ve özüne inmeye çalışıyorum. Picasso’nun ‘Ağlayan Kadını’ndaki elemi ya da Goya’nın ‘Kurşuna Dizilenler’indeki dehşeti, hiç bir fotoğrafın o denli güçlü olarak yansıtabileceğini düşünemiyorum” demişti. Hala, aynı söylem etkin yapıtlarında.
Yaşamla arasındaki ateş duvarı içine doğru yıkıldığında; içindeki karmaşayı, anksiyeteyi devindiren her şey bozar imgelerini. Yeni imgelerle arınır yaşamın karmaşasından; soyut bir yeryüzü şarkısını dillendirerek, kaligrafik notalar serpiştirir tuvallerinin yüzeylerine. İçsel haykırışlarla dışavurduğu resimsel senfoni; en zıt renklerin tınılarını, aykırı akorlarını, uçarı duygulara belenmiş şiirsel biçimlere dönüştürür. Yaratıcı benini resimlerinin içindeki lirizmle sunar. Görsel dünyayı, içsel imgelerine indirgeyerek çoğaltır.
Rüyaları kadar özgür ve rüyaları kadar yaşama yakındır resimleri. Çerçeveler kurmaz yaşama. Bilir sanal çerçevelerin silineceğini. Sınırsız bir düş evreninde gezinir. Çünkü, yaratı özgürlüğünün uç verdiği yerde silinir sınırlar. Sonsuz yolculuklara çıkar iç dünyasında. Alışılmış kodları, öğrenilmiş ezberleri bozarak, kendi resim dünyasıyla sorgular kendini. Bir Mahler senfonisi kadar zıtlıklarla yüklüdür resimleri. Mahler müziğinin döngüsü bitmez sanki içinde. Her bir resmi birbirini tamamlar. Yıllar önce, yazar İnci Aral; “Dünyayla uzlaşamıyor olmanın gizli günlükleri” demişti onun resimleri için, aslında kendiyle uzlaşamamanın çeşitliliğini de sunar hep yapıtlarında. Kendini sorgulayarak biriktirir yeni söylemlerini. Gustav Mahler’i severek dinlemesinin, Kafka, Sartre, Camus, Nietszche gibi yazarların yapıtlarının içinde yitmesinin onun sanatının şekillenmesinde, kendine özgü yön ve iz bulmasında çok etkisi vardır. Dolayımlı imgeler daha bir çoğaltmıştır onu. Çünkü, varsıl bir estetiği özümlemek, her zaman genişletir algı sınırlarımızı...
İBRAHİM KARAOĞLU
3 Şubat 2021, Ankara
Not: Bu yazım, on yıl önce Zafer Gençaydın hocamın Arete Sanat Galerisi’nde açtığı sergisi nedeniyle Hürriyet Gazetesi’de yayınlanmıştır.Bugün de aynen geçerliliğini koruyor.