Kendi menzilindeki ömürlerin de, çocuk sevinçlerinin de belleğiydi sokaklar; geçip giden gölgelerin, suretlerin, seslerin...
Sokakların yüzleriydi duvarlar ve yaşamın ritmi o duvarlara kodlanan afişlerde çoğalırdı. Kuşağımızın yoksulluk ve savaş karşıtı, barışa ve özgürlüğe özlemle yüklü protest manifestolarını ve içimizde durmadan çoğalan ütopik şarkı “imagin”i dışa vururduk duvar afişlerinde.
Simgelerle, logolarla, protest metinlerle donatılmış afişler, onu duvarlara yapıştıranların iletilerini sunar ve ideolojik denetim alanlarının duvarlardan başlayarak sokaklara etkin olan sınırlarını da belirlerdi. Üst üste yapışan afişlerin slogan yüklü çığlığı, en üsttekinin ucunu yırttığınızda, alttakinden duyulurdu. Sahi, her afişin hayata dokunduğu yerde açılan pencerelerden kaç bin kaç yüz sözcük ve duygu dökülürdü?
Dünyaya afişlerin penceresinden bakan ressam Burhan Doğançay’ın (11 Eylül 1929 - 16 Ocak 2013) resimlerini ne zaman görsem hemen anımsarım benim kuşağımın ilk gençliğindeki afişlerin duvarlardaki serüvenlerini.
80’li yılların başlarında, Burhan Doğançay’ın resimlerini ilk gördüğümde, günlerce, kolaj sanatını ve bu sanatın öncü özelliklerini düşünmeye başlamıştım. Parça bütün ilişkisinin göstergeleriyle düşselliğin sınırlarını yeniden çizen kolaj tekniğinin, Doğançay resminin yüzeyinde yarattığı görsel efektlerle ve etkilerle nesnelerin soyut biçimlere dönüşümünü, bu dönüşümün büyüsünü görmüştüm.
Sınırsız görme biçimleri sunuyordu Doğançay. Onun sezgilerini, duygularını boyutlandıran, çoğaltan bu resimler; görsel algımızı çeşitlendirerek varsıllaştırıyordu. Sanatın sınırlarını genişleten ve yapıtlarının bütünselliğini dünyaya yeniden bakarak kuran Doğançay, çok etkilemişti beni. Yaşamın kıyısından, tuvallerinin içlerine doğru sokulan her parça, kendinden başka elemanlara eklendikçe, daha bir devindiriyordu yüzeyleri. Resmin bütününe etkin olan estetik, parçanın özüyle devinim kazanıyordu. Küçük an’ların yaşamı çoğaltan soluklanışını duyumsatıyordu sanki. Yontusal etkinin resme katıldığı yerde daha da çoğalıyordu görsellik. İnsanlığın en eski kalıtlarından olan mozayiğin, kolajın başlangıcı olduğunu duyumsatıyordu. Albertina Müzesi / Viyana
Resme sığmayan, tuvallerin dışına taşan yaşam kesitlerini sunuyordu kolajlar. Perspektifin klasik etkilerini yıkarak, bizi özgür bakış eylemleriyle buluşturuyordu. Yıllar sonra öğrendim; Kübizm akımını devindiren, ona dinamizm katan ve düşleri varsıllaştırarak, çağdaş sanatı etkileyip, tetikleyen de kolajmış. Bir çeşit oyun aslında kolaj; yaşamı yeniden denemenin ve estetikle, yabancılaştırmayla çoğaltmanın sanatsal oyunu.
Doğançay’ın tüm yapıtlarında, ilk yapıtlarındaki dinamizm etkili. İçinde yittiği evrenden aldığı her örneklem ve onlarla çoğalttığı dünyalar, ona özgü söylemlere dönüşüyor; kolaj yaşamlarla süren ömrümüzün, plastik dille kurgulanan yansıları gibi.
Evvelki yaz, Paris’in orta yerinde, mimari ikonlardan biri olan Centre Pompidou’nun yürüyen merdivenlerinden çıkarken, Burhan Doğançay’ın “Fısıldayan Duvarları”nı anımsadım. Centre Georges Pompidou yapıldıktan beş yıl sonra, Burhan Doğançay’ın 1975’te uzun bir yolculuğa çıkarak , 114 ülkede çektiği “Dünya Duvarları” fotoğrafları projesi kapsamında oluşturduğu yapıtlarla 1982’de “Fısıldayan Duvarlar” sergisi açılmıştı. Nasıl da onurlanmıştım. Bir dünya sanatçısıydı Doğançay, Guggenheim Müzesi’nin koleksiyonuna alınan ilk yapıtlarından bu yana 69 dünya müzesinde yer aldı yapıtları.
Bıkmadan, usanmadan dilini okuduğu duvarlarla yol arkadaşlığı etti yıllarca. Duvarların belleğinin şeceresini tutu. Kolaj tekniğinin olanaklarıyla bütünlenen yapıtları soyut kavramsal bir sanatın çok boyutlu varsıllığını sundu. Yeteneğini ve sabrını yitirmeden biriktirdi kendini. Kendine özgü bir biçemin ve estetiğin yaratıcısı oldu.
Doğançay resminin en önemli kaynaklarından biri de yerel kültürlerdir. Bilinçaltı, hat sanatının en devingen ve dinamik unsurlarıyla yüklüydü onun. Çünkü, kendine has bir kaligrafik dili vardı. Renkçi bir anlayışla, kaligrafik yansıları renklerle bütünledi. Ritimli, dingin unsurlar, resminin içindeki dengeyi ve sürekliliği sağlıyordu. Ne zaman bir Burhan Doğançay resmine baksam, çağdaş bir estetikle donanmış kaligrafi tadı bulurum ve belleğimden hiç silinmeyen; “Geleneksel olmayan bir şey, gerçekten yeni olamaz”. diyen T. S. Eliot’un söylemini anımsarım. İki yıl önce Albertina Museum’un koleksiyon sergisinde, dünya ustalarının resimleriyle yan yana gördüğümde yine çok onur duymuştum ustayla. Sekiz yıl önce yitirdik Burhan Doğançay ustayı. Duvarlardaki afişlerin içinden geçip giden zamanın akışını resimlerinde eskimez bir belleğe dönüştürmüştü. Ve ülkemizde ilk özel çağdaş sanat müzesi açarak kendi sanatının belleğini sundu sanatseverlere. Dünyanın en iyi müzelerindeki yapıtlarıyla ve sanatımızdaki unutulmaz izleriyle hep anılacak Doğançay.
İbrahim Karaoğlu
15 Ocak 2021, Ankara