İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 13 Mayıs Cuma günü verdiği konserini şef Naci Özgüç yönetti. Piyanist Emre Elivar konsere solist olarak katıldı ve Maurice Ravel'in Op.83 Sol Majör Piyano Konçertosunu seslendirdi. Programda ayrıca yine Ravel'in Op.19 Ölü Bir Prenses İçin Pavan'ı ve Deniz Sever'in (1979) 1. Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda çoğu kez olduğu gibi Ayşe Özbekligil oturuyordu.
RAVEL GECESİ
Konserin kayıt masama yansıyan detaylarına geçmeden önce orkestrayı ve orkestra müdürü Sezai Kocabıyık'ın Donizetti Klâsik Müzik Ödülleri'nde aldıkları ödüller için kutlamak istiyorum. Daha önce de yazdığım gibi konservatuar yıllarından arkadaşım olan Sezai Kocabıyık'ın hem çalgısına hem de sanata verdiği değeri çok iyi bildiğim için bu ödülü almış olması beni şaşırtmadı. Gecenin Özel Ödülüne lâyık görülen İDSO ise hiçbir şey için almamışsa, bu yıl 8. yılına giren göçebe hayatına rağmen inatla konserlerine devam ettiği için almıştır diye düşünüyorum.
Ne yazık ki bu orkestranın dertlerini yazmak yerine orkestranın ne açığını bulurum da yerden yere vururum düşüncesinde olan yazarlar var ki, bu konuda daha da bir şey demek istemiyorum.
Ölü Bir Prenses İçin Pavan, Ravel'in kendisinden ziyade gerçekten iyi arkadaşı olan Claude Debussy havasında yazdığı bir eser olarak tınlar kulağıma. Yumuşak tınıları ile izlenimci yapıda olan eser adeta incecik bir yılbaşı süsü gibidir.
Hâl böyle olunca konserin ilk eseri olarak daha da kırılgan yapıya geliyor eser. Açılışta Korno grubunun her an bir notanın yanlış tınlayacağı endişesini hissetmeseydim daha mutlu olurdum açıkcası. Şef Naci Özgüç, orkestrayı mümkün olduğu kadar yumuşak ve detaylara dikkat ederek çalmaya yönlendirdiyse de, eserin ilk yarısı maalesef biraz panikle geçti diyebilirim.
GENÇ VE DİNAMİK PİYANİST
Konserin ikinci eseri olan Maurice Ravel'in Op.83 Sol Majör Piyano Konçertosu bestecinin en tanınan eserleri arasında yer alır. Klâsik Ravel yapısı içinde yer alsa da yer yer içerdiği caz temaları ile biraz da Gershwinvari bir yapısı vardır konçertonun.
Emre Elivar hem çalışkan hem de müzisyen olarak açık fikirli bir solist. İlk konserlerinden beri kayıtlarını yapan biri olarak Emre Elivar'ın yıllar içinde olgunlaştığını duyabiliyorum. Ravel konçertoda da bu olgunluğu hissetmek mümkün oldu. Ancak mikrofon denilen aletin acımasız bir eleştirmen olduğu da su götürmez bir gerçek, Emre de kaydı dinledikten sonra bana hak verecektir.
Konçertonun bütününe bakarsak Emre Elivar, İDSO ve Naci Özgüç eseri iyi özümsemiş. Solist ve orkestraya ayrı ayrı kendini gösterme fırsatı veren konçertoyu kayıt anlamında üç bölüme ayırmak gerekirse "Tanışma - Kaynaşma ve Aşk" olarak niteleyebilirim.
İlk bölümde solist ve orkestranın yer yer ayrıldığı noktaları düşünerek "Tanışma" bölümü diyebilirim. Piyanodaki artiküle notaların biraz toparlak olması ve orkestranın eşliklerde bu toparlak bölüme aynı toparlak yorumla cevap vermesi, iki sevgilinin tanışma heyecanı gibi naif ancak sakar görüntüsü gibi hissedildi.
İkinci bölümde Emre Elivar ve İDSO bu tanışma faslını atlatarak kaynaşmaya geçti ki, gerçekten beklediğim "yorum" bu bölümden itibaren gelmeye başladı. Hem Emre'nin tuşlara aktardığı hissiyat hem de orkestranın eşliği, duygusal ikinci bölümün havasını dinleyiciye ulaştırdı.
Aşk olarak nitelendirdiğim son bölümde Emre Elivar solist yeteneklerini öne çıkartan, ilk bölümdeki o çekingen havası gitmiş bir yorumla sahnedeydi. Orkestranın nefesli partilerindeki zor pasajlar da olması gereken bir biçimde mikrofonlarıma yansıdı.
Çoşkulu bir finale dinleyicinin alkışı da coşkulu oldu elbet. Emre Elivar da bu alkışlara Franz Liszt'in La Campanella ve Maurice Ravel'in Pavan'ı ile karşılık verdi.
La Campanella'nın teknik zorluklarla dolu topraklarından Ravel'in Pavan'ı ile Emre Elivar ciddi bir performans sergiledi diyebilirim. Zaten zor bir konçertonun ardından hem teknik hem de yorum isteyen iki parça ile kondisyonlu bir sanatçı olduğunu ispatlamış oldu.
La Campanella zaman zaman tuşların azizliğine uğrasa da, Pavan kesinlikle bir meditasyon etkisi yaparak, yukarıda yazdığım Emre'nin olgunlaşma dönemine girmiş olduğu yorumuma hak veren bir performanstı.
Konserin ilk yarısı ile ilgili son bir not eklemek istiyorum; La Campanella'nın bitiminde Emre son akoru bir parça nota dışı çalınca, sahne arkasında isterse bunu yayınlamayabileceğimi söyledim. Bu tip durumlarda solistler mümkün olduğunca en az hatalı yorumu yayınlamamı tercih eder. Ancak Emre Elivar'ın müziğe ve konser kayıtlarına bakış açısını sevmemin en önemli nedeni "Bu konser, ne olduysa orada oldu zaten" diyerek, günahı ve sevabı ile konser kaydını yayınlamamı istemesidir.
ŞOSTAKOVİÇ'İN AYAK İZLERİNDEN YÜRÜYEN BESTECİ
Konserin ikinci yarısında genç bestecilerimizden Deniz Sever'in 1. Senfonisi yer alıyordu. Türkiye'deki eğitiminden sonra St. Petersburg'da opera ve orkestra şefliği eğitimi alan Sever, bu eserini de eğitimi sırasında bestelemiş ve "Bitmemiş Senfoni" adını vermiş. 2015 yılının sonunda esere bir bölüm daha ekleyerek bu akşam konserde çalınan haline getirmiş.
Notlarımıza eserin bu hali ile ilk kez İDSO tarafından seslendirildiğini de ekleyelim.
Deniz Sever'in 1. Senfonisini ilk kez dinleyen ve kaydeden biri olarak izlenimlerim, Sever'in Rusya'da aldığı eğitimin gerçekten iliklerine kadar işlerken köklerinin bağlı olduğu toprakları da unutmadığı oldu.
Şostakoviç'in ayak izleri ile ilerlediğimiz yolda kendimizi bir anda Anadolu'nun ortasında bulmuş olmak, senfoninin ilginç yapısını ortaya koyuyor. Özellikle Türk motiflerinin duyulduğu bölümde şef Naci Özgüç'ün içinden gelen mırıldanmalar beni bir an "Acaba eserde bir bariton partisi mi var?" diye düşünmeye sevk etmedi değil...
Genç bestecilerden beklediğim, yurtdışında modern anlamda tınlayacak ve bizim kültürümüzü de anlatacak eserlerden biri olmuş. Bu nedenle Deniz Sever'in bu eserini dinlemenizi tavsiye ederim.
Eserin yorumu ile ilgili tek sıkıntı İDSO'nun senkoplarda yeterince konsantre olamaması ve zaman zaman ofsayta düşmesiydi. Bu senfoniyi gelecek yılki programa tekrar alarak daha iyi bir kayıt yapmamızı sağlarlarsa gerçekten sevinirim.
Konserden son olarak gözüme çarpan maalesef dinleyicinin konsere pek ilgi göstermediği oldu. Sezon sonuna yaklaşıldığı şu dönemde orkestranın moralli bir şekilde sezona veda etmesi için dinleyici desteğine gerçekten ihtiyacı var. Kim ne derse desin, orkestranın hiç de bitse de gitsek havası yok...