İlk Kültür Bakanı Talat Sait Halman’la başlayan süreçte yüze yakın kültür bakanı geldi geçti. 1990’lı yılların sonlarında, sadece bir yaz döneminde bu koltuğa dokuz bakanın oturup kalktığını hatırlarım. Sayının kabarık olması şu bakımdan dikkat çekicidir: Her bakanın kendince ve partisince bir “kültürel bakış”ı olduğuna göre, ülkenin zaten belirsiz olan kültür politikası fena halde zikzaklı bir yol izlemiş demektir. O yıllarda, değerli şairimiz Cahit Külebi, bakanların değişip durmasını önemsemez, şöyle derdi:
“Türkiye zaten iki kültür bakanı tanımıştır: Birincisi Hasan Âli Yücel, ikincisi Hasan Âli Yücel.”
Talât Halman’dan sonra AKP iktidarına kadar gelip geçen bakanların çoğunluğu, belirli bir kültür politikası uygulamak niyetinde değildi; bürokratik işlerin kazasız belasız yürümesi, böylece komik duruma düşmemek, yetiyordu onlara. Kimi iddialı bakanlar ise kendi görüşleri doğrultusunda sözümona köklü bir kültür hareketi yaratmak amacıyla, “opera ve bale genel müdür yardımcılığı” görevine, Et ve Balık Kurumu mezbahasında “kesim şefi” olan bir bürokratı atamakta diretiyordu. Bu ilginç olaya 1990’lı yıllarda yazdığım Cumhuriyet gazetesindeki haftalık yazımda değinmiş, Devlet Opera ve Balesi’nin özel yasasına göre, genel müdür ve genel müdür yardımcılıklarına atanacak kişilerin belirli sanatsal vasıflar taşıması gerektiğini, yapılan bu atamayla müzik ve opera-bale sanatları ile kesim şefliğinin bağdaşan taraflarını anlayamadığımı belirtmiştim. İlgili bürokrat, beni telefonla arayarak aydınlatıcı bilgiler vermek inceliğini göstermişti, sağ olsun:
“Et ve Balık’ta kesim şefliğinden geldiğim doğrudur, ama biliniz ki ben şu anda Kültür Bakanlığı’nda daire başkanıyım, bu mevkiin bir üst kademesi ise genel müdür yardımcılığıdır, memuriyette hep yükseldiğim için operadaki bu göreve lâyığım, anlaşılmayacak ne var bunda?”
Kesim şefliği olayı bir “uç örnek”tir, genellenemez. Genelleyecek olsak, kültür düzeyi açısından kendince özgün ve tutarlı bir kültürü olan Hotanto kabilesinden beter duruma düştüğümüz görülür. Şu da var ki, toplum olarak bizim kültür birikimimiz, çoğu bakanın epeyce ilerisinde bir düzeyi temsil eder. Tek başına şiir geleneğimiz, 20. yüzyılda uluslararası düzeyin başköşesine oturmuştur. Özellikle plastik sanatlarda ve müzikte, batı dünyasının yüzyıllar içinde başardığını biz cumhuriyet dönemine sığdırabildik. Cumhuriyet döneminin kuşakları, bütün sanat dallarında yaratıcılığını yedi düvele kabul ettirmedi mi? Onları hiçbir güç engelleyemedi. Asıl “komik durum” bu değil midir? Evet, sanatçılarımız, tam anlamıyla “şimşir tarak” konumundadır.