(Bugün köşemde kendi yazımı değil, sağlam bir çevreci ve Atatürkçü olan dostum Metin Erdoğan’ın bir yazısını sunmak istiyorum. Metin Erdoğan, o denli inançlı bir çevreci aydınımızdır ki, aşağıdaki yazıyı okuyan Fazıl’ın, “Yürüyen Köşk” başlıklı bir beste yapmasını sağlamıştır. A.S. )
Metin Erdoğan
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü biz daha çok, değerli bir komutan, çok yönlü bir devlet adamı, ilerici bir önder, incelikli bir diplomat ve duyarlıklı bir sanatsever olarak tanırız. Oysa Atatürk’ün önemli vasıflarından biri de “çevreci” olmasıdır. Henüz 1920’li yıllardan başlayarak belirttiği düşüncelerine ve uygulamalarına bakarak onun dünyada ilk çevreci devlet adamlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Çevreciliğin dünyada yaygın biçimde gündeme gelmesi, 1970’li yıllara rastlar. Oysa Atatürk, ondan 50 yıl öncesindeki konuşmalarında doğa sevgisine ve çevreciliğe ilişkin dikkat çekici mesajlar vermiş, daha önemlisi, uygulamada somut adımlar atmıştır: Kendi parasıyla kurduğu çiftliklerdeki iş makinelerinde biyoyakıt kullanmış, modern tarımı özendirmek amacıyla bir “Araştırma Merkezi” kurulmasını sağlamıştır. Yakınları, onun doğadaki bütün canlılara değer verdiğine, hatta kesilen bir iğde ağacının ardından gözyaşı döktüğüne tanık olmuşlardır.
*
Atatürk Yalova’ya ilkin 19 Ağustos 1929 günü gelmiştir. Amacı, o yıllarda kenti acılara boğan amansız sıtma hastalığı dolayısıyla halkın yanında olmak ve bu hastalığa bir çare bulmaktır. Yalova ve Termal’de incelemeler yaparken yörenin doğal güzelliklerine hayran kalmış, Termal’deki kaplıcaların önemini fark ederek burada bir fizik tedavi merkezinin kurulması talimatı vermiştir.
Gazi Mustafa Kemal, bir süre sonra yatıyla Yalova açıklarında seyrederken kıyıdaki ulu bir çınara gözü takılır ve hemen karaya çıkar. Gölgesinde bir süre oturduğu bu çınarın etkisiyle burada kendisine bir ev yapılmasını buyurur.
Günümüzde, Yalova sahilindeki Atatürk tarafından kurulan Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü’nün bahçesi içinde olan bu iki katlı ahşap binanın yapımı 22 gün sürmüş, 12 Eylül 1929’da içine eşyalar konarak ev oturulur hale gelmiştir.
Atatürk 1930 yılında bir gün, sahildeki bu eve tekrar geldiğinde, o çok sevdiği ulu çınarın kocaman dallarından birinin bahçıvan tarafından kesilmek üzere olduğunu görünce hemen sormuştur:
“Dur bakayım, bu dalı neden keseceksin?”
“Paşam, bu dal uzayıp evin çatısına çarpmaya başladı, zarar veriyor, onun için keseceğim onu!”
Atatürk’ün o anda, tarihe geçen şu buyruğu verdiği bilinir:
“O dal kalacak, köşk gidecek!”
Ertesi gün Yalova’ya İstanbul’dan bir teknik ekip gelmiş, bu ekip, Atatürk’ün gözetiminde üç günlük bir hazırlıktan sonra, 8 Ağustos 1930 günü, döşenen raylar üzerinde köşkü 4 metre 80 santim kaydırmıştır. Bu çalışmayı gazetecilerle birlikte Ata’nın kızkardeşi Makbule Atadan ve Vali Vekili Muhiddin Üstündağ da izlemiştir.
*
Aslında, bu ahşap yapının sökülerek yaklaşık 5 metre ötede yeniden yapılması belki daha kolaydı. Peki, Mustafa Kemal, binayı kaydırmayı neden yeğlemişti? Çünkü amacı, bu ilginç girişimle dünyaya bir mesaj vermekti:
Bir ağacın tek bir dalı bile çok değerlidir.
Bu değer ölçütüne günümüzde şöyle deniyor:
Ağacıma dokunma, ekosistem bozulur!
Atatürk’ün başka bir mesajı daha vardı: Bir binayı kaydırma teknolojisine ülkemizin sahip olduğunu dünyaya duyurmak…
O zamanlar adı “Millet Köşkü” olan bu binaya, “Yürüyen Köşk” adını sonraları halk vermiştir. Bugün “Yürüyen Köşk”, bir doğa ve çevrecilik simgesidir ve günümüzün ilginç, anlamlı bir müzesi olarak işlev görmektedir.