Geçenlerde, eski bir dost çevresinin çıkardığı dergide yayımlanmak üzere, Sovyetler Birliği döneminde müzik sanatının ne gibi bir gelişim gösterdiği üzerine benden bir yazı istediler. Bu uçsuz bucaksız ülkede Ekim Devrimi sonrasında özellikle kırsal kesim insanlarının eğitilmesine önem verilirken öte yandan da öncü sanat çalışmaları yasaklanmış olduğu için, nasıl bir yazı yazacağım üzerinde bir süre düşündüm. Sonunda gerçeği olduğu gibi yazma kararı aldım ve şu iki Rus sanatçı örneğinden yola çıktım:
Devrim öncesinin bestecisi olan Aleksandır Skriyabin (1871-1915), “Çağdaş müzik” olarak adlandırılan 20. yüzyıl müziğinin öncülerinden biri değil, “ilk öncüsü”ydü ve Skriyabin tarihe bu ileri yönüyle geçmiştir.
20. Yüzyılın en yetenekli bestecilerinden olan İgor Stravinski (1882-1971) ise Ekim Devrimi sonrasında Rus halk müziğinden de yararlandığı “eski usulde” besteler yapmış, ama yeni müzik akımlarına ancak yüzyılın ikinci yarısından sonra yönelmeyi göze alabilmiştir.
Bu iki örnek, 1917 Ekim Devrimi’nin müzik sanatına hazırladığı olanaklar bakımından şanslı olduğunu göstermekle kalmaz, Devrim’in müzik sanatında dünyaya örnek olacak yeni ve ileri akımları yaratabileceğini de gösterir. Oysa, Sovyetlerde genel uygulama ve gelişmeler pek öyle olmamış, yeni ve öncü bir sanat kavrayışının doğması engellenmiştir. Bununla da kalınmayarak Avrupa ülkelerinde gelişen ileri sanat akımlarının Sovyetler Birliği’ne girmesine izin verilmemiştir.
Sonuç olarak toplumsal planda insanoğlunun yaratıcı değerlerini ileriye taşıyacak bir potansiyel güç olan sosyalist öğreti, devrimin önderi Lenin sonrasında Sovyetler’de tutucu parti ideologlarının baskısıyla sanat alanında kimlik değiştirmiş, sanatsal yaratıcılığı engelleyen bir sansür kurulunun işlevine dönüşmüştür.
Özetle şu söylenebilir: Devrimden sonra Sovyetler Birliği cumhuriyetlerindeki halkların kültürel düzeyini yükseltme çabalarının yoksul kitlelere yönelme amacıyla uygulanması ne kadar yerindeyse, kültürel yönden Avrupa düzeyinde gelişmiş olan sanat çevresi ve kurumlarında eskiye dönük ve tam anlamıyla tutucu sanat politikasının uygulanması da o denli yanlıştı. Ayrıca, dünyanın birçok ülkesinde filizlenen yeni sanat akımlarının istisnasız hepsine birden “gerici burjuva sanatı” yaftası yapıştırılarak sanat alanında dünya ölçeğinde olan bitene sırt çevirmek yanlışına da düşülmüştü.
Bu gerçekleri göz ardı etmeyi kendime yakıştıramadım doğrusu…
AHMET SAY