İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasının 20 Kasım'da Caddebostan Kültür Merkezinde verdiği konser gerçekten önemli konserlerden biriydi. Deneyimli şef Rengim Gökmen'in yönettiği konserde kemancı Veriko Tcumburidze, viyolonselci Dorukhan Doruk ve piyanist Yunus Tuncalı solist olarak yer aldılar.
Beethoven'in Do Majör Üçlü konçertosunu seslendiren genç sanatçılar dinleyenlerine gerçekten müthiş bir performans sundular. İşte bu noktada bu gençlerin buraya nasıl geldikleri konusuna biraz eğilmemiz lazım.
İyi bir sanatçı yetiştirebilmek için öncelikle bu yeteneğin genç yaşta fark edilmesi gerekiyor. Burada aile faktörü ön plâna çıkıyor haliyle. Ailenin çocuğu yakından takip ederek neye ilgisi olduğunu incelemesi, bunu fark edebilirlerse yeteneği doğrultusunda çocuğu geliştirecek eğitimcilerle iş birliği içine girmesi gerekiyor.
Yetenek Allah vergisi bir durum olduğu için çoğu zaman çocukta bir yetenek olsa da ailenin ilgi alanı sanat olmadığından ya da ailede bir sanatçı bulunmadığından, aile tarafından fark edilmesi mümkün olmayabiliyor. İşte bu durumda çocuğun yetiştiği eğitim kurumu ve buradaki eğitimcilerin dikkati önem arz ediyor.
Bunu sağlayabilecek en önemli kurumlardan biri olan Köy Enstitülerinin kapatılmış olması, ülkemizin kırsal alanında bulunan cevherlerin keşfedilmesini engelleyen üzücü gelişmelerden biri olmuştur ülke tarihinde...
Bu noktada aileler ya da eğitimciler tarafından fark edilen "şanslı" çocuklar doğru yerlere yönlendirilip yetenekleri doğrultusunda eğitim alabilirlerse geleceğin sanatçıları olma yolunda ilk engeli aşmış oluyorlar.
Yeteneği fark edilen ve doğru eğitimi alacak çocuk için yolun kalan kısmında ilk durak kesinlikle doğru eğitimci ile çalışması. Doğru eğitimci derken, pedagojik olarak yeterli, her çocuğun öğrenme noktasını kavrayıp ona özel sistem uygulayan eğitimciden bahsediyorum. Yoksa bir kıyafetin herkese uymayacağı gibi, "sistem bunu gerektiriyor" diyerek yekten bir eğitim sistemini, hele ki sanat eğitimin her çocuğa uygulamak da mümkün olmayacaktır. Bunun sonuçlarını maalesef bir kaç nesil önce yapılan hatalarla yaşadık. Ülkemizde sanat üzerine çok başarılı olacak kaç çocuğumuzu Alman ve Fransız katı disiplini altında ezerek soğuttuğumuz belli değil.
Doğru eğitimci ve doğru sistemden sonra gelen en önemli ve ülkemizde aşılması en güç sorun ise yine "maalesef" finansal destek.
Bir sanatçının yetişmesinde, özellikle de müzik alanında yetişmesinde iyi bir çalgı kullanması önemli bir nokta. Çalgıların maliyetleri ise azımsanmayacak kadar yüksek. Buna bir de eğitim kurumlarının talep ettikleri ücretleri eklersek, bir çocuğun ailesine maliyeti çoğu zaman o ailenin bunu karşılamasını mümkün kılamayacak kadar yüksek olmakta. Yurt dışı eğitim masrafını saymıyorum bile...
İşte bu noktada yetenekli çocukların devlet ve özel sektör tarafından desteklenmesi çok çok önemli.
Yine "maalesef" bu olanağa sahip olacak çocuk oranı ülkemiz nüfusuna oranla çok çok az. Gelecekte ülkemizi başarı ile temsil edecek yeni isimlere sahip olmak istiyorsak, devletin ve özel sektörün bu konuda daha cömert olması gerekiyor. Çocuklarımız bu imkâna sahip olmalılar ki gelecekte kendi ülkelerinden gördükleri desteği unutmadan ülkelerinin kültür ve sanat politikalarına sahip çıkabilsinler. Yoksa başka devletlerden ya da yurt dışındaki kurumlardan görecekleri desteklerden sonra ülkelerine geri dönüp bu konuda birşeyler yapmalarını beklemek kuru bir hayalden öteye gitmez. Bazen vatan dediğiniz toprak, ne yazık ki doğduğunuz toprak değil size değer veren, sizi destekleyen ve sizin potansiyelinizi ortaya koyan toprak oluyor.
Yukarıda saydığım bütün olasılıkların gerçekleşmesi sonucu, bize enfes bir konser yaşatan Veriko, Dorukhan ve Yunus bir kez daha düşündüklerimin gerçek olduğu sonucunu ortaya koyuyor.
Bu güzel üçlünün eğitiminde payı olan eğitimcilere ve onları destekleyen kurumlara ne kadar teşekkür etsek az.
Yazımın sonunda iki şeye daha değinmek istiyorum:
Birincisi genç sanatçıları dinlerken doğru müzik yapan ve yaşları gereği ellerinden gelen yorumu ortaya koymak isteyen bir enerji hissettim. Tonmayster gözü ile her zaman dediğim şeye yani bir sanatçının yorumcuya dönüşmesi için gereken en önemli şeyin yani "yaşanmışlığın" olması gerektiği. Bir yorumcu yaşadığı hayatın birikimleri ile, aşkları, sevinçleri, üzüntüleri, hüsranları, çoşkuları ile yorumcu oluyor ve üstün yetenekli bile olsanız zamanı ileri saramayacağınız tek unsur işte bu "yaşanmışlık".
İkincisi ise, uzun zamandır değindiğim eser arasında gelen alkış faciası. Cuma akşamı Caddebostan Kültür Merkezine gelen dinleyiciler, özlediğim ve olması gerekeni yapan yani eserin sonunu bekleyerek tüm coşkusu ile alkışlayan dinleyici idi. Bu nedenle bu yazıyı okuyan ve orada olan tüm dinleyicilere yürekten teşekkür ediyorum.