Çoraklaşan başkenti yaşama kavuşturacak yeni “CSO Konser Salonu” ile Operaevi’ni de içeren “Ankara Kültür ve Kongre Merkezi” için büyük emek harcanmıştır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda yönetici olduğum dönemde başlayan çalışmalar, Devlet Opera ve Balesi ve Kültür Bakanlığı’ndaki görevlerim sırasında da sürüp gitti.
Birinin temeli atılmış, diğeri inşaat ihalesi aşamasına getirilmiş bu önemli kültür sanat projelerinin bitirilemeyişini anlamak zordur. Her biri 80–100 milyon dolar kaynakla tamamlanacak bu projelere, Türkiye’nin yatırım yapacak kaynağının bulunmadığına inanmak olanaksızdır. Çünkü 4–5 yılda bitecek bu projelere yılda 30 – 40 milyon dolar gibi para harcamak yeterlidir.
Konu başkadır: Konu, kaynak meselesi değil, anlayış meselesi, uygarlık meselesidir. Sonuçta, “Biz ne tür bir insan yaratacağız, nasıl bir ülke olacağız?” meselesidir. Mesele zihniyet meselesidir. Türkiye’de gelmiş geçmiş iktidarların nerelere ne denli büyük kaynaklar ayırdığını hep biliyoruz. Bizim, kültür sanatı, insan yaşamının merkezine yerleştiren, Atatürk gibi düşünebilen yöneticiler dilemekten başka umarımız kaldı mı?
Konunun diğer ilginç ve acıklı yönü ise şudur. Cumhuriyet kurulurken Ankara, “Kültür Başkenti” olarak yeniden inşa edildi. Devlet Tiyatrosu’nun, Devlet Operası ve Balesi’nin, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın, Konservatuvarın ve Ankara Üniversitesi’nin, cumhuriyetin yeni başkentinde kurumsallaşmasını bu anlamda değerlendirmek gerekiyor.
Yaşadığımız sonu gelmez serüvene bakalım:
Türkiye’de orkestralarımızın, opera ve balemizin etkinliklerini sergilediği mekânlar yüz ağartıcı olmaktan uzaktır. Diğer kentlerimizi bir yana bırakalım, başkent Ankara’nın bile bu alandaki durumu yüz kızartıcıdır. Ankara bugün, konser salonu, opera binası olmayan, Avrupa’daki tek başkenttir.
Oysa başkent olmayı bir yana bırakalım, kent olabilmenin ana göstergeleridir konser salonları, operaevleri, tiyatro ve müzeler. Kültür mekânlarında hazırlanan ve halka sunulan konser, opera, bale, tiyatro gibi sanat etkinlikleri, insanı insan yapan üretimlerdir. Kültür sanat binaları ise kentin simge yapılarıdır.
MÜKERREM BERK'İN EMEKLERİ
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın bugün konserlerini verdiği Talatpaşa Bulvarı’ndaki salonu, aslında sergieviydi, güreş müsabakalarının yapılacağı bir salona dönüştürülmesi son anda engellenerek 1961 yılında Mimar Ertuğrul Özakdemir’in çalışması ile kısa sürede 800 dinleyici kapasiteli bir konser salonuna dönüştürüldü. Dönemin orkestra müdürü Mükerrem Berk’in, bu çalışmada emeği büyüktür.
Devlet Opera ve Balesi’nin çalışmalarını ve etkinliklerini sürdürdüğü 700 izleyici kapasiteli operaevinin öyküsü daha ilginçtir: Bina; aslında bir sergieviydi. Dönemin müziksever Cumhurbaşkanı İsmet İnönü; Maliye Bakanı’nı, operaevi konusunda sıkıştırmaktaydı. Operanın karşısındaki günümüz Kültür Bakanlığı binası ise o zamanlar Maliye Bakanlığı’nın hizmet binasıydı.
Maliye Bakanı, yolun karşı kaldırımındaki “Sergievi”ni görünce hemen o gün için çözümü de bulmuş oldu. Sergievi, opera binasına dönüştürülecekti.
ÇİRKİN MATMAZEL
Ünlü Alman mimar Paul Bonatz’a öneri götürüldü. Sergievi gezdirilince değerli mimarın Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemseddin Sirer’e verdiği yanıt anlamlıdır:
“Sayın Bakan, siz beni çirkin bir matmazel ile evlendirmek istiyorsunuz!”
O günden sonra çalışmalar ilerledikçe Bonatz’a sorulan soru hep şöyle olmuştur:
“Çirkin matmazel ne durumda?”
Bina 1948 yılında görkemli bir törenle açılır. 700 kişilik salon, Türkiye’de o günün ölçülerine ve yeni kurulan operaya göre, büyük görünen görkemli bir yapıdır. Ama günümüz için çok yetersiz, çok küçüktür.
RAFA KALDIRILAN PROJE
Aslında operaevinin daha da eskiye dayanan bir öyküsü vardır. Atatürk, 1937 yılında mimar Buruno Taut’a 1500 izleyici için proje hazırlatmış, bu dünyadan göçünce de proje rafa kaldırılmıştır.
1980’li yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın müdür yardımcısıydım. Orkestranın dinleyici sayısında önemli artışlar sağlanmıştı. Daha sonra Hipodrom alanında, Atatürk Spor Salonunda, Efes ve Aspendos antik tiyatrolarında gerçekleştirilen kitle konserleriyle dinleyicimiz çok arttı. Öylesine bir artış yakalandı ki, haftasonu konserlerinde, salonunun merdivenleri ve duvar kenarları bile konser dinleyicileriyle doldu taştı. Binanın yetersizliğini, konser salonunun fuayesine monte edilen sinevizyon sistemiyle giderme yollarını arar duruma gelmiştik.
Özellikle popüler programların yer aldığı konser günlerinde yer bulamayan dinleyiciler, bize tatlı bir sıkıntı yaşattılar. Salona girmek için dış kapının camlarının kırıldığı konser akşamları oldu.
12 Eylül darbesi sonrasının yaşandığı yıllardı. Turgut Özal önce Başbakan Yardımcısı ve Başbakan daha sonra da Cumhurbaşkanı olacaktı. Orkestranın eski bir dinleyicisi idi. Bizimle yakınlık kurmakta gecikmedi.
ÖZAL'IN VİZYONU
Özal, insan ilişkilerinde sınırları kaldıran bir yapıya sahipti. O günlerin yoğun dinleyici kitlesiyle dolu olduğumuz bir konserimizde, salona dinleyici kapısından girme olanağı bulamayınca konser salonunun sahne merdivenlerinden salona indirilmişti.
Özal böyle bir konserde sanatçılar fuayesine gelmişti: “Hüseyin Bey, bu salon çok küçük ve eski” diyerek düşüncelerini belirtmişti.
Hükümet yeni kurulmuştu. Basına yansıyan biyografilerde, bakanların büyük bir bölümünün mühendis kökenli olduğu anlaşılıyordu.
“Efendim, mühendislerden oluşan yeni bir Bakanlar Kurulumuz var. Dilerim bu kez yeni bir konser salonuna kavuşuruz” demiştim Turgut Özal’a.
Gülerek Maliye Bakanı Kaya Erdem’e seslendi: “Kaya, bak Hüseyin Bey ne söylüyor” diyerek onu yanına çağırıyordu.
GEWANDHAUS TARTIŞMALARI
Sevindiriciydi, Başbakanın kafasında da yeni bir salon vardı. Bir konser sonrasında ayaküstü yaşanan bu diyalog, yeni CSO Konser Salonu serüveninin başladığı gün oldu. Bunu; orkestra şefi Aykal’ın, iyi konser salonu olarak Özal’a önerdiği “Gewandhaus” tartışmaları izledi. Bizi heyecanlı ve çatışmalı bir dönem bekliyordu. Ancak el attığımz bu konu sonu gelmez, bir serüvene dönüşecekti!
14 Aralık 1990 günü toplanan “Milli Komite”, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun, Atatürk Kültür Merkezi alanında 4. Bölgede inşa edilmesine karar vermişti. Beş bölgeden oluşan AKM alanı, 1980 yılında çıkarılan “Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında 2302 Sayılı Yasayla”, kültür sanat yapılarına tahsis edilmiş, yasal güvenceye kavuşturulmuştu.
Turgut Özal, pragmatik düşünce yapısında bir kişilikti. 12 Eylül döneminin getirdiği ortamdan da yararlanarak, İnce eleyip sık dokumadan, “Leipzig’deki Gewandhaus Konser Salonu”nu da inceleterek Ankara’ya yeni, modern bir konser salonu kazandırmak için kolları sıvamış, Bayındırlık Bakanı Altınkaya’yı görevlendirmişti.
BAGED YERİNE GÖNYE
İzlenen yol, Bakanlığın bu konudaki proje elde etme yöntemine uymuyordu. Bu nedenle Mimarlar Odası; Bakanlığa ve CSO’ya tam anlamıyla savaş açtılar. Gazete ve dergilerde çizilen karikatürlerde orkestrayı yöneten şefin eline baget yerine gönye verdiler. Orkestra şefi Aykal, Cumhurbaşkanına Gewandhaus’u iyi konser salonuna örneği olarak verebilir. Oysa CSO’nun yönetimi olarak bizim Bayındırlık Bakanlığı’nın izleyeceği yola yönteme hiçbir şekilde karıştığımız yoktu ve olamazdı.
Amacımız CSO’ya ve Ankara’ya yüz ağartan bir konser salonu kazandırmaktı. Bizim dışımızda izlenen yol ise, Özal’ın, kısa yoldan sonuca giden, pratik iş yapan zekâsının sonucuydu. Çok acıdır. Aradan geçen uzun yıllara ve konser salonunun yapılmayışına bakarak “O günün tartışmaları kime yaradı?” sorusu bugün cevap arıyor.
Mimarlar Odası nezdinde yaptığımız bütün uzlaşma çabalarımız sonuçsuz kaldı. Kendimizi anlatmamız olanaksızdı. Yeni bir konser sezonunun hazırlık çalışmaları devam ederken tam da o sıralarda Bayındırlık Bakanlığı’ndan, CSO’nun müdürü olarak beni aradılar.
AYKAL HANGİ GÖRÜŞE KATILDI?
Proje Dairesi Başkanı Gülay Andaç, Bayındırlık Bakanlığı’na davet ediyor, bakanlığa sunulun konser salonu projelerinden birini seçmemizi istiyordu. Gürer Aykal’la Bayındırlık Bakanlığı’na giderken de, Gewandhaus tartışmalarını anımsatarak hazırlanan projelerden en uygun olanını seçmemizin, projeler arasında varsa bile “Gewandhaus”un kopya projesinden uzak durmamızın daha doğru bir seçim olacağını söylüyordum. Gürer Aykal da görüşüme katılmıştı.
Bayındırlık Bakanlığı toplantı salonunun duvarlarına asılan konser salonu projeleri hakkında, başta Gülay Andaç olmak üzere, bakanlığın uzman mimarları bize teknik bilgi verdiler. Bayındırlık Bakanlığı 19 mimarlık firmasını, proje vermek için davet etmiş, ancak meslek odalarının ve mimarların protesto ettikleri yarışmaya 3 mimarın projesi katılmıştı. Duvarda Umut İnan’ın, Ahmet Gülgören’in ve Turgut Alton’un bu üç projesi sergilenmişti.
Turgut Alton, Gevandhaus Konser Salonu’nun projesini göndermiş, öteki mimarlar özgün projeler sunmuştu. Bayındırlık Bakanlığı uzmanlarının verdikleri teknik bilgiyi de göz önünde tutarak Gürer Aykal ile birlikte, Mimar Umut İnan’ın projesini uygun bulduğumuzu belirttik.
Bayındırlık Bakanlığının uzmanları çok rahatladılar. Proje Dairesi Başkanı en iyi projeyi seçtiğimizi ve en doğru kararı verdiğimizi söyleyerek bizi kutladı. Gülay Andaç da benim gibi, Mimar Odalarıyla yaşanan tartışmanın biteceğini düşünüyor olmalıydı.
MİMARLAR SAVAŞI, ANKARA SALONU KAYBETTİ!
Ancak tartışma bitmediği gibi artarak sürdü gitti. Mimar Odaları, Umut İnan’ın projesini önce “Gewandhaus’un kopyası” olarak nitelediler. Öyle olmadığı anlaşılınca da, projeye “şişman benzeri” damgasını vurdular. Umut İnan’ın üzüldüğünü, üyesi bulunduğu meslek birliğinden de istifa ettiğini duydum. Açtıkları savaşı mimarlar kazandılarsa da Başkent Ankara, yeni bir Konser Salonundan yoksun kaldı.
İktidar değişti, Bayındırlık Bakanları değişti. İş tamamen çıkmaza girdi. Turgut Özal Cumhurbaşkanı olmuş, ancak siyasal gücü azalmıştı. Anavatan Partisi hükümetlerinin son Bayındırlık Bakanı da projeyi yaşama geçirmeyeceğini söylüyordu.
Projeyi kurtarmak amacıyla yakın ilişkimiz olan sanatsever siyasetçi Avni Akyol; yeni Kültür ve Bayındırlık Bakanları ve bizi, yemekli toplantıda bir araya getirdi. CSO Müdürü olarak ben, Gürer Aykal ve Selim Öğüt toplantıda görüşlerimizi dile getirdik. Ancak yeni bakanlar bizimle aynı görüşte değildi. Sanki başka bir dil konuşuyorduk.
ÖZAL HANGİ BAKAN İÇİN ÖKÜZÜN TEKİ DEMİŞTİ?
Turgut Özal’a yaşanan durumu anlattık. Bir süre geçti. Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı’nın yeni yıl daveti vardı. Davetliler arasındaydım. Cumhurbaşkanı Turgut Özal konukları geziyor, tanıdıklarının elini sıkıyordu. Beni görünce yanıma geldi. Kalabalık çemberi daraldı. Turgut Özal, unutamadığım bir söz söyledi:
“Hüseyin Bey, o Bayındırlık Bakanı’nın adı neydi?”
Projeyi engelleyen Bakan’ın adını söyledim.
“O öküzün tekiydi” dedi.
Özal’dan hiç duymadığım sözlerdi. Herkes bizi dinliyordu. Özal devam etti:
“Yenisi de ondan beter!”
Anlaşılan sözünü dinletememiş, konuyla ilgilendiğini ve kızgınlığını belirtiyordu.
BİZ SİZİN NASIL KEMAN ÇALDIĞINIZA KARIŞIYOR MUYUZ?
Yeni bir hükümet kuruldu. Bu kez iktidar da değişmişti. Kurulan yeni hükümetin Bayındırlık Bakanı, Sosyaldemokrat Halkçı Parti’li Prof. Onur Kumbaracıbaşı’ydı. O da çözümü yeni bir projenin üretilmesinde buldu ve yeni proje için çalışmalar başlattı.
O günlerin birinde, CSO’daki müdürlük odasına bir grup mimar geldi, “Size Konser Salonu yapıyoruz” diye söze başladılar. Bense nasıl bir salon yapacaklarını merak ederek soruyordum. Mimarlarımızdan, soruma aldığım yanıt beni iyice şaşırttı. Aynen şöyle dediler:
“Biz sizin nasıl keman çalacağınıza karışıyormuyuz. Siz de bizim işimize karışmayın!”
İnanamadım söylenenlere.
“Peki, dedim, ev yaparken, nasıl bir ev istediğimi sormayacak mısınız? Evin kaç odası, kaç tuvaleti olacak, salonu, mutfağı nasıl bir ev olacak? Sormayacak mısınız?”
HİÇ KONSERE GİTMEMİŞ MİMARLAR!
Merak ederek sorularımı sürdürdüm:
“Siz, senfonik konserlere geldiniz mi hiç?”
İçlerinden yalnızca bir mimarımız, “Ben İstanbul’da bir kez konsere gitmiştim” dedi.
Daha da şaşırdım.
“İnanın çok cesursunuz, konsere bile gitmeden konser salonunu nasıl yapacaksınız?” diyebildim.
O gün anladım ki, mimarlarımızın bizimle kavgası devam ediyordu. *
Unutamadığım bir anıdır. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile Berlin’de konser turnesindeydik. Programımızda Leipzig de vardı. Leipzig’e, Gewandhaus Konser Salonunu görmeye gittik. Grupta Bayındırlık Bakanlığı Proje Dairesi başkanı Gülay Andaç, Gürer Aykal ve Almanya’da sanat yaşamını sürdüren korno sanatçısı Mahir Çakar da vardı.
Gewandhaus Konser Salonu’nda bir prova izledik. Orkestrayı müzik direktörleri Kurt Masur yönetiyordu. Mendelssonhn’un Keman Konçertosu’nu çalıyorlardı.
GEWANDHAUS MİMARININ SÖZLERİ
Prova sonunda konser salonunun mimarı Prof. Skoda bize salonu gezdirerek bilgiler verdi. Söylediği ilk söz şöyleydi:
“Biz bu salonu Gewandhaus orkestrası sanatçıları ile birlikte geliştirdik ve ürettik. Çünkü sonunda burada yaşayacak olan onlardır.”
Bizim mimarlarımızla Almanya’daki mimarlar arasındaki düşünce farklılığı beni çok etkilemişti.
Gewandhaus Orkestrası Müdürünün söylediği de çok önemliydi.
“Bizim orkestramız, bu salondan önce, pek üst düzey bir orkestra değildi. Gewendhaus salonundan sonra çok yüksek bir düzeye gelindi. Bu salonda orkestra kendisini cennette hissediyor…”
ULUSAL YARIŞMA
Hükümet değişti. Umut İnan’ın iptal edilen “CSO Konser Salonu Projesi”nin yerine, Bayındırlık Bakanlığı’nca açılan ulusal yarışma 1992 yılında sonuçlandı. Yarışmaya 47 proje katılmıştı. Seçimi yapacak jüri, Doğan Tekeli’nin başkanlığında Nejat Ersin, Orhan Dinç, Doruk Pamir, Nuran Ünsal, İlhami Ural ve Ali Tarzbaşı’ndan oluşuyordu. Gürer Aykal ve Suna Kan’la birlikte ben, orkestra müdürü ve mal sahibi konumuyla danışman jüri üyesiydik. Doğan Tekeli’nin başkanlığında çok verimli bir çalışma yürütüldü. ODTÜ’lü genç mimarlar Semra ve Özcan Uygur’un projeleri uygulamaya değer bulundu.
Radyoevinin karşısında eski CSO Salonunun yan tarafında yapılacak yeni konser salonu, üçlü bir yapıdan oluşuyordu. Ortada bulunan konser salonu 2200 ve 500 seyirci kapasiteli iki salondan oluşacaktı. Fuayesinin üstü cam olarak tasarlanan proje, Ankara Kalesi ve Anıtkabir arasındaki çizgi üzerindeydi. Salon, aynı zamanda bir gölün ortasındaydı. Cam, göl ve yakınından geçen metro hattı sorunları, proje görüşmelerinde çok tartışılmıştı.
Semra ve Özcan Uygur’ların seçilen projesi için Bayındırlık Bakanlığı uzmanlarıyla verimli bir çalışma yürüttük. Leipzig Gewandhaus Konser Salonu’nun akustik uzmanı Prof. Fasold, yeni salonun akustik çalışmalarını gerçekleştirdi. Fasold Ankara’ya davet edildi. Sözleşme imzalandı. Böylece konser salonunun uygulama projeleri tamamlandı.
OY HAKKIMIZ YOKTU AMA...
Yarışma sonunda, CSO yetkilileri ve danışman üyeleri olarak verdiğimiz raporda, Türkiye’de ilk kez yapılan bir konser salonu için, uzman bir akustikçinin, Prof. Fasold’un danışmanlık yapmak üzere davet edilmesi zorunluluğuna değinerek jüri’nin de dikkat çektiği hususların düzeltilmesine vurgu yapmıştık.
Projenin düzeltilmesi için o gün dikkat çektiğimiz hususlar şunlardı:
“– Yapının oturduğu zeminin, doğal zemine yaklaşacak şekilde mümkün olduğunca yükseltilmesi.
– Bu amaçla; giriş mekânının da mümkün olduğu kadar, doğal kata yaklaştırılması.
– Büyük salonun iç biçiminin ve iç düzenlemesinin, rapordaki eleştiriler göz önünde tutularak geliştirilmesi.
– Yan bloklardaki çalışma mekânlarının doğal ışıktan yararlanmasının sağlanması.”
“Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Koro Çalışma Binaları” projesi, Jüri üyelerinin 3’ünün olumsuz görüşüne karşı, 4 üyenin olumlu görüşüyle kabul edilmiştir.
Gürer Aykal, Suna Kan ile birlikte orkestra müdürü olarak benim, danışman jüri üyesi olarak oy hakkımız yoktu. Görüş ve eleştirilerimizi ortaya koymaktaydık. Bu anlayışla uygulamaya değer görülen bu proje hakkında ortaya koyduğumuz raporda vurguladığımız yukarıdaki görüşler bizim için önemliydi.
“AYAKKABIMI SATAR, GENE BU SALONU YAPARIM!”
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü’ydüm. Yeni Kültür Bakanı, İstemihan Talay ile birlikte 22–24 Eylül 1997 tarihlerindeki Cumhurbaşkanı Demirel’in Hırvatistan ziyaretindeki heyetteydik.
Zagrep’te Büyükelçimizin Cumhurbaşkanı için düzenlediği yemek daveti vardı. Yeni Bakan Talay’la Büyükelçiliğin bahçesinde konuşuyorduk. Sayın Bakan’a inşaat ihalesi aşamasına getirdiğimiz CSO konser salonunun temelinin atılmasının önemini anlatıyordum. Bu yapılırsa, Bakan’ın adının yazılacağını hatırlatma gereğini duydum.
İstemihan Talay, klasik müziği seven, periyodik konserleri izleyen bir siyasetçiydi. Ankara’ya döndükten bir süre sonra beni aradılar. Konser salonunun temeli atılacaktı ve 1997 yılının 21 Aralık gününde gerçekten de konser salonunun temeli atıldı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in açılışta yaptığı konuşmanın ana teması “Saat 21.00 de uyuyan Türkiye istemiyorum”du. Demirel, temeli atarken “Ayakkabımı satar, yine bu salonu yaparım” diyordu. Ancak satılan ayakkabı ve ayrılan yetersiz ödenek sınırlı olunca, inşaat kaplumbağa hızıyla ilerledi. Dahası CSO’nun seyirci kaybı, yeni salonun gerekliliğini de hissettirmedi.
“CSO Konser Salonu Projesi” 22 YILDIR ağır aksak çalışmalarda yürütülmekte, yapının bitirilerek halka hizmet sunması beklenmektedir.
( HAFTAYA GELECEK YAZI: Yeni Operaevi serüveninden anılar)