2014 Yılına sanatın ve siyasetin “kara yılı” dememiz, sanırım kimseyi şaşırtmayacaktır.
Düşünceyi bir cümle ile ifade etmeye çalışalım. Geçen 90 küsur yıl içerisinde olağanüstü bir anlayışla yoktan var edilen sanat alanımız ilerleyen zaman içerisinde desteklense de, gericileştirilen siyasetle bu destek giderek azaltılmış, kimi zaman da kösteklenmeye dönüşmüştür.
Ancak cumhuriyet hükümetlerinin hiçbiri sanat kurumlarımızı kapatmayı aklından geçirmemiş, onları yaşamımızdan silmek için “yasa tasarısı” hazırlamayı düşünememişti. Sonunda 2013 yılı ortalarında ortaya çıkan, 2014’te büyük tartışmalara yol açan TÜSAK’la AKP bunu başarabildi(!)
Yaşananlar yalnız sanat alanıyla mı sınırlı? 19. Milli Eğitim ile Din Şuralarındaki tartışmalara, alınan kararlara, kültürel, sosyal, siyasal alanda yaşanan yakıcı olaylara bakmak yeterli. Bunun için “sanatın ve siyasetin kara yılı” diyoruz.
Ancak konumuz sanat, özellikle de müzik ve sahne sanatları olunca genel değerlendirmeyi de bu alan üzerinde yapmamız gerekiyor.
Yıla damgayı, tasfiye tasarısı “TÜSAK”, sanat kurumlarındaki “YÖNETİM DEĞİŞİKLİKLERİ”, sanata “BAKANLIK MÜDAHALELERİ” ile utanç verici “SANSÜR” uygulamaları vurdu.
Devlet Tiyatrolarını, Devlet Opera ve Balesini, Devlet Senfoni Orkestralarını, Devlet Çoksesli Korosunu, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği Koro ve Topluluklar ile belediyelere bağlı benzer sanat kurumlarını ortadan kaldırmayı öngören TÜSAK hakkında çok söz söylendi, çok yazı yazıldı. İlgi duyanlar “Sanattan Yansımalar” sitesinde birçok makale bulacaklardır.
Rahatlıkla söyleyebiliriz, TÜSAK yasa tasarısı; sanat alanı bağlamında cumhuriyet tarihimiz süresince gündeme getirilebilen en ağır düzenlemedir.
TÜSAK konusunda dönemin sanat kurumları yöneticilerinin büyük yanlışı ise, bu alana yaklaşımı bilinen AKP’yle daha iyi bir opera, daha iyi bir orkestra, daha iyi bir tiyatro yasası hazırlamaya kalkışmalarıdır. Yöneticiler, aslında kendi kafalarına uygun düzenlemeler hayal ederken, AKP, ‘genel müdürlerle beraber hazırladık’ diyerek gündeme kendi tasfiye düzenlemesini getirdi.
Daha da büyük yanlış, tasarı uzun süre sanat çevresinden gizlendi, toplumla paylaşılmadı, kurumların görüşleri bakanlığa bildirilmedi.
Rahatsızlıklar doruğa çıkınca ve sanat alanındaki demokratik kitle örgütlerinin sayısız bildirileri ve sonunda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın öncülüğüyle Senfoni Orkestraları hazırlanan düzenlemeyi kabul edilemez buldular ve kurumsal görüşlerini Mart 2014 ortalarında bakanlığa gönderebildiler. Ardından Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın görüşleri geldi.
TÜSAK konusunda en önemli gelişme, düzenlemeyi uygun bulmayan kurumsal görüşlerin bakanlığa iletilmesidir. Yasa tasarısı da bu tepkilerle askıya alınmış durumdadır.
2014 yılındaki diğer bir gelişme, Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera ve Balesi’nde gerçekleştirilen genel müdür ve bunlarla bağlantılı yönetim değişiklikleridir. Tiyatroda daha önce görevden alınan Lemi Bilgin’in yerine getirilen Mustafa Kurt, temsil sansür istekleri konusunda bakanlığın talimatını yerine getiremeyince, müdahalelere dayanamayarak görevinden ayrıldı ve yerine TÜSAK yanlısı görüşler ortaya koyan Nejat Birecik getirildi.
Opera ve balede ise orkestra şefi Rengim Gökmen’in yerine piyanist, besteci ve orkestra şefi Selman Ada getirildi. Değişikler öteki tüm opera ve bale müdürlüklerine de yansıtıldı. Şadi Erdoğan ve Nilgün Çelebi’nin yerine genel müdür yardımcılıklarına Fahrettin Atasayar ve Cumhur Böler atandı. Aykut Çınar’ın yerine Ankara Müdürlüğüne şef Mustafa Erdoğan, Suat Arıkan’ın yerine İstanbul Devlet Opera ve Bale Müdürlüğüne solist Şamil Gökberk, Aytül Büyüksaraç’ın yerine İzmir Müdürlüğüne flütçü Hürkan Ayvazoğlu, Erdoğan Şanal’ın yerine Mersin Müdürlüğüne klarnetçi Utku Engin, Kenan Korbek’in yerine Antalya Müdürlüğüne önce soprano Aslı Ayan, kısa bir zaman sonra rejisör Evin Atik, Volkan Ersoy’un yerine Samsun Müdürlüğüne Mehmet Ortaç getirildi.
Kuşkusuz operada ve tiyatroda ipin ucu kaçırılınca değişiklikler bununla da sınırlı kalmaz. Müdürler değişince “Sanat Kurulları” ile” Teknik Kurullar” da tümüyle değişir. Böyle olunca da yazmaya sayfalar yetmez. Asıl olan getirilenlerin, yönetsel yönden görevden alınanlardan daha donanımlı olması gerektiğidir. Bunu da ilerleyen zaman içerisinde kurumların başarısıyla ölçeriz.
BAKANLIK MÜDAHALELERİ ve SANATA SANSÜR gibi asıl sorunlara gelelim.
Bakanlık müdahaleleri, daha da doğrusu “siyasi müdahaleler” ile bunun sonucu “sansür uygulaması”, sanat ve sanat kurumlarımız söz konusu olunca daha da kabul edilemez durumdur. Çok söylendi, çünkü sanat diller, dinler üstüdür, evrenseldir. Bütün toplumu ve insanlığı kucaklar. Bu nedenle sanat siyasi iktidarların tasarrufuna bırakılamaz.
Bu gerçekler nedeniyle de mevcut sanat kurumlarımızın bağlı bulundukları yasalar (1309, 1310 ve 6940 sayılı yasalar) “tüzel kişilik” olarak düzenlenmiş, yasaların daha ilk maddeleri, sanat kurumlarının sanat alanından gelen bir genel müdür, müdür tarafından yönetilmesini öngörmüştür. Kurum yöneticilerinin bu yapıyı duyarlılıkla korumaları yaşamsal değerdedir.
Duyarlılığın iktidardaki AKP’yle sınırlı olduğu düşünülmesin! İlke tüm siyasal anlayışlar için geçerlidir. Kurum yöneticileri bu olguyu bakanlara ve yetkili bürokratla içtenlikle anlatabilmeli, onları, yasaların bu yaşamsal hükümleri konusunda bilgilendirmelidir.
Bakanlık müdahalesiyle yönetilen sanat, yasa çıkmadan TÜSAK ile yönetilen kurumlar anlamını taşır. Bilinmelidir ki siyasetin emrindeki, müsteşarın emrindeki opera, tiyatro, orkestra daha kötüdür, olmazsa daha iyidir.
Örnek mi istersiniz? Devlet Tiyatrosunda “Çirkin” oyunuyla başlayıp Aziz Nesin ve Nazım Hikmet’in eserlerine, Senfoni Orkestralarında Fazıl Say ve eserlerine v.b. getirilen siyasi müdahaleler ve sansür uygulamaları. Bu yönüyle 2014, sansür yılı unvanını çoktan hak etti.
YARATICILIK insanlığın gelişiminin olmazsa olmazı, kaynağı, SANSÜR ise insanlık suçudur.
Devlet Tiyatroları son yıllarda yaygınlaşma alanında önemli adımlar attı. Kurumsallaşmış 12 il dışında Gaziantep, Van, Maraş, Çorum, Ordu, Rize, Samsun, Elazığ, Denizli gibi 9 ilde daha kurumsallaşmış gibi sahne açtı. Bu sahnelere her hafta, her tiyatrodan zengin tiyatro ürünleri taşıdı. Biz Devlet Tiyatrosu Genel Müdüründen yaygınlaşama konusundaki bu tür projeleri, turneleri kösteklemeyi değil, daha da geliştirmeyi bekleriz.
Keza bu kapsamda, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü geçmişte bu sanatların ülke ölçeğinde yaygınlaşması bağlamında büyük emeklerle Samsun, Antalya, Gaziantep, Van ve Sivas İllerinde opera-bale müdürlüğü açmak için kararname çıkarttı, vize edilmiş kadrolar aldı.
Bunlardan Antalya ve Samsun açılabilmiştir.
“Yeni Ankara Opera Binası” inşaat ihalesi aşamasına getirildi. Yeni genel müdür Selman Ada’nın da bu projelere ilgi duyduğunu biliyorum, bu projelerden bir bölümünün yaşama geçirilmesini bekleriz.
2014 yılında yıllardır bir hayalet bina haline getirilerek bekletilen İstanbul AKM'ye, Ankara'da Akün ve Şinasi Sahneleri binalarının satılarak belirsizliğe terkedilmiş olması olumsuzluklardan bir başkasıdır.
Peki hiç mi olumlu bir gelişme yok diye sorarsanız, CHP'nin Ercan Karakaş önderliğinde bir Kültür-Sanat Platformu oluşturarak, sanatın sorunlarıyla sadece sözde değil, pratikte ve samimiyetle ilgilenmeye başlangıç yapmasını kaydedebiliriz.
Olan bitene bakarak söylemek istediğim şudur: Siyasi iktidar ve bakanlık kendi hayırlarına da olmayan bu müdahalelerden vazgeçmeli, sanat kurumları yöneticilerimiz ise bir yönüyle özerk yasalarının kendilerine yüklediği yetki ve sorumluluğu yerine getirebilmeleridir. Yönetebilme ehliyetini göstermelerinin zamanıdır.
İşlerin böyle bir dönemde kolay olmadığını da biliyorum. Ancak zoru başarmak yaşamlarımız için her zaman daha anlamlıdır.
2014'te piyano eğitimcisi Nimet Karatekin, piyanist Verda Erman, bas Ayhan Baran ve çokyönlü kültür insanı, edebiyatçı Talat S. Halman'ı yitirmiş olmamızın, sanat açısından bu “kara yıl”da içimizi daha da üzdüğünü kaydetmeden geçmemek gerek.
2015 Yılının sanatçılarımız ve sanat dünyamız için de aydınlık bir yıl olmasını dilerim…