Bizim anlı şanlı müzikçilerimiz iyice coştular.
Önceleri Fazıl Say, ardından Hüseyin Sermet. Varsa yoksa senfonik orkestraların 4 ay süren uzun tatilleri…
Piyanist Sermet işi daha da ileriye, Türk Aydınlanma Devriminin yanlışlığı savına kadar götürdü. Neymiş; Atatürk de bir insanmış, o da yanlış yaparmış, cumhuriyetin harf devrimi yanlışmış, Arap harflerinin, halifeliğin kaldırılması yanlışmış.
Bu tür ağır eleştirilerin, adlarını andığım bu müzikçimizle sınırlı olduğunu da düşünmeyin. Daha önce davetli konuşmacı olarak katıldığım Ankara’daki ve Anadolu’daki iki üniversitede de aynı anlayışa tanık oldum. İsimlerinin başında Dr., Doçent, Profesör yazılı birçok müzikçi cumhuriyetin müzik devrimine veryansın ediyorlardı.
Dikkatimi çekmişti, söz konusu müzikçiler kongrenin düzenlenmesinde, bilim kurulunda ve yürütmesinde de yer aldıklarına göre anlaşılıyordu ki kongre cumhuriyetin kurucusuna ve müzik devrimine veryansın için düzenlenmişti.
Kuşkunuz olmasın, bunu yaparken de yaşadığımız dönemi ve zemini düşünerek bu tür kişilikler araziye uyuyorlar, bir yerlere yanaşmayı amaçlıyorlar, oralara göz kırpıyorlardı.
Ağır olacak, ancak yine de söylemeden geçemeyeceğim, çünkü iş zıvanadan çıktı. Olan biteni izleyip, aydınlanma devrimimizle ilgili eleştirilerini okuyunca, çok da iyi piyanist olan bu son arkadaşımız için “kendisini Fesli Kadir ile aynı düzlemde konumlandırıyor” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Eleştirilere gelelim;
Doğrudur, eksikliklerimiz var, dört ay tatil olmaz, tartışmasız bunların düzeltilmesi gerekir. Bir yanlışı da düzeltelim. Devlet senfoni orkestralarında çalışma takvimindeki tatil günleri 1 Haziran – 1 Eylül arası, yani üç aydır. (kuşkusuz bu da fazladır) Ancak CSO’nun yasal düzenlemesinde bu tarihler içinde de orkestranın göreve çağrılabileceği, müzikçilerin buna uyacakları hükmü açıklıkla yer almaktadır.
Ancak insaflı da olmak gerekiyor.
Bunun için Türkiye’deki gidişata bakmak yeterli. Siyasal, toplumsal, kültürel yaşamda her alandaki derin çöküşü, liyakatin dışlandığı, savurganlığın had safhaya çıkartıldığı, devlet kademelerinde, yerel yönetimlerde danışman, müşavir, yönetim kurulu üyeliği v.b sıfatlarla yığınların iş yapmadan nemalandırıldığı, bankamatik memurluğun meşrulaştırıldığı zemini de görmek gerekiyor.
Öte yandan evrensel kültüre, uluslararası sanat müziğine ve müzikçilerine şaşı bakan, onları yok sayan, okullarda müzik ve sanat derslerini zorunlu ders olmaktan çıkartan bir siyasal anlayış.
Hangisini sayalım, olumsuzlukları saysak bu sayfalara sığmaz.
Tüm bunlar ortadayken zor şartlar ve yoksunluklar içinde işlevlerini sürdürmeye çalışan devlet sanat kurumlarını yerden yere vurmaya mı sıra geldi? Anlaşılır gibi değil.
Görebildiğim kadarıyla arkadaşlarımız bir kadirbilmezliğin de içerisindeler.
Kurumlardaki tıkanıklıkları aşmak için yapılan yoğun çalışmaları, verilen mücadele ve emekleri de yok sayıyor, adeta ülke müzik yaşamının miladını kendileriyle başlatıyorlar. Egolarından sıyrılıp biraz geçmişe bakabilseler yapılan yoğun çalışmaları, hazırlanan sayısız yasa tasarılarını, kitapları, sunulan raporları, bu uğurda yaşanan acıları görebilirler.
Düzenlemeler için bu çalışmalar da yetmiyor, çünkü bu tür yasal düzenlemelerde son söz siyaset kurumunundur, yani TBMM’nin ve artık cumhurbaşkanınındır. Zaman ve zemine dikkat çekmek istiyorum. Bakın, bir kararnameyle orkestralara atanacak şefin niteliklerini ve seçimini düzenleyen maddeler ile operanın özerkliğini ve genel müdürün niteliklerini tanımlayan yasa maddeleri iptal edildi.
Acaba bunları dert ediniyor muyuz?
Başka bir yazının konusudur, geçelim.
Yaşananlara bakınca iddiayla söyleyebilirim ki Türkiye’de disiplinle işlevlerini sürdürmeye çalışan kurumlarımızın en başında yine de devlet sanat kurumlarımız, senfoni orkestralarımız, tiyatromuz, opera ve balemiz gelir.
Eleştirmeyecek miyiz? Tabii ki eleştireceğiz. Örneğin ben geçtiğimiz sanat sezonunda CSO’nun yıllık programında uluslararası ölçekte tek bir orkestra şefi, bir yıldız solist görmedim. Böyle bir program orkestranın 200 küsur yıllık tarihine yakışmıyor. Orkestranın müzikçi kadrosu nerdeyse yarıya düşmüş, 15 yıldır kadro verilmiyor. Kurumun yetkili müdürü, şefi nasıl rahat uyuyabiliyorlar, gerçekten merak ediyorum.
Gelelim bu yazının kaleme alınışının asıl nedenine:
Okuyucularım bilirler, özellikle sanat kurumlarımızla ve sanatçılarımızla ilgili olumsuz yazı yazmak gibi bir huyum yoktur. Eğer piyanist Hüseyin Sermet, işi yanlış ve kıt bilgiyle Cumhuriyetin Aydınlanma Devrimi’ne eleştiriye getirmeseydi bu yazı yazılmayacaktı. Çünkü piyanistimizin meslek yaşamını sürdürdüğü Türk Müzik Devrimi de bu devrimler bütünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Ata, 9 Mart 1935’te partinin 4. kurultayının açılışında yaptığı konuşmada kültür devrimine ve siyasetine vurgu yapıyor, bu siyasetin yaşamsal değerini şöyle tarif ediyor:
“Geçen kurultaydan bugüne kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini keskin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, ar, ilimsel müzik, bilim ve teknik kurumlarıyla, kadını erkeği her hakta eşit modern Türk toplumu bu son yılların eseridir.
Türk Ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslararasında tanınır” diyor.
Atatürk, müzik devrimini (kendi deyimiyle ilimsel müziği) devrimin bütünü içinde bir milletin ulusal tarihi, öz dili, yeni harfleri, bilim kurumları, teknik kurumları, kadını erkeği her hakta eşit toplumu kadar önemli ve vazgeçilmez görüyor.
Nerden çıktı halkı okumasız yazmasız bırakan Arap harflerini savunmak, nerden çıktı halifeliği savunmak. Kişinin vicdanında tanrı ile inanan arasında olan din, inanç ve laiklik üzerinde tartışma yaratmak nerden çıktı.
Tarihimiz Osmanlı ile İslam la, Arap harfleriyle başlayan bir tarih de değildir.
Cumhuriyet devrimi, yitirilen kültürümüz yönünden de kendine dönüş, özüne dönüş, her alanda özden yola çıkarak büyük bir çağdaşlaşma devrimidir.
Türkiye’yi çağa taşıyan evrensel boyuttaki Cumhuriyet Devrimini yermek, kıt bilgiyle fikir yürütmek bu kadar kolay mı? Anlamak için daha bin fırın ekmek gerekiyor…
Arnold Toynbee “Batı dünyasındaki Rönesans, reform, bilim, düşünce ve aydınlanma devrimi ile sanayi devrimini Atatürk bir insan ömrüne sığdırmıştır” diyor.
Daha ne denebilir ki?
Piyanist Sermet keşke sığ bilgisiyle bu konulara girmeseydi.
HÜSEYİN AKBULUT
9 Haziran 2019, Ankara