“3.Milli Kültür Şurası” nasıl bir kültür siyaseti öngörüyor?
İkincisinden 28 yıl sonra 3-5 Mart 2017 günleri arasında toplanan Milli Kültür Şurası, övgü, yergi ve analiz olarak nerdeyse hiç bir iz bırakmadan başladı ve bitti.
Oysa masaya yatırılan, yaşamsal değerdeki geçmişimiz, geleceğimiz, birliğimiz, dirliğimiz, kimliğimiz, özetle kültür kapsamındaki yaşamımız, uygarlığımızdı.
İlgisizliği, günümüzde yaşanan siyasal, toplumsal yakıcı sürece bağlasak da, asıl neden, 15 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde uygulana gelen kültür sanat siyaseti ile Cumhuriyet kültürü ve sanatı karşıtlığı olsa gerek.
Dolayısıyla, “nasıl bir şura olacak, görüş almak için kimler davet edilecek, bakanlık yaşamsal konuları kimlerle tartışacak, Türkiye’nin geleceği için hangi sonuçlar dikte edilecek, Şura’dan nasıl bir bildirge çıkarılacak? Zaten biliniyor”, diye düşünülmüş olmalı ki ilgisiz kalındı.
Özetle yok sayıldı Şura…
Biz, yine de Şura’da ulaşılan sonuçların, zamanla kültür sanat dünyası tarafından irdeleneceğine inanmak istiyoruz. Ancak bugün kuşbakışıyla bir genel analiz yapalım ve Şura’nın düzenlenmesindeki göze çarpan genel yaklaşımı görelim.
Öncelikle AKP fikriyatı ve Milli Kültür…
Düşünsel planda yan yana gelemez, getirilemez iki kavram.
Çünkü millicilik, millilik, diğer tanımıyla ulusçuluk; uluslaşmayla, ulus devletle var olan bir kavram ve ideoloji. Bizde bunun tarihi ve adresi ise Cumhuriyet. Oysa günümüzün iktidarı ile onun siyasetini kutsayan ideologları, değil bu ideolojiye olumlu bakmayı, tam da tersine Cumhuriyetle kurulan ulus devleti, yaşanan bütün kötülüklerin nedeni sayıyor. Daha çok ümmetçi bir siyaseti benimsiyor ve yürütüyor.
Uzağa gitmeye gerek yok, AKP’nin bu bakışı Şura’nın bütün kararlarına baştan sona yansımış. Cumhuriyetin “Tek tipçi (!) ideolojisi” ile çağdaşlaşmayı ve uluslararası açılımı amaçlayan bu kültürün yarattığı “ulusal kültür” de “ulusal kimlik” de reddedilmiş.
O nedenle AKP ile millilik, milli kültür yan yana gelemez, getirilemez iki kavram diyoruz.
Göze çarpan diğer bir yaklaşım, Şura’da alınan bütün kararların ve uygulanması öngörülen kültür siyasetlerinin “yerel” ve “gelenekseli” öngörüyor olmasıdır.
Böyle olunca da Milli Kültür Şurası’ndan çıkarılacak sonuçlar daha baştan sayın cumhurbaşkanı tarafından ilan ediliyor:
“Siyasetin merkezine yerli ve milli olanı yerleştirmek”.
Gelenek referanslı bir yeni kimlik inşa etmek.
Bu anlayışta kafa ve kavram kargaşasının başta gelen nedeni ise “gelenekselcilik”, “yerellik”, “ulusalcılık”, “uluslararası açılım” olarak da tarif edebileceğimiz “evrensellik” kavram ve ilkelerinin doğru ölçüde algılanamayışlarından kaynaklanıyor.
Dahası, bu kavramlar, birbirlerine karşıt kavramlar olarak algılanıyor. O zaman da kültürü, daha da doğrusu yaşamı dondurmak sonucu çıkar.
Oysa kültür yaşayan bir organizmadır. Tarihi süreç içerisinde, zamanla ve mekânla sürekli olarak değişir, gelişir. Kültürü yerli ile gelenekselle sınırlar, dondurursak, yaşamı dondurur, tarih sahnesine çıktığınız gibi kalırız.
Kavramlar birbirinin karşıtı değil, devamı, tamamlayıcısıdır. Diğer bir tanımla milli olmadan evrensel, evrensele ulaşılmadıkça da milli olunamaz.
Saklamaya, örtmeye gerek yok, kafa karışıklığındaki bu anlayış da Cumhuriyet kültürü karşıtlığından geliyor. Cumhuriyetin üzerinde yükseldiği kültür sanki bizim değilmiş, batıdan alınan öykünme, taklit bir kültürmüş anlayışından geliyor.
Tam da tersine Cumhuriyet rejimi, unutulan, kaybolan kültürümüzü asıllarına, “öz kaynaklarına” dayandırdı. Cumhuriyetin kültür siyaseti, tarih anlayışında, dilde, eğitimde, sanatta, inançta, özetle kültürün her alanında; kaynağa, öz’e, kendimize dönüş, öz korunarak, öz’den yola çıkarak çağdaşlaşma, evrensele ulaşma kültür siyasetidir.
Cumhuriyet, “Tanzimat batıcılığı” yerine, özden yola çıkarak “Cumhuriyet çağdaşlaşmacılığı” ideali üzerinde yükseldi.
Özellikle de söz konusu dönemde kurulan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun çalışmalarına göz atmak gerekiyor.
3. Şura’nın düzenlenişinde dikkat çeken öteki belirgin husus ise, görüş alışverişine sunulan kültür alanının 17 konu başlığı ile bu başlıklar altında oluşturulan komisyonların yapıları.
İnsan sormadan edemiyor, bu başlıklar içerisinde neden “Tarih” yok? Neden “Din – İnanç” yok? “Yazı”, “Bilim”, “Halk bilimi ve kültürü” ile benzeri başlıklar neden yok? Kültürü oluşturan bu temel başlıklar neden es geçilmiş? Günümüzde ve siyaset dünyamızda büyük tartışmalara konu olan, büyük kaymalar yaşanan bu alanları Şura’nın başta gelen konuları olarak yerleştirmek gerekmez mi?
Komisyonların oluşumu konusunda ise söylenecek söz yok! Malum görüşü paylaşanlardan oluşan kurullara, sorun çıkartmayacağı düşünülen göstermelik birer ikişer kişi serpiştirilmiş. Emek vermiş, yaşamını bu alanlarda tüketmiş kültür sanat insanları, yöneticiler, tarihçiler, bilim insanları, yazarçizerler, besteciler, müzikçiler, oyuncular, dansçılar, ressamlar, yontucular, mimarlar komisyonlardan dışlanmış.
Tanımlamak gerekirse, düşünülen amaca ulaşmak için “çok sazlı, tek sesli” bir koro oluşturulmuş.
Biz yine de sonuca gelelim. Komisyonların ulaştığı, eski, yeni, ilginç, önemli, önemsiz, birbirleriyle çelişkili çok sayıda sonuç ve öneri var. Ulaşılan bu sonuçlar kültür sanat dünyası tarafından irdelenmeli, varsa, karşı tezler yazı ve raporlarla bakanlığın ve toplumun dikkatine sunulmalıdır ki düzenlenen bu önemli forum için doğrulara ulaşılabilsin.
Kuşkusuz bu sonuçları derinlemesine irdelemek bu yazının sınırlarını aşıyor. Ancak biz yine de SANATTAN YANSIMALAR’ın özel ilgi alanına girdiği için “Müzik” ile Sahne Sanatları” komisyonlarında dikkat çeken sonuçların birkaçının altını çizelim:
Geleceğin Türkiye’si için “Gelenek referanslı, evrensel bir yeni kimlik inşası” öngörülüyor. Geleneğe saplanarak evrensele ulaşmak! Mümkün mü?
Ulusal kimlik yerine, “Dünyayla ilişkisini yerel referanslardan hareketle kuran yeni bir kültürel kimlik” öneriliyor. İnsan sormadan edemiyor. Kaç kimlik? Hangi kimlik?
Uygulanacak müzik siyaseti için “Cumhurbaşkanının himayesinde tecrübeli müzik eğitimcilerinden oluşan bir kurulun kurulması ve bu kurulun alacağı kararların uygulanması” öngörülüyor.
Alanı yönetmek için “TÜSAK anlayışında, benzeri kurullar” tavsiye ediliyor. Özetle, kurumların tüzel kişiliklerinin, varlıklarının ortadan kaldırılması öneriliyor.
“Konservatuvarların, yalnızca yüksek öğretim seviyesinde eğitim veren ‘Müzik ve Sahne Sanatları Üniversiteleri’ olarak yeniden yapılandırılmaları” öngörülüyor.
“Özel tiyatrolara aynı ölçüde ödenek verilmezse, Devlet Tiyatrosu bütçesinin her yıl yüzde 20 oranında kesilmesi ve 5 yılda sıfırlanması” isteniyor. İbretlik! Yani birlikte ölelim deniyor.
Kurul, söz konusu önermelerin uygulanabilmesi için de “Kültürün kaymağını yemeye hevesli kifayetsiz muhterislerden müteşekkil ‘Kültür Sanat Locası’nın tasfiye edilmesini” şart koşuyor. (Kimlerse? Deyim kurulun)
Ayrıntıları biryana bırakalım. Şura’da, geleceğin Türkiye’si için öngörülen kültür siyasetinin genel çerçevesini ise Bakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Haluk Dursun başkanlığındaki, “Kültür Politikaları Komisyonu” ortaya koyuyor. Bilinen saptama özetle şöyle:
“’Ulus devlet’ kavrayışını aşan bir anlayışla, tek tip ideoloji merkezli sınırlamalar olmaksızın, tarihiyle barışık, toplumun bütün katmanlarına hitap eden, bir kültür siyaseti”.
Güzel de, birde cumhuriyet tarihiyle ve kültürüyle barışık olabilsek. Nerdeyse tüm komisyon kararları cumhuriyet kültürünün reddiyle yüklü.
Ve hemen bütün komisyon kararlarına yansıyan “geleneksele”,”yerele” dayalı bir kültür sanat siyaseti.
Biz, Sayın Kültür ve Turizm Bakanımızın bu önerileri ve kararları, geleceğin Türkiye’si için “üzerinde mutabakat sağlanan ve uygulanabilir öneriler ile kararlar” olarak görmemesini dileriz. Çünkü tartışarak görüş almayı öngören bu tür forumlar “çoksesliliği” zorunlu kılar. Oysa bu Şura, istenen sonuçlara ulaşmak için “teksesli”, “dışlayıcı” bir anlayışla düzenlenmiş.
Söylemek zorundayız. Bu sonuçlardan, “gelişmiş”, “uygar”, “barışık”, “bir ve bütün” bir Türkiye çıkmaz.
HÜSEYİN AKBULUT
28 MART 2017