Bizim müzik ve sahne sanatları kurumlarımız Devlet Tiyatromuz, Devlet Opera ve Balemiz ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestramız, devletteki bürokratik yapılanmada, “Bağlı Kuruluş” statüsüyle; bağımsız, özerk bir yapılanma ile kurulmuş ve kurumsallaşmışlardır.
Bu yapılanma, sanat ve sanat kurumlarımız için ne denli zorunlu bir olguysa, onları da yönetmek arzusunda, ancak kurumların özerk yapıları nedeniyle elleri kolları bağlı siyasal iktidarlar için bir o kadar da kabul edilemez durumdur.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda (CSO) yaşanlara değineceğiz.
Tarihi müzik kurumunun bugünkü mevcut yapılanmasında yaşamsal değerde iki organ vardır. Birisi, asaleti onanmış orkestra müzikçilerinin gizli oylarıyla seçtikleri “Orkestra Müdürü ve Yönetim Kurulu”, diğeri, altı kişilik bir karma seçici kurul tarafından seçilen “Orkestra Şefi”dir. Müdür ve Yönetim Kurulu orkestranın tüm idari işleyişinin, Orkestra Şefi ise müzikal yönetimin başındadır.
İki organ da, işleyişin gereği olarak birlikte çalışan organlardır.
Orkestranın tüm idari ve sanatsal işleyişi; sanatçı alımı ve istihdamı, ödenecek aylık oranları, yıllık haftalık konser programları, yurt içi ve yurt dışı konser turneleri, konserler için davet edilen yerli ve yabancı şef ve solist angajmanları, onlara konser başına ödenecek ücretler v.b. gibi tüm işlemler başta müdür ve yönetim kurulu olmak üzere bu organlar eliyle yürütülür.
Bütçe ve ödenekler nedeniyle de birçoğunda Kültür Bakanı’nın onayı alınır.
Sorun da burada başlar. Bakanlığın tüm işleyişinde tek yetkili olan bakanların birçoğu, sanat kurumlarının özerk yapıları ve bunu sağlayan özel yasaları nedeniyle kendi olurlarından geçmeyen işler nedeniyle hoşnutsuzdurlar, “ödeneklerini ben verdiğime göre ben yönetmeliyim” anlayışı ortaya çıkar.
Bu nedenle de ilk hedef, orkestra müzikçilerinin seçimle göreve getirip kurumu yönetmekle yetkilendirmiş “orkestra müdürü” olmaktadır. Siyasetten gelen bakanların çoğunun gönüllerinden geçen ise kendi atayacakları bir yöneticiyle kurumu yönetme özlemidir.
Oysa özerk yapılanmadaki gerekçenin özü, sanatın kendi özel yapısı ve işleyişi nedeniyle, ideolojik partisel siyasetten arındırılarak, toplumun tümüne yansıtılması anlayışı ve gerekçesidir.
Uygar dünyanın tümünde işleyiş böyledir.
Öte yandan, seçime karşı, orkestraya egemen olmak isteyen egosu yüksek unsurlar da vardır. Bu durumda sorun sanatsal kaygı da değildir. Siyasetçileri bu işe sürükleyen sanat kurumları içindeki bu unsurların özlemi ise istedikleri yöneticiyi işbaşına getirtip kuruma egemen olma düşüdür.
Yaşanmış sayısız örneklerden birisini vereyim.
Kültür Bakanlığı’nda görevdeyken, günün birinde, birlikte çalıştığım bakan “Hüseyin bey, orkestralardaki seçim sistemini kaldıralım” diyordu. Şaşırmıştım, çünkü bunu öneren bakan, çoksesli müziği, CSO’yu seven, konserlere giden bir bakandı. Ayrıca zekâ düzeyi yüksek, çok dikkatli, çok titiz, duygusunu kolay kolay dışa vurmayan, inanılmaz derecede de ketum bir kişilikti. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ve CSO ise o dönem bakanlıktaki görev alanım içinde de değildi. Orkestrada sanatçı ve seçilmiş yönetici olarak uzun yıllar çalıştığımı düşünmüş, belki de güvendiği için düşüncemi öğrenmek istemişti.
Orkestra yönetimindeki seçim sisteminin yararlarını o anda anlatıp bakanı ikna etmem zordu, ancak siyasetçinin daha duyarlı bir yanıyla düşüncemi ortaya koymuştum. “Türkiye 1950 de çok partili “seçim sistemini” esas almış, ona koşut bir şekilde 1957 yılında orkestraya da, uygar dünyanın gerçeğiyle bu hak verilmiştir. O gün orkestra yönetimine tanınan seçim sisteminin 50 yıl sonra ortadan kaldırması büyük tartışmalara neden olur, altında kalırız” demiş, sayın bakanı düşüncesinden vazgeçirmek istemiştim.
Kültür Bakanı konuyu bir daha açmadı, ancak Müsteşarı tartışmayı sürdürdü. CSO’nun Müdür ve Yönetim Kurulu bakanlığa çağrıldı. Yapılan toplantıda Müsteşara “şimdi nedenini anlatın, neden seçim sistemini kaldırılmak istiyorsunuz, tartışalım?” diye sormuş, müsteşardan “eskiden orkestra daha iyiydi” yanıtı gelmişti. “Biliyor musunuz, o zaman da CSO seçim sistemiyle yönetiliyordu, demek ki sorun salt seçimde değilmiş” demiştim, konu kapanmıştı.
Senfonik orkestra ve senfonik müzik gibi çok özel sanat alanında orkestra yönetimlerini Türkiye’de günlük partisel siyasete bırakmak, böylece orkestraları günlük siyasetin kucağına bırakmak kâbustur. Bu özel alanda, donanımsız hangi iktidarla, hangi bakanla, onların atayacağı sanatın da dışındaki hangi müdürle? Bugün dinci, yarın ırkçı, öbür gün Kürtçü, diğer gün solcu, sağcı.
Hangisiyle?
Haklarını yemeyelim, birçokları gibi doğru düşünen Kültür Bakanları da olmuştur. Anımsıyorum, 1980’li yıllarda bir konuda düşüncesi alınmak isteyen Kültür Bakanı (M. Taşçıoğlu) beklenmeyen şekilde çok da veciz bir söyleyişle “bize sormayın, sorarsanız size yanlış yaptırırız” demişti.
Güncel olması ve yapılan son atama nedeniyle de çok önemli ikinci organa, “Orkestra Şefi” konusuna gelelim.
Müzikal yönetim söz konusu olunca en önemli konudur senfoni orkestralarında “orkestra şefi” konusu. Çünkü orkestra şefi bu konuda tek otoritedir.
Bu olguyla da CSO’nun 6940 sayılı Kuruluş Kanunu’nda şefin niteliği seçilip atanması için önemli sayılabilecek kriterler, düzenlemeler getirilmiştir. Atanacak şefin “ herhangi bir konservatuvarın yüksek bölümünde ihtisas yapması, sonrasında yurt içinde veya yurt dışında tanınmış bir senfoni orkestrası şefinin yanında en az iki yıl süreyle çalışması ve orkestra şefliği yapmış olması” zorunlu nitelikler olarak belirtilmiştir. İstenenler önemli kriterlerdir.
Orkestra şefini seçecek kurul ise yasanın yasanın 6. maddesinde, Güzel Sanatlar Genel Müdürü, Devlet Konservatuvarı Müdürü, Devlet Konservatuvarı Öğretmenleri arasından bakanlığın seçeceği bir öğretmen, Senfoni Orkestrası Konsertmaisteri, Senfoni Orkestrası Yönetim Kurulu’nun kendi arasından seçeceği iki sanatçı üye olarak belirtilmiştir.
Belirtmemiz gerekiyor, düzenlemedeki seçici kurul yetersizdir. Kurul, o günkü anlayışa, Türkiye’nin senfonik müzikteki o günkü birikim ve yoksunluğuna göre hazırlanmıştır. Bu gün “ne ilgisi var genel müdürün, konservatuvar müdürünün ve konservatuvar öğretmeninin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestra Şefi’nin seçmeyle ilgisi?” diyoruz.
Orkestra şefini seçecek tek kurul, ancak onunla çalışan, onu deneyen, orkestra müzikçileridir. Bakın, orkestrayı uzun yıllar yöneterek kurumu önemli bir noktaya taşıyan şefi Prof. G. E. Lessing bu konuda neler söylüyor:
“Dinleyicinin alkışı, bir orkestra topluluğunun orkestra şefi hakkında yargıya varması için ölçü değildir. Bir şefin ne güçte olduğunu orkestra üyeleri çok defa, şef henüz değneğini kaldırmadan önce anlar. Şefin kürsüye gelişi, orkestra önünde duruşu, değneğini kaldırışı ve eseri başlatması, deneyimli bir orkestra sanatçısına ilk sesten önce, bu şeften neler bekleyebileceğini açıklar.”
Lessing doğruyu söylüyor, orkestra hakkında yargıya varacak, onu seçecek tek organ orkestradır, orkestranın müzikçileridir. Berlin Filarmoni Orkestrası da şefini deneyerek kendi müzikçileriyle seçiyor. Son yıllarda orkestraya şef atama konusunda oynanan her türlü mizansen, yukarıya yapısını alıntıladığımız, bir yanıyla siyasi, diğer yanıyla ilintisiz, yetersiz bu kurul eliyle olmuştur.
Ancak yine de bir kurul vardı diyebiliyoruz!
İlerleyen zaman sonunda, günümüzde, bakar mısınız Kültür Bakanları bu görevi de üstlendiler, işi, ülkenin en köklü kurumu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na orkestra şefi atama icraatına kadar götürdüler. İbret verici olan ise, siyaset kurumunun bu çok özel alanda, kendisinde bu yetkiyi ve yeterliliği görebiliyor olmasıdır.
Olmazı anlamak için, önce özellikli alanı ve müzik - şef - orkestra ilişkisini anlamaya çalışalım.
Resim, heykel, mimarlık, tasarım, yazın gibi sanat dallarında yaratılan üstün yaratıcılık eserleri doğrudan seyircinin, izleyicinin, okuyucunun önündedir. Oysa sahne sanatlarında; tiyatro, opera, bale ve senfonik orkestra gibi müzik sanatında durum başkadır. Eserin yaratıcısı besteci eserini yazıp bitirince eserin doğumu henüz gerçekleşmemiştir. Yaratının doğumu için ikinci bir unsura,”yorumcuya” gereksinim vardır. Yorumcu; bu yönüyle yaratıya can veren, eseri adeta yeniden yaratan ikinci unsurudur.
Bu olgu müzikal iletişimin olmazsa olmazı, iletişimin ikinci halkasıdır.
Senfonik müzikte bu halka “orkestradır”.
Önemli boyut ise, orkestranın bu yorumu şefin müzikal yönetimi altında yapması gerçekliğidir. Orkestra şefi müzikal yorumda tek otoritedir. Yeteneğine, duygu derinliğine, kültür birikimine ve müzikal anlayışına koşut bir şekilde, şef müziği göklere de çıkarır yerin dibine de batırır.
Bu denli önemlidir senfonik orkestra da Orkestra şefi.
Orkestraya şef atama konusu da, bu yönüyle üzerinde duyarlılıkla durulması gereken önemli bir konudur.
İşin öteki önemli yanını da vurgulamalıyız.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ülkenin en köklü sanat kurumudur. Orkestra, 190 küsur yıllık uzun geçmişiyle onlarca, yüzlerce, belki de binlerce orkestra şefiyle çalışmış konserler vermiş, dağardaki her eseri yakın zamanda bile 40 kez, 50 kez yorumlamıştır. Deneyimli orkestra müzikçisi bu yönüyle tüm bu eserleri nerdeyse ezbere bilir. Yeni atanan şef deneyimsiz, yetersiz ise böyle bir topluluk karşısında eseri ilk kez yönetmeye çalışmaktadır. Yaşayanlar bilir, bu durum orkestra için kâbustur.
Orkestraya da, atanana da, dinleyiciye de yazıktır bu durum.
Bu konuda yapılan yanlışlıklar için salt siyaset kurumunu suçlamak da doğru değildir. Siyasetçileri bu yola sürükleyen sanatçılar yine başroldedir.
Görev yaptığım dönemlerde bu tür ilişkilere sayısız kez tanık olmuşumdur. Bir örnek vereyim, bakan tarafından görüşmem, değerlendirmem için bana gönderilen genç bir orkestra şefi adayı, CSO’ ya veya Ankara Operası’na şef olmak istiyordu. Hangi eserleri yönettiğini sorduğumda tek bir eseri, “Carmen” yanıtını vermişti. Şaşkınlığımı gizleyemedim, cesaretin böylesine ne ad verilir?
CSO köklü geçmişiyle şef konusunda olabildiğince birikimlidir. Orkestranın kuruluşundaki Donizetti’yi, Guatelli’yi, Aranda’yı, Atabinen’i, Üngör’ü bir yana bırakalım, yakın zamanda tarihi kurumu günümüze taşıyan Ernest Praetorius, Bruno Bogo, Otto Mazerath, Gothold Efraim Lessing, Jean Perisson, Tadeusz Strugala gibi uluslararası şefler ile Saygun, Alnar, Şimşek, Aykal gibi bizim şeflerimizi, sezon konserlerini yöneten, çoğu uluslararası düzey ve konumda yüzlerce orkestra şefini kendisi bulmuş getirmiştir.
Demek istediğim, kendisini yönetecek orkestra şefini yalnız ve ancak onu deneyen orkestra bilir, hem de ilk 5 dakikada. Bakanların orkestraya şef ataması yapması ise, örneğine rastlanmayan bir şarklılık anlayışı örneğidir.
Bir dönem yaşanan akıl almaz olaylar dizisine bakar mısınız:
İbretlik icraat, sevgili Ertuğrul Günay’la başladı. Rengim Gökmen CSO’ ya şef olmak isteyince, orkestra yönetimi, orkestra sanatçılarının görüşüne başvurur. Yapılan gizli oylama yüzde 85’le Gökmen’in aleyhine sonuçlanır.
Orkestranın kararına karşın, bakanlık 1957 tarihli 6940 sayılı kanununun tartışmalı 6. Maddesine başvurur. Kurula çağrılan CSO’nun seçimle gelen Müdürü ile Müdür Yardımcısı ise orkestranın yaptığı oylamayı dayanak yaparak yapılmak istenen seçime ve atamaya olumsuz oy kullanırlar ve muhalefet şerhi koyarlar. Ancak sonuçta CSO Şefi, orkestranın dışından oluşan dört üyenin oyuyla seçilir.
Gökmen aynı zamanda Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’ne de atanır.
Bir müddet sonra Erol Erdinç Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne atanınca, Bakan Ertuğrul Günay bu kez Gökmen’i görevden alarak, Erdinç’i CSO Şefi de yapar. Atamanın hukuksuzluğuna dikkat çeken orkestra yönetimine ise Bakan Günay “ben yaptım, bitti” yanıtını verir.
Bir dönem sonra Erol Erdinç emekli olunca, Rengim Gökmen tekrar CSO’ ya Şef yapılır.
Bitti sanmayın, yol açılmıştır. Bu kez Ertuğrul Günay’ın yerine bakanlık görevine gelen Ömer Çelik, Rengim Gökmen’i görevden alarak yerine Selman Ada’yı DOB Genel Müdürlüğüne ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefliğine getirir. (Ada’nın; “CSO Şefliği görevini istemediğini, atamanın bakanlığın isteğiyle gerçekleştiği” şeklindeki açıklamasını not edelim.)
Ve kazanılan yargı kararı sonucundaki pazarlıklar sonucunda tekrar atanan Gökmen.
Nasıl, beğendiniz mi?
İbret verici yolu, ne yazık ki Ertuğrul Günay ile egolarına, ihtiraslarına yenik sanatçı bürokratlar açtı.
Yok sayılan ise, sanat anlayışı etiği ile üzerinden silindir gibi geçilen ülkenin en köklü kurumu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olmuştur.
Ben yaşanan dönemi CSO’nun fetret dönemi olarak adlandırıyorum. Söylemek durumundayım, ne yazık ki dönemin orkestra yönetimleri iyi bir not alamadılar. Sorunu titizlikle ve güçlü bir biçimde siyaset kurumuna, bakanlara anlatmak gerekiyordu.
Yaşananlar, sanat kurumlarımız açısından iç acıtıcıdır.
Olaylar, bana 1930’ larda, 1940’ larda Berlin Filarmoni Orkestrası çevresinde yaşananları, egolarına kurban giden Herbert von Karajan’ı, Wilhelm Furtvwangler’i, Karl Bohm’ü, Richard Strauss’u, Carl Orff ve diğer birçok ünlü sanatçıyı anımsattı.
Günümüze kadar böylesi bir uygulama yaşanmamıştır. Sanat kurumlarının seçimle gelmiş yöneticilerinin böylesi bir hukuksuzluğu kabullenmeleri, onlara muhtariyet kazandıran hukuksal düzenlemeleri açısından da kabul edilebilir değildir.
Sonunda 703 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle, orkestra şefinin niteliği ve seçimini düzenleyen mevcut yasanın 5. ve 6. maddeleri de yürürlükten kaldırıldı. Artık mevcut siyasal iktidar ve ondan sonra gelenler veya cumhurbaşkanı tek başına, niteliği de uygun olmayan birisini Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na ve diğer orkestralara orkestra şefi olarak atayabilecektir.
Ancak bilmek de gerekiyor, bu şekilde atanan bir müzikal otoritenin orkestraya müzik yaptırabilmesi, orkestrayı ileriye taşıması olanaklı değildir. Sonucunda yaşanacak olan ise huzursuzluk ve kaostur.
Derdimiz isimlerle, kişilerle ilgili değildir. CSO’ya yapılan son şef atamasını da aşarak tarihi orkestranın ve bu bağlamda sanat kurumlarımızın kurumsal yapısına, tüzel kişiliklerine dikkat çekmek istedim.
Bakanlığımıza, Sayın Bakınımız Mehmet Nuri Ersoy'a çağrımızdır, CSO’ya, orkestralarımıza, sanat kurumlarımıza kıymayın diyoruz…
HÜSEYİN AKBULUT
17 Haziran 2020, Ankara