Kültür Bakanı Mahir Ünal’ın gazeteci Umut Erdem’le yaptığı söyleşide “sanatçının memur olmasına karşıyım”, “sanatçının devlet memuru olması, performansını engeller”, “sanatçıyı 657 sayılı memurin kanununa sokmak yanlıştır” söylemi sanat çevresinde yankı uyandırdı.
Son yıllarda Kültür Bakanlığı ile bakanlarından ağzı yanan sanatçılar, atanan yeni bakanın icraatını merakla bekler durumundaydılar. Yankının önemli nedeni de bu olsa gerek.
Doğrusu, icracı sanat kurumlarımızın ve sanatçıların çalışırken ilişkilendirildikleri hukuksal zemin göz ardı edilirse yeni bakan çok doğru da söylüyor. Öyle ya, bir işle görevlendirilmiş, yükümlü, hizmetli anlamında, amir ile emir alan ilişkisine dayalı donmuş memur kavramı ile kaynağı esin ve yaratıcılığa dayalı, özgür sanat ve sanatçı kavramını nasıl aynı kaba koyarız? Koyarsak sanat da, sanatçı da yok olur. Bu nedenle bakan doğru söylüyor diyoruz.
Sayın bakanın söyleminde başka doğrular da var. Onları da yan yana koyalım: “Şehirler kültür sanat üretmemeye başladığı anda taşralaşır”, “tiyatronun 81 ilde olması lazım” diyor sayın bakan. Çok da doğru söylüyor.
Bakanın söylemeye dilinin varmadığı eksikliklerin bir bölümünü de biz tamamlayalım:
Cumhuriyetin her şeyden de önce başa koyduğu kültür sanat siyaseti ihmal edilince, dahası ondan uzaklaşınca kentlerimiz çoktan taşralaştı sayın bakan. Bunda her siyasal iktidarın az veya çok payı olsa da şimdi üzerine tüy dikiyoruz. Bize göre tiyatronun 81 ilde olması yetmez. Operanın, balenin, orkestranın, güzel sanatların, konservatuvarların da her ilde yapılandırılmasına ihtiyacımız var. Kentlerimiz ancak böylece aydınlanır.
Ancak günümüzdeki can alıcı soru, nasıl bir kültür sanat siyaseti? Nasıl bir tiyatro? Nasıl ve hangi sanat? sorusudur.
Biz diğer konulardaki düşüncemizi sona bırakarak, öncelikle Bakan Mahir Ünal’ın söylemindeki “sanatçı”nın “devlet memuru”, “657 sayılı devlet memurları kanunu” ilişkisi konusundaki yanlışlığa açıklık getirelim.
Hemen belirtelim, sanatçılar ve sanat kurumları bağlamında mevcut düzenleme, tam da sayın bakanın düşlediği ve arzu ettiği bir hukuksal düzenlemedir. Mevcut düzenlemelerde sanatçılar 657 sayılı yasa kapsamı dışında tutulmuş, alan için özel hukuk düzenlemeleri getirilmiştir. Bu durum 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Kapsam” başlıklı 1. Maddesinde açıklıkla belirtilmiştir. Bakın yasa maddesi ne diyor:
“…Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyeleri, Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera ve Balesi sanatçıları ve Belediye Opera ve Tiyatroları ile şehir ve belediye konservatuvar ve orkestralarının sanatkar memurları, uzman memurları, stajyerleri…özel kanunları hükümlerine tabidir.”
Buradaki “uzman memur” ifadesinin, 2595 sayılı düzenlemede ifadesini bulan “sanat uygulatıcısı” ve “sahne uygulatıcısı” olarak adlandırılan B ve C statüsündeki personeli tanımladığını da not edelim.
Yaptığı yanlışlık nedeniyle sayın bakanı eleştiremiyoruz. Sayısız sanatçımızın bile kendilerini devlet memuru tanımına yakıştırdıklarına tanık olmuyor muyuz? Sorun, kültür sanat alanı dışından gelen bakanların kulaklarına amaçlı, amaçsız bu tür yanlış bilgileri üfleyenlerdir.
Yeri gelmişken yazının dar sınırları içinde özel yasaların zorunluluğu konusuna açıklık getirmeye çalışalım. Çünkü sanat diller, dinler üstüdür, evrenseldir, birleştiricidir. Bu yapısıyla tüm toplumu ve insanlığı kucaklar. Siyasi partiler ise ideolojik ve sınıfsaldır. Doğallıkla yalnızca ideolojilerine uygun sanat üretirler ve toplumun ancak belli bir kesimine yansırlar.
Sanat ve siyaset kurumundaki bağdaşmaz bu yapılar nedeniyle sanat alanı için özel düzenlemeler getirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası için getirilen 6940, Devlet Opera ve Balesi için 1309, Devlet Tiyatrosu için 1310 sayılı yasalarla sanat kurumlarımıza tüzel kişilik kazandırılmış, tüm işleyiş, kendi içinden oluşan “sanat kurulu”, “teknik kurul”, “sanat yönetim kurulu”, “repertuar kurulu”, “disiplin kurulları” eliyle yürütülmektedir.
Yasaların ayırt edici özelliği ise tektir: “Sanatın siyaset kurumunun değişiminden ve müdahalesinden arındırılarak kendi özel işleyişi içerisinde üretilmesi ve toplumun tümüne yansıtılması” anlayışıdır. Uygar dünyanın tümünde bu böyledir. Sanat kurumlarımız varlıklarını bu yasalar sayesinde sürdürebilmişlerdir.
Kuşkusuz mevcut düzenlemelerin ilerleyen zaman içerisinde eskiyen, günümüz gerçeklerine uymayan hükümleri vardır. Daha çok sanat üreten, kurum içinde sanatsal yükseliş için yeni olanaklar yaratan, ilerleyen yaşlarda fiziksel ve artistik olanaklarını kaybeden ve sahne üstünde yer alamayan dallar için yeni düzenlemelere gereksinim vardır. Mevcut düzenlemelerin özü korunarak bu değişiklikler gerçekleştirilebilir.
Ne var ki bu kez de karşımıza güven sorunu çıkıyor. Hepimiz biliyoruz, AKP İktidarı 2003 yılından buyana kültür sanat alanında iyi sınav vermedi. Yakın zamandaki TÜSAK darbesi ise güvensizlik sorununa tuz biber kattı. Bu nedenle Bakan Mahir Ünal’ın öncelikle sanatçılarla partisi arasındaki güvensizliği ortadan kaldırması gerekiyor.
Bunun için sayısız olanak bakanı bekliyor. AKM’yi onararak açmak, yer mi yok orayı yıkmayı düşünmek yerine yeni bir kültür merkezi inşa etmek, Ankara’da büyük emeklerle inşaat aşamasına getirilen opera binası için kazmayı vurmak, açılma kararı alınan ve kadroları tahsis edilen Gaziantep, Van, Sivas operalarından birini açmak. Yeni bakan böylece güvensizlik ortamını kaldırabileceği gibi, partisinin kültür sanat karşıtlığı imajını da onarabilir.
Ancak gelin görün ki söyleşide, sayın bakan bu alanda yaptığı çalışmaları bakanlar kuruluna sunana kadar gizli tutacağını söylüyor.
Bakan Mahir Ünal’ın “kültür sanatı, turizm ile birlikte planlamamız gerekiyor” şeklindeki düşüncesine katılmamız ise olanaksızdır. Büyük yanlışlık o gün başladı. 2003’te Kültür Bakanlığı kapatılıp turizm ile birleştirilirken karşı çıkmış, bakanlıktaki görevimden istifa etmiştim. Dilekçemde ortaya koyduğum gerekçe şöyleydi: “Birisi sanat, diğeri ticarettir. Birisi duygu ve düşünce dünyamızdır, diğeri maddedir paradır. Birisinde korumaktır, diğerinde ise kazanç için korunması zorunlu yere bile tesis yapmaktır. Birisinde onun için para harcamaktır, diğerinde ise nereden gelirse gelsin para kazanmaktır. Bu yapılarıyla bağdaşmaz iki alandır. Kültür kimliğimizdir, birliğimizdir, geleceğimizdir, vazgeçilmez değerimizdir”. Birleştirme düşüncesi, kültürün de turizmin de işlevinin yeterli ölçüde kavranamadığının sonucudur.
Önyargılı değiliz. Şimdi yeni, bir bakan var. Kuşkusuz her yeni bakan iyi şeyler yapıp iz bırakmak ister. Yeni bakan 2004’ten beri AKP oluşumunun içerisinde olduğuna göre kendisinden önceki yanlışlıkları da izlemiş dersler çıkarmış olmalıdır.
Sayın bakanın icraatını izleyip göreceğiz.