Türkiye ile Polonya ilişkileri genellikle olumlu seyretmiştir. Polonya, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Ankara’da ilk büyükelçilik açan ve binasını hızla tamamlayarak yerleşen ülkedir. Özellikle müzik alanında karşılıklı alışveriş hayli yoğun seyretmiştir. Taduesz Strugala ve onun öğrencilerinden Marek Pijarowski gibi şefler yıllarca başta CSO olmak üzere devlet orkestralarımızı yönetmişler, Leh piyanistler solist olarak sıkça konser ve resitaller vermişlerdir. Türkiye’de de tüm piyanistlerin gözdesi, olmazsa olmazı, Polonya’nın da medarı-ı iftiharı Frederik Chopin’dir (1810-1849).
Anıtsal piyanistimiz İdil Biret (d. 1941)Chopin’in tüm yapıtlarını kaydetmiş tek Türk piyanisttir. 2007’de kayıtları ve uluslararası konser icralarıyla Polonya kültürüne yaptığı katkılar nedeniyle dönemin Cumhurbaşkanı Lech Kaczsnky İdil Biret'i Polonya'nın en üst nişanı olan “Yüksek Liyakat Madalyası” (Krzyzem Kawalerskim Ordera Zaslugi ) ile onurlandırdı. Aynı törende Gülsin Onay’a da Chopin yapıtlarını sıklıkla seslendirmesi nedeniyle Polonya Devlet Nişanı sunuldu. Ankara’da yapılan törene tanıklık edenler arasındaydım.
SAYGUN’A SAYGI
CSO’da 18 Ekim 2024 akşamı da şef kürsüsünde “maestro” nitelendirmesini hak eden bir Leh şef, sahne arkası balkonunda da Varşova Filarmoni Korosu vardı. Bu konser “Türkiye-Polonya Diplomatik İlişkilerinin 610. Yılı Özel Konseri” başlığı altında düzenlenmiş, programı da ona göre hazırlanmıştı.
Şef Bartosz Michalowski’nin çalıştırdığı Varşova Filarmoni Korosu Ahmet Adnan Saygun’un (1907-1991) Yunus Emre Oratoryosu’ndan 5. ve 13. bölümleri hazırlamıştı. Açılış olarak bu iki bölüm seslendirildi. Koro dikkati çeken bir disiplin içinde balkondaki yerine yerleşti. Koronun tınısı gayet yuvarlak biçimde kulaklarımıza ulaşsa da, hangi dilde söylendiğini anlamakta güçlük çektik. Yoksa Yunus’un deyişi Lehçeye mi çevrilmişti diye düşünmeden edemedim. Ama sonra aralarda bazı Türkçe kelimeleri seçince koronun Türkçe metni çalışıp söylediğini anladık. Yıllar önce ABD’de bir Amerikan korosunun oratoryoyu Türkçe sözlerle söylediğine tanıklık etmiştim, sözleri anlaşılır söylemeyi becermişlerdi ama salonlar ve akustik yapıları farklıydı.
Ardından programda Saygun’un 2. Piyano Konçertosu yer alıyordu. Solist, CSO’nun emekli sanatçısı Gülsin Onay’dı (d. 1954) . Başkemancı sandalyesinde 1. Derece Keman Üyesi Esra Gökoğlu oturuyordu. Sayfaları çevirme görevini genç ve yetenekli piyanist Aksel Başaran üstlenmişti. Saygun bu yapıtında ilkine göre daha geniş bir orkestra kullanmış, ortaya içinde yer yer Türk renklerinin de duyumsanabileceği evrensel ve çağdaş bir konçerto çıkarmak istemiştir. Saygun 1985’te bestelediği bu olgunluk dönemi yapıtını, 12 yaşındayken öğrencisi olmuş Gülsin Onay’a adamıştır. Bu yapıtta orkestranın yer yer piyanoyu fazlaca bastırdığını ve solo çalgının duyulmadığını görenler, ne şefi, ne de solisti bundan sorumlu tutabilirler. Çünkü bestecinin yazısı böyledir.
Onay’ın konserlerinde notaları tablete yükleyerek ayak kumandasıyla sayfaları kendisi çevirdiğini bilenler, mutlaka şaşırmışlardır piyanonun önündeki büyük nota kağıtlarını görünce. Bunun nedeni 2. Konçerto’nun telif haklarının Peer Music’te olması ve henüz bilgisayara aktarılmamış oluşudur. Yani sonuç olarak kendi bestecimizin notasını, ölümünün üzerinden 70 yıl geçip kamuya mal olmadığı için, telif parası ödeyerek alıp çalıyoruz! Bu konuya önümüzdeki dönemde ayrı bir yazıyla değineceğim.
Vurmalı çalgıların yoğun kullanıldığı bu büyük orkestrasyonlu yapıtın parlak biçimde seslendirilmesinden sonra, şef Jacek Kaspzyk’nin (d. 1952) özendirmesiyle Gülsin Onay yeniden piyano başına geçip hafif ve esprili bir sesle “Başka hangi Polonyalı besteci vardı?” diye sorarak bir Frederik Chopin parçasıyla dinleyiciyi ödüllendirdi. Keşke bir de gecenin anlam ve önemine uygun olsun diye Szymanovsky’nin prelüdlerinden biri çalsaydı…
GECENİN ŞARKISI: RUBAİDEN ŞİİRE…
Aradan sonra, bu konsere özellikle gelmemizin nedeni olan yapıt, Türkiye’de ilk kez seslendirilecekti. Yapıt, Karol Szymanovsky’nin ( 1882-1937) 3. Senfoni’siydi. Bu yapıtı Mevlana Senfonisi olarak nitelendirenler de vardır. Nedeni, sözlerin sahibi şair ve bestecinin arkadaşı Taduesz Micinski’nin, “Gecenin Şarkısı” başlıklı şiirini Mevlana Celaddin-i Rumi’nin rubailerinden esinlenerek ve bazı dizeleri neredeyse aynen Lehçeye çeviri olarak kullanarak yazmış olmasıdır.
Szymanovsky’nin yaşamı ve müzik anlayışı ile ilgili geniş bilgiye, SANATTAN YANSIMALAR yazarlarımızdan Vefa Çiftçioğlu’nun, konserden üç gün önce yayımladığımız yazısında bulabilirsiniz: https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/vefa-ciftcioglu/szymanowski-ve-korolu-mevlana-senfonisi/3399/
Üç bölümü birbirine bağlı olarak çalınıp söylenen bu senfoniyi, başta Penderecki olmak üzere bazı Leh besteciler, senfoniden ziyade “orkestra ve koro için senfonik tablolar” veya “senfonik şiir” olarak nitelendirirler. Haksız da sayılmazlar. Birbirine bağlı üç bölümde, pastoral ve mistik bir hava solunurken özellikle ilk bölümde bir Fransız etkisi de duyumsanmaktadır.
KLAVYEDEKİ KEMANCI
Yapıtın Türkiye prömiyerine kaliteli bir koro, tam maestro bir şef ve yetkin bir orkestranın seslendirmesiyle tanıklık etmek mutluluk verdi. Başkemancı Esra Gökoğlu’nun soloları başarılı, özenliydi. CSO’da yeni 4/B sözleşmeli olarak görevlendirilen genç müzisyenleri orkestranın içinde görmek, sololarının başarılı olduğunu işitmek de güzeldi.
Adını kemancı ve iyi bir aranjör olarak duyurmuş, 100 yıl marşını da orkestraya uygulamış olan kemancı Yusuf Yalçın’ı eserin orkestrasyonunda yer alan kilise orgu partisini, salona özgün org yaptırılmadığı için elektroorg ile seslendirirken görmek ise şaşırtıcıydı. Yalçın’ın iyi bir kemancı, barok dönem konusunda bilgili bir icracı olarak bilirdim ama doğrusu klavye alanında bu denli becerili olduğundan haberim yoktu. Kutlarım kendisini….
Senfoni icrası sırasında çelestada, ADK lisans öğrencisi Zeyno Karadağlı, piyanoda ise yeni 4/B’li piyanist Cem Esen vardı. Karadağlı’nın DT Genel Müdürü ve uygulamalarıyla çok tartışılan Tamer Karadağlı’nın kızı olduğunu biliyoruz.
AKUSTİK ÖNLEM SONUÇ VERECEK Mİ?
Sezonun açılmasıyla birlikte CSO Ana Salon’da sadece org için ayrılmış yere monte edilmiş dev dijital ekran değil, bir başka değişiklik daha vardı. Yuvarlak ışık pencerelerinin önlerinde bulunan cam yansıtıcılara gri renkli ses yutucular monte edilmişti. Salondaki akustik olumsuzlukları gidermek için yapılan bu uygulamanın sonuçlarını biz dinleyiciler henüz hissedebilmiş değiliz.
Bu ses yutucular uzaktan kumanda ile açılıp kapanabiliyor ancak bu işlem prova sırasında yapılabiliyor. Ancak prova sırasında salonda seyirci yok, salon dolu olduğunda ortaya değişik bir ses yutucu kütle daha eklenmiş oluyor, umarım her yapıta göre provalarda ayarlama yapılır ve biraz iyileştirme sağlanabilir.
Benzeri bir önlem Bilkent Salonunda da vardı, içlerinde kumaş bulunan panolar açılıp kapanarak ayarlama yapılmaya çalışıyordu, sonra hepten açık bırakarak işin içinden çıkmışlardı. Bakalım CSO’nun uygulaması nasıl olacak?
EL PROGRAMLARINDAKİ EKSİKLER
Geçen sezondan beri yazmak istediğim bir konu da CSO’nun basılı el programlarıyla ilgili. Program akışının yer aldığı sayfada, eskiden bestecilerin adının yanında doğum ve ölüm tarihlerine yer verilirdi. Bunu kaldırdılar. Eğer el programındaki besteci özgeçmişinde atlanmamışsa, doğum ve ölüm (yaşayan bestecilere Tanrı gecinden versin) tarihlerini buradan, o minnacık puntoyla basılı sayfalardan arayıp öğrenebileceksiniz. Halbuki CSO’nun geleneksel uygulamasında akış sayfasında bir bakışta görürdünüz. Bu tarihi hemen görebilmek, yapıtın hangi dönemden seçildiğini anlamak açısından da kısaca fikir verirdi dinleyiciye…
Program notlarını kimin yazdığını da artık öğrenmek mümkün değil, çünkü imza kullanılmıyor! İçinde maddi hata varsa kim yapmıştır, memur mudur, akademisyen midir, orkestranın içinden midir, dışından mıdır, anlamanız mümkün değil. Belki de, devlette giderek artan “gizlilik modası”na orkestra da uymuştur, kim bilir?
Son konserde, program kitapçığında program notları da bulunmuyordu, sadece CSO tarihçesi, şefin ve solistin özgeçmişlerine Türkçe-İngilizce olarak yer verilmişti. Yapıtlar hakkındaki notlar için ise birer karekod konulmuştu. Üşenmedim, program notları nasıl yazılmış bakayım dedim çalışma masamın başına geçtiğimde. Gördüm ki, Saygun’un 2. Piyano Konçertosu notlarında tarih ve bilgiler yanlış! 1. Piyano Konçertosu bilgileri veriliyor, ki onda da yanlışlar var! Artık hazırlayan “internetten mi yanlış baktı”, yoksa “yakın müzik tarihimiz bilgisi mi o kadar?” Bilemedim!
Yani bir yandan salonda cep telefonu kullananları eleştireceksiniz, diğer yandan karekod koyarak insanları cep telefonu ile karekod okutup internetten program notuna ulaşmaya yönelteceksiniz. Bu çelişkili durum, umarım bir daha yinelenmez.
Program kitapçığının sayfa altlarına bir de kapkara ve koca puntolu grafiğiyle, dümenli DenizBank amblemi eklendi, her sayfanın altında… Bilmiyorum, orkestraya yıllık destek meblağı nedir ama, karşılığında yapılan reklam çok fazla dinleyicinin gözüne sokulur nitelikte.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
19 Ekim 2024, Ankara