Günümüzde Dünya’da ve Türkiye’de üzerine ağıt yakılacak o denli çok olay var ki… Yeter ki yakacağınız ağıt, yönetimce uygun görülebilir nitelikte olsun. Yoksa kendi ağıtınızı sadece kendiniz ve yakın çevreniz işitir o kadar!
Uzun süredir insanca duygular taşıyan herkesin yüreğini dağlayan, Gazze’de başta çocuklar olmak üzere emperyalizm tarafından tam bir soykırım eyleminin uygulanıyor olması, savaşın tüm dehşetiyle yaşamda kalanların da ruhlarını, psikolojilerini neredeyse ebediyen düzelmeyecek biçimde yaralamasıdır.
Türkiye’de devlet sanat kurumları da kısmî vesayet altında bulunduğu için, güncel olayları konu alan yapıt hazırlamak neredeyse olanaksızdır. Ama itiraz edilemeyecek bir konuda çalışılmışsa, bunun öncelikle sahnelenmesi, seslendirilmesi için tüm olanaklar kullanılır.
Koro, orkestra ve yaratıcı kadro selamda.
“Sesler ve Küller” ana başlıklı, “Karanlığın Orta Yerinde Küçücük Bir Kalpten Yükselen Ağıt” alt başlıklı ve tür olarak “Sahne Kantatı” betimlemesiyle sunulan yapıtın ilk seslendirilişini, 18 Nisan 2025 Cuma akşamı CSO ve Devlet Çoksesli Korosu ile dört solistten dinledik. Bu tarihte CSO’nun yıllık programında haftalık konser boş görünüyordu, bağlantısı tam yapılamadığından olsa gerek. Bu boşluk, hazırlandığından kamuoyunun hiç haberdar olmadığı “Sesler ve Küller” ile dolduruldu.
Bestecisi şef-kemancı Hasan Niyazi Tura (d.1982), âdeta ortadan kaybolarak yapıtı 1,5 ay gibi kısa bir sürede tamamladıysa, sanırım mutlaka bunda belirtilen tarihe yetişme telaşesi de vardı. Ama iyi ki yetişti ve seslendirildi, çünkü böylece “güncel” bir konuda yapılmış çalışmaya tanıklık ettik.
Besteci Hasan N. Tura ve Librettist Yavuz Demir, selamda.
Yapıtın librettosu Prof. Dr. Yavuz Demir’e ait. Orkestrayı şef Rengim Gökmen yönetirken, koroyu da şef Burak Onur Erdem hazırlamış. Yapıtın yükünü omuzlarında taşıyan 13.5 yaşındaki çocuk solist Ada Reyhan Günay (d. 2012), anne ve baba Ankara Operası’ndan soprano Hülya Kazan ile bariton Kamil Kaplan, Antigone ise İstanbul Operası’dan soprano Ceren Aydın’dı. Başkemancı sandalyesinde ise 1. keman grubu üyelerinden Melodi Kayış oturuyordu.
Bilim Üniversitesi’nin rektörü olan librettist Yavuz Demir’in günyüzüne çıkmış ikinci çalışması Sesler ve Küller. Kitapçıkta yer alan özgeçmişi gene lisans öğrenimini atlayarak doktora derecesiyle başlıyor. Uzmanlığı “Modern Türk edebiyatı yanında, çalışma alanları: edebiyat teorisi, anlatı bilim, kurmaca yazımıdır” cümlesiyle tanıtılıyor. Yazarın ilk librettosu “Yankılı Tepeler” adını taşıyordu. (Bkz: https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/yankili-tepeler-in-bendeki-yankisi/3146/ )
Librettist, bu kez hayli yalın bir Türkçe ile, bir dönemin “manzum hikâye”lerini anımsatırcasına âdeta bir uzun “manzume” biçiminde ele almış metni. Gerek çocuk solistin, gerekse koronun metinlerinde satır sonlarına genellikle son harfle sağlanan kâfiyeli sözcük veya fiil bulma konusunda pek zorluk çektiği söylenemez.
Bunların müziğe dönüşümünde ise en net biçimde anlaşılan ve algılanan, çocuk solistin replikleri ve şarkılarıydı. Bunun nedenini, çocuk solistin “operatik” değil, doğal sesini ve söyleme biçimini kullanmasıydı. Ada Reyhan Günay, kitapçıktaki kısa bilgiden öğrendiğimize göre klarnet çalışıyormuş ama sesi de şan çalışmaya elverişli. Bakalım, annesi nasıl yönlendirecek? Annesi kim mi? İşte size sürpriz bilgi, annesi yapıtta da Anne’yi canlandıran soprano Hülya Kazan.
Hülya Kazan, kızının avuçlarını öperek profesyonel sahneye adımını kutladı.
Koronun söyledikleri akustik azizliklerin de etkisiyle yer yer düz vokal gibi algılanırken, bazı bölümler ise anlaşılabildi. Annenin bir kez yer alan partisinda anlaşılırlık oranı yarı yarıyaydı denilebilir. Zaten solistler, önlerine yerleştirilmiş birer mikrofona söyleyerek ses yükseltme sistemiyle salona ulaştılar. Antigone balkondaki koronun ortasında kırmızı giysisiyle yer alıyor ve temel bir kişilik olduğu kolaylıkla algılanıyordu. Çocuk solist, şef kürsüsünün yanında ortaya konulmuş mikrofonun önündeydi. Anne ve Baba da sahnenin karşılıklı iki önünde yerleştirilmiş mikrofonlara kulis kapılarından geldiler. Babanın girişinde de kontrbaslar biraz engelleyiciydi, dolayisiyle eliyle hafifce uyararak kendine yol açmak zorunda kaldı iki girişinde de…
Librettoda anne ve baba kendi kimliklerini, Koro toplumu, Antigone ise insanlık duygusunu temsil ediyordu. Finalde Antigone “Birleşmiş Milletler Kürsüsü”nde konuşturuluyordu ama bunu kitapçıktaki metni sonuna kadar dikkatlice okuyanlar anlayabildi.
Antigona (soprano Ceren Aydın) ve Devlet Çoksesli Korosu
İnsanlığı temsil görevinin Antigone’ye verilmiş olması, Yunan mitolojisinden bu yana Antigone kişisel özgürlüğü temsil etmesiyle bağlantılı olsa gerek. Eski Yunan’ın büyük trajedi yazarı Sofokles’in Antigone oyunundan (M.Ö. 441) bu yana da, bu kişilik üzerine pek çok edebi çalışma yapılmıştır. Bunların en ilgincine de Fransız yazar Jean Anouilh’in Antigone’sinde rastlarız. Yazılışı İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastlar ve Antigone isyankâr kişiğiyle Hitler’in işgâlciğine karşı Fransız mukavemetinin ruhunu, direncin yükselişini anlatır. Oyunun temsili de, Paris’in Hitler işgalinden kurtuluşunun üç beş gün öncesine rastlamıştır. Ne rastlantı değil mi? Darısı Sesler ve Küller’in başına…
Aslında Sesler ve Küller metnini dikkatle incelediğinizde, sadece “dünya hâlleri” değil, “memleket hâlleri”yle de uyumlu görülebilecek anlatılar yok değil. Örneğin çocuk solist monologunda bakın ne diyor:
Susmak, zorbadan yılmak mı?
Barışa yaklaşmayanlarla yoldaş kalmak mı?
Zulmedenden başkasına kin tutmamak mı?
Susmak, kötülüğe hoş bakmak mı?
Librettoda, çocuk solistin anlatılarını nasıl okuyacağına, şarkısını nasıl söyleyeceğine, orkestranın geçişlerine nasıl tepkiler vereceğine dair mizansenler verilerek, “sahne kantatı”nın “sahnelenmesi”ni düzenleyecek rejisöre yol gösterilmiş, böylece doğru biçimde bir bütünlük sağlanmaya çalışılmış. Ama gelin görün ki, ortada bir rejisör ve sahneleme yoktu, bu nedenle o mizansenlerin çok büyük kısmı gerçekleşmedi. Ne önemli bir simge olarak düşünülmüş oyuncak, ne de çocuğun “mütemmim cüzü” yani ayrılmaz parçası gibi elinden düşürmeyeceği kitabı vardı. Ne elleriyle kulaklarını kapattı savaş sesleri duyulduğunda, ne kitabına sıkıca sarılabildi, ne de yere düşüp titreyebildi. Çocuk solist, bazı yüz mimikleri gösterme çabası dışında, ellerini önünde birleştirmiş, kenetlediği parmaklarını oynatarak yapıtı tamamlamak zorunda kaldı.
Müziğe gelince, Hasan Niyazi Tura, bugüne kadar değişik türlerde yazdığı yapıtlarda gerek konuyu algılaması, librettolardaki incelikleri kavraması, renkli armonilerle, yeni ezgilerle serimlemeler yapması nedeniyle seçkinleşmiş bir bestecimizdir. Burada da savaşın ürkünçlüğünü vurmalı ve bakır üflemeli çalgıların başatlığında orkestraya vurgulatırken, geçiş ve kimi eşlik müziklerindeki çocuk ruhunun temsiliyeti bakımından seçtiği parlak tınılı tuşlu vurmalılarla yapıta değişik bir hava kazandırmış. Yer yer “ilahî” formunu hatırlatan geçişlerle de Adnan Saygun’un Yunus Emre oratoryosunu anımsadım.
1,5 ay gibi kısa bir sürede besteyi tamamlayıp şef partitürü ve orkestra partileriyle dört günlük prova süreci ve seslendirmeye yetiştirmek de başarının bir başka yanı.
Tüm bunların sonunda, bu yapıta “sahne kantatı” denilebilir mi? sorusunu da yanıtlamak lazım. Günümüzde oratoryo da, kantat da, dinsel kaynaklarından sıyrılmış, orkestra, koro ve solistler için yazılmış müzik yapıtları için kullanılabiliyor. Ama sahne kantatı denilince işin içine reji ve koreografinin girdiği akla geliyor, en azından böyle bir beklenti doğuyor. İzlediğimiz Sesler ve Küller’de eksik buydu. Gene de bu eksik, emeği geçenleri kutlamamıza engel değil. Türk Müzik Dağarı’nda bu tür çalışmaların, denemelerin artması dileğimizdir.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
19 Nisan 2025, Ankara