Sanat alanında günümüze kadar yaşanmamış olaylar dizisini irdeleyelim.
AKP İktidarı, işi, ülkenin en köklü kurumu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na (CSO) orkestra şefi atama icraatına kadar getirdi. İbret verici olan ise, siyaset kurumunun bu çok özel alandaki yeterliliği ve yetkiyi kendinde görebiliyor olmasıdır.
Olmazı anlamak için, önce özellikli alan ile şef – orkestra ilişkisi açısından konunun önemini ifade etmeye çalışalım:
Resim, heykel, mimarlık, tasarım, yazın gibi sanat alanlarında yaratılan üstün yaratıcılık ürünleri doğrudan izleyicinin önündedir. Oysa müzik sanatında doğum için besteciden başka ikinci bir unsura, yorumcuya gereksinim vardır. Yorumcu; bu yönüyle müzik eserine can veren, onu yorumlarken yeniden yaratan unsuru, müzikal iletişimin olmazsa olmaz ikinci halkasıdır. Senfonik müzikte ise bu halka orkestradır.
Diğer boyut ise, orkestranın bu yorumu şefin müzikal yönetimi altında yapması gerçekliğidir. Orkestra şefi müzikal yorumda tek otoritedir. Böyle olunca yeteneğine, birikimine ve düzeyine bakarak şef orkestrayı göklere de çıkarır, yerin dibine de batırır. Orkestraya şef atama konusu, bu yönüyle üzerinde duyarlılıkla durulması gerekli en önemli konudur.
İşin öteki yanı da unutulmamalı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası; ülkenin en köklü sanat kurumudur. CSO 190 yıllık uzun geçmişiyle yüzlerce, binlerce orkestra şefiyle çalışmış konserler vermiştir. Her eseri yakın zamanda bile 40 kez, 50 kez yorumlamıştır. Deneyimli orkestra müzikçisi bu eserleri ezbere bilir. Düşünebiliyor musunuz? Yeni atanan şef, böyle bir topluluk karşısında eseri ilk kez yönetmeye çalışıyor olsun. Orkestraya da, atanana da, dinleyene de yazık değil mi?
Salt siyaset kurumunu suçlamak da yetmiyor. Siyasetçileri bu yola sürükleyen sanatçılarımıza ne demeli? Görev yaptığım dönemlerde bu tür ilişkilere sayısız kez tanık olmuşumdur. Bir örnek vereyim, bakan tarafından bana gönderilen genç bir orkestra şefi adayı, CSO’ ya veya Ankara Operası’na şef olmak istiyordu. Hangi eserleri yönettiğini sorduğumda tek bir eseri, “Carmen” yanıtını vermişti. Şaşkınlığımı gizleyemedim, cesaretin böylesine ne ad verilir?
CSO köklü geçmişiyle şef konusunda olabildiğince birikimlidir. Kuruluşundaki Donizetti’yi, Guatelli’yi, Aranda’yı, Üngör’ü bir yana bırakalım, orkestrayı günümüze taşıyan Ernest Praetorius, Bruno Bogo, Otto Mazerath, Gothold Efraim Lessing, Jean Perisson, Tadeusz Strugala gibi uluslararası şefler ile Saygun, Alnar, Şimşek, Aykal gibi bizim şeflerimizi, sezon konserlerini yöneten yüzlerce şefi kendisi bulmuş getirmiştir.
Demek istediğim, kendisini yönetecek orkestra şefini yalnız ve ancak onu deneyen orkestra bilir, hem de ilk 5 dakikada. Bakanların orkestraya şef ataması yapması ise, örneğine Uganda’da bile rastlanmayan bir şarklılık anlayışı, kendini bilmezlik örneğidir.
Olaylar dizisine gelelim:
İbretlik icraat, Bakan Ertuğrul Günay’la başladı. Rengim Gökmen CSO’ ya şef olmak isteyince, orkestra yönetimi, orkestra sanatçılarının görüşüne başvurur. Yapılan gizli oylama yüzde 85’le Gökmen’in aleyhine sonuçlanır.
Orkestranın kararına karşın, bakanlık 1957 tarihli 6940 sayılı kanununun tartışmalı 6. Maddesine başvurur. İlgili madde CSO Şefinin seçimini; Güzel Sanatlar Genel Müdürü, Devlet Konservatuvarı Müdürü, Konservatuvardan Bir Öğretmen, CSO’ nun 1. Konsertmaisteri, Orkestra Yönetim Kurulu’ndan iki üyenin oyuna, dayandırmıştır. Tartışmalıdır, çünkü kurulun yarısı kurum dışındadır. Üstelik CSO’ nun 1. Konsertmaisteri olmadığı için hukuksuz bir şekilde İzmir Orkestrası’nın Konsertmaisteri toplantıya çağrılır. Kurula çağrılan CSO’ nun seçimle gelen Müdürü ile Müdür Yardımcısı ise orkestranın yaptığı oylamayı dayanak yaparak olumsuz oy kullanırlar ve muhalefet şerhi koyarlar. Sonuçta CSO Şefi, orkestra dışından dört üyenin oyuyla seçilir.
Gökmen aynı zamanda Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’ne de atanır.
Bir müddet sonra Erol Erdinç Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne atanınca, Ertuğrul Günay bu kez Gökmen’i görevden alarak, Erdinç’i CSO Şefi de yapar. Atamanın hukuksuzluğuna dikkat çeken orkestra yönetimine ise Bakan Günay “ben yaptım, bitti” yanıtını verir.
Bir dönem sonra Erol Erdinç emekli olunca, Rengim Gökmen tekrar CSO’ ya Şef yapılır.
Bitti sanmayın, yol açılmıştır. Bu kez Ertuğrul Günay’ın yerine bakanlık görevine gelen Ömer Çelik, Rengim Gökmen’i görevden alarak yerine Selman Ada’yı DOB Genel Müdürlüğüne ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefliğine getirir. (Ada’nın; “CSO Şefliği görevini istemediğini, atamanın bakanlığın isteğiyle gerçekleştiği” şeklindeki açıklamasını not edelim.)
Nasıl, beğendiniz mi?
İbret verici yolu, cumhuriyeti kuran partiden, izini silmeye çalışan partiye geçen Ertuğrul Günay ile değerli sanatçı bürokratlar açtı. Sanırım, Bakan Günay “ kültür merkezlerinin kapatılmasının, anıtların yıkılmasının, AOÇ’nin talan edilmesinin, partimin kültür sanat düşmanlığının önüne geçemiyorum, bari CSO’ ya şef ataması yapayım” diye düşünmüş olmalıdır. Yok sayılan ise, sanat anlayışı etiği ile üzerinden silindir gibi geçilen ülkenin en köklü kurumu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olmuştur.
Yaşananlar, sanatçılarımız açısından iç acıtıcıdır. Fırsat bilerek tek bir kurumu yönetmekle de yetinmediler. Opera’ya veya Güzel Sanatlar’a atanınca, CSO’ ya da şef olunur fikrini siyasetçilerin zihinlerine yerleştirdiler. Olaylar, bana 1930’ larda, 1940’ larda Berlin Filarmoni Orkestrası çevresinde yaşananları, Herbert von Karajan’ı, Wilhelm Furtvwangler’i, Karl Bohm’ü, Richard Strauss’u ve diğerlerini anımsattı.
Günümüze kadar böylesi bir uygulama yaşanmamıştır. Sanatçı ve seçilmiş yönetici olarak uzun sayılacak bir dönem görev yaptığım tarihi kurum CSO’ da, hiçbir bakanın bu konuda değil icraatına, serzenişine bile tanık olmadığımı söylemeliyim. Uygulamanın çağdaş dünyada da örneği yoktur. Dilerim, sanatçılarımız hukuksuz, sanatsız bu uygulamalara karşı dururlar.