Kuruluşunun 91. yılında, Cumhuriyetin Kültür Sanat Siyasetini gündeme taşımak ve irdelemek önemli. Çünkü bizi çağa taşıyan bu kültürün ortadan kaldırılmaya çalışıldığı yakıcı zor bir süreçten geçiyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk 9 Mart 1935’te CHP’nin 4.Kurultayı’nın açılışında yaptığı konuşmada kültür sanat siyasetini ve bu siyasetin yaşamsal değerini şöyle tarif ediyor:
“Geçen kurultaydan bugüne başardığımız işler; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, güzel sanatlar, bilim ve teknik kurumlarıyla, kadını erkeği her hakta eşit modern Türk Sosyetesi bu son yılların eseridir. Türk Ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslararasında tanınır.”
Cumhuriyetin kurucusu bu kültürü oluşturan “yeni harflere”, “ulusal tarihe”, “öz dile”, “sanat”, “bilim”, “teknik kurumlarına”, “kadını erkeği her hakta eşit”, “çağdaşlaşmayı” esas alan “modern yeni topluma” ve bu toplumu oluşturan kültür sanat siyasetine vurgu yapıyor. Bu siyaseti, Türk Ulusu’nun “varlık nedeni” olarak tanımlıyor.
Düşünsel temeller:
Bu kültür siyasetinde vurgulamak istediğim dört ana başlık bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, cumhuriyetin üzerinde yükseldiği bu kültür, iddia edildiği gibi öykünme bir kültür anlayışı değil, “özü arayış”, “öze dönüş” anlayışıdır. Cumhuriyet; Arap Alfabesi yerine yeni Türk Alfabesini alırken, Türk Dilini Arap ve Fars Dillerinin etkisinden kurtararak arı Türk Diline yönelirken, Türk Tarihi üzerindeki çalışmalarıyla yitirilen “öz”ü, kaynağı aramıştır.
İkincisi; bu kültür anlayışı “çağdaşlaşma”, “çağın üzerine çıkma” anlayışıdır. Bu anlayış uygarlığın gelişimine kayıtsız kalmayı değil, ona katılmayı, ondan feyiz almayı ve onu geliştirerek ilerlemeyi tarif etmektedir.
Üçüncüsü; “kurumsallaşma” yaklaşımdır. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Konservatuar, Devlet Operası, Devlet Balesi, Devlet Tiyatrosu, Senfonik Orkestra, Üniversite, Halkevleri, Köy Enstitüleri v.b.kuruluşlar bu anlayışın en belirgin örnekleridir.
Dördüncüsü ise Cumhuriyet rejiminin bu uygarlık projesini bir “bütün” olarak ele alan, gelişme ve kalkınmayı sanatın kurumsallaşması, üniversitenin kurulması, demiryollarının inşası, demir çelik sanayinin kurulması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi vb. ile birlikte gerçekleştirdiği “bütüncül yaklaşımı”dır.
Yaşamın merkezine konan sanat:
Cumhuriyetin kültür siyasetinde olağanüstü önem ve değer verilen alan ise, özgürleştirici, değiştirici, geliştirici işlevi nedeniyle “sanat”tır. Bu siyasette “önde götürülen” ise müzik sanatı ve özellikle opera olmuştur.
Küçük bir özet sunalım: Atılan ilk adım, saray müzik topluluğu Mızıka-i Hümayun’un 1924’te Ankara’ya taşınarak Cumhurbaşkanlığı unvanıyla (CSO) halka konserler veren bir orkestraya dönüştürülmesi, 2. adım, Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluşudur. Okul, Cumhuriyetin kuruluşundan bir yıl sonra 1924 yılında kurduğu ilk yüksek okuldur.
1925’te yetiştirilmek üzere Avrupa’ya 10 öğrencinin gönderilmesi (Türk Beşleri) ve 26 Kasım 1934’te ilk Türk Operası Öz Soy’un bestelenişi ve sahnelenişi atılan öteki adımlardır.
Müzik ve sahne sanatları kurumlarına ulaşmada gerçekleştirilen diğer önemli çalışma, 25 Haziran 1934 tarihinde çıkartılan Milli Musikisi ve Temsil Akademisi Kanunu’dur. İcra sanatları alanındaki yetersizliğin bu yapılanmayla giderileceği düşünülmüştür.
En önemli aşama Ankara Devlet Konservatuarı’nın kuruluşudur. Konservatuar, Besteci Paul Hindemith’in raporu doğrultusunda ve öncülüğünde 24 Nisan 1936 tarihinde kurulmuştur. Konservatuar, kısa sayılacak bir zamanda Devlet Tiyatrosu’nun, Devlet Operası’nın, Devlet Balesi’nin kuruluşunu getirmiştir (1941).
Genç Cumhuriyet, Avrupa’nın Rönesans’tan günümüze olan gelişim çizgisini birkaç on yıla sığdırmaya çalışmış, büyük başarı kazanmıştır.
Bu kültür siyaseti ve kurumsallaşma ile de çoğulcu, çağdaş, laik toplum olabilmenin yolu açılmıştır.
Ulaşılan nokta:
Yoğunlaşarak devam eden bu kültür sanat hareketi, ilerleyen zaman içerisinde ne yazık ki aynı hızla sürdürülemedi ve sonunda giderek bir karşı hareketle boğuldu. Türkiye, bugün 5–6 il merkeziyle sınırlı bir kültür sanat yaşamına mahkûm edilmiştir. İlçelerimizi, köylerimizi biryana bırakalım, geride kalan yaşamdan kopartılmış 70’i aşkın ilimiz bile çağdaş kültür sanat yapılanmasından yoksundur. Oysa Cumhuriyet kültür sanat faaliyetlerini de içinde barındıran ve ilçelere bucaklara kadar uzanan 4700’ün üzerinde Halkevi, Halkodası açmıştı.
Aradan geçen 90 yılda, icra sanatları bağlamında ancak Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya, Samsun illerimizde “Opera ve Bale Kurumu”; Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Antalya, Eskişehir il merkezlerinde “Senfoni Orkestrası” kurulabilmiştir. “Devlet Tiyatrosu” 12 ise ilde yapılanmış durumdadır.
Diğer bir söyleyişle 75 ilimiz opera, bale ve senfonik orkestradan, 69 ilimiz devlet tiyatrosundan yoksundur. İcra sanatlarında ulaşmamız gereken noktaya örnek mi istersiniz, yaklaşık aynı nüfusa sahip Almanya’nın 130’u aşkın opera, bale ve senfonik orkestrası var.
Sanatçı yetiştiren kurumlar bağlamında konservatuvarlarımız çeşitli kentlerde kurulmaya çalışılsa da, tiyatrosu, orkestrası, opera ve balesi hatta sineması bile olmayan kentlerimizde eğitilmeye çalışılan sanatçı adaylarının neyle beslenebildikleri, yarışmaya dayalı bu uluslararası sanat alanında neyi, kimi örnek aldıkları ise bir soru işaretidir.
Bugün:
Başa dönelim, Atatürk’ün, “yeni harflere”, “ulusal tarihe”, “öz dile”, “sanat”, “bilim”, “teknik kurumlarına”, “kadını erkeği her hakta eşit topluma”, “çağdaşlaşmaya” ve “moderniteye” vurgu yaparak, Cumhuriyetin varlık nedeni saydığı kültür sanat siyasetinin bugününe gelelim. Yaşananlara bakmak yeterli:
Cumhuriyete ve kurucularına yöneltilen saldırılar, her gün karalanan ve unutturulmaya çalışılan tarihimiz, yok edilen dil birliği, siyasallaştırılan din ve inanç anlayışı, medrese eğitimine dönüştürülen eğitim sistemi, böylece aklın ve bilimin öncülüğü yerine dogmatik toplum yaratma siyaseti, sanat kurumlarını ve sanatı ortadan kaldırmak için hazırlanan TÜSAK ve benzeri tasarılarla çok açıktır ki Cumhuriyet kültürü yok edilmektedir.
Yürütülen bu yıkım siyaseti sonuca ulaştırılırsa, çok açıktır ki artık Cumhuriyetten de söz edemeyiz. Önüne geçilmezse ortaçağ toplumu olma yoludur! Biz, Türkiye’nin bunu aştığını, ırmağın tersine akıtılamayacağını vurgulayarak yazıyı sonlandıralım.
*Cumhuriyet Gazetesi'nin isteğiyle hazırlanmış ve bugün yayımlanan 29 Ekim Eki'nde yer almıştır.