Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın, 90. yıldönümünde Musiki Muallim Mektebi (MMM) anısına gerçekleştirdiği kongreden söz edeceğim.
Konuşmacı olarak çağrı aldığım kongre, benim için Anadolu’da kurulan 40’ı aşkın Devlet Konservatuvarı’ndan birisini yerinde görmek bakımından da ilginçti.
Daha önce de yazdım, konservatuvarların yaygınlaşması, müzik yaşantımız ve Türkiye aydınlanması için çok önemlidir. Ancak orkestrası, operası, balesi, tiyatrosu, hâttâ sineması bile bulunmayan, sanat ortamı yaratılamamış bu kentlerimizde müzik ve sahne sanatlarını meslek olarak seçen öğrenciler neyle beslenirler?
Uluslararası bu sanat alanında orkestrayı, opera ve baleyi, tiyatroyu ve yıldız sanatçıları sürekli izlemeden, dinlemeden iyiyi kötüyü, güzeli çirkini nasıl ayırt ederler?
Bırakın dinlemeyi, girmek istedikleri bu sanat kurumlarını bile görmeden “İşsizlik Diploması” alan öğrenciler bu kurumlarda nasıl bir sanatçı eğitimci kadrosuyla donanım kazanırlar?
Bunları düşününce Anadolu’da kurulan konservatuvarlar hep içimi acıtmış, zihnimde soru işaretleri yaratmıştır.
Afyon’da gördüğüm ise, konservatuvarın yeni ve geniş olanaklar sunan bir bina ve yerleşkeye sahip olduğu gerçeğidir. Söylenenlere bakılırsa Afyon Devlet Konservatuvarı, mekânsal anlamda Anadolu’nun en donanımlı konservatuvarıdır. Kuşkusuz bundaki başarı ise, çalışkanlığı ve sosyal ilişkileriyle konservatuvarın müdürü Uğur Türkmen’indir.
Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı; “Müzik”, “Sahne Sanatları”, “Türk Sanat Müziği” ve “Türk Halk Müziği” şeklinde 4 bölümde çalışmalarını sürdürüyor.
Peki, bu konservatuvarların eğitim durumları nasıldır, yaşamsal sorunları nelerdir? Bunu da Uğur Türkmen’den dinleyelim:
“Konservatuvarlar, Türk ve batı müziği ayırımı yapılmadan her türlü müzik ve enstrüman eğitiminin verildiği bir eğitim alanı olmalıdır.”
“Birisi 4 yıl, öteki 8 yıl, diğeri 14 yıl süreyle eğitim veren bu kurumlarda eğitim felsefesi yok, bu felsefenin belirlenmesi gerekiyor.”
“Herkese konservatuvar diploması vermek büyük çelişki. Ayrı yapılar nedeniyle bu kurumlar Müzik Yüksekokulu, Müzik ve Sahne Sanatları Fakülteleri ve Konservatuvar adlarıyla ve işlevleriyle yeniden sınıflandırılmalıdır.”
“Her üniversite rektörünün konservatuvar açma hevesleri artık engellenmelidir.”
“Konservatuvar eğitimcilerinin vasıfları nitelikli hale gelmelidir, ulusal ve uluslar arası sanatçılarla çalışılmalıdır.”
“Konservatuvar eğitimcilerini ve eğitimini “denetleyen bir birim” olmalıdır.”
Sayın Türkmen’in, çoğu bizim düşüncelerimizle de örtüşen saptamaları çok önemli. Bizden söylemesi, sanat ortamı yaratılamamış bir kentte, yeterli donanıma sahip olmayan eğitimcilerle, uluslararası ölçekte enstrümanını çalamayan, şarkı söyleyemeyen kadrolarla konservatuvar eğitimi yapılamaz, yapılırsa da bugünkü gibi sazlar bırakılır çantalar taşınır, müziğin yerini ise laflar ve lafazanlar alır. Sonuç ise yaratılan diplomalı işsizler ordusudur.
Gelelim 90. yıl kongresine,
Öncelikle, kongreyi düzenleyenleri, başta Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak ile Konservatuvar Müdürü Uğur Türkmen’i kutlamamız gerekiyor.
Aslında böyle bir kongreyi, MMM’nin tarihsel mirasını taşıyan Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü ile Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın yapması gerekirdi.
65 bildirinin sunulduğu kongrede, genç akademisyenler uzmanlık alanlarında önemli gördükleri konularda özgün görüşler ortaya koydular.
Şaşkınlığa uğradığım ve düşündüren yana gelince,
Kongrede, günümüz ve kültür sanatta yaşanan bugünkü ağır süreç hiç gündeme getirilmedi, adeta üstü örtüldü. Belki bilinmiyor kaygısıyla salona yönelttiğim soruda gördüğüm ise katılımcıların en az üçte ikisinin TÜSAK’tan haberdar olduğuydu. Ancak forum yöneticilerine bu konuda yönelttiğim sorular karşılığını bulmadı.
Oysa aslolan ve tartışılması gereken, tarihe mal olmuş geçmiş değil, geleceğimizi şekillendiren günümüzdür, onun irdelenmesi gerekir.
Hazırlanan ve sanat kurumlarının başında Demoklesin kılıcı gibi asılı duran TÜSAK türü düzenlemeler yasalaşır sanat kurumları kapatılırsa konservatuvarların varlık nedeni mi kalacak? Kafayı kuma gömmek sanırım bize özgü bir davranış!
Kongrenin açılış konferansını sunan Prof. Dr. A. Bülent Alaner Musiki Muallim Mektebi bağlamında cumhuriyetin müzik siyasetini irdelerken, bugün onun mirasını taşıyan ve devamı olan Müzik Eğitimi Bölümlerinin, Konservatuvarların, müzik eğitim alanının ve müzik eğitimcilerinin sorunlarına değinmek şöyle dursun, adlarını bile ağzına almayı düşünmedi!
Var mı, yok mu şu bitmez tükenmez Türk Sanat Müziği – Batı Müziği kavgası öyküsü. Konuşmacı kendisini davasına o denli kaptırdı ki, Mızıka-i Hümayun’un “İnce saz”ını günümüzün konservatuvarına örnek olarak ilan etti ve kültür tarihimizi adeta yeniden yazdı!
Kongrenin düzenlediği tek panelde moderatör olarak da görev yapan Sayın Alaner, batık konservatuvarların, müzik eğitim alanının dev sorunları ortadayken, oturumu yine alaturka - alafranga paneline dönüştürmeye çalıştı ve panelistlerden daha çok konuşarak izleyicilerin tepkilerine neden oldu. “Kongre, günümüzü ve TÜSAK’ı tartışmalı, sonuç bildirgesinde Bu düzenlemeye karşı çıktığını deklere etmelidir” önerim ise karşılığını bulmadı.
Cumhuriyetin kültür sanat siyasetine ve özellikle de müzik siyasetine karşıtlık yaratmak…
Üstelik sözkonusu türdeki konuşmacılar, söze başlarken “Bu Cumhuriyet'le ve Atatürk'le hesaplaşma değildir” deyip, tam bir şark kurnazlığıyla bunu yapıyorlar!
Bana sorarsanız bunu yapacak en son kesim sanatçılar, müzikçiler olmalıdır. Çünkü, cumhuriyet onlara en üstte yer vererek uygar dünyada yer alma, özgür bir şekilde sanat yapabilme ortamı ve yaşama alanı kazandırdı.
Müzikçiler tarihin gerisinde kalamaz.
Çok anlamlı bir kongrenin, birkaç unsur eliyle cumhuriyet karşıtlığına dönüştürülme çabaları ibret verici. Gelin görün ki, Atatürk’e ve Cumhuriyete karşıtlık, günümüzde getirisi olan bir siyaset haline oldu.
Duyar gibiyim, “şimdi Yeni Türkiye zamanı” diyorsunuz!