Yeni sanat sezonuna girerken, orkestralarımızın ve opera ve balemizin açılışlarını kendi yetersiz salonları dışında, uygun olsun olmasın, daha geniş mekânlarda yapıyor olmaları dikkat çekicidir.
Ankara Operası ATO Kongre Merkezine, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası MEB’in Şura Salonuna, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası hamam akustikli Aya İrini’ye, Mersin Operası açık havaya taşındı. İstanbul Operası ise küçük salonunu tercih etti. Ben olsam, yağmur yağıyor olsa bile açılış konserini, toplum polisi merkezi ve karakoluna dönüştürülen ve yıkılmaya terk edilen AKM’nin önünde yapardım.
Sayısız uyarı yazısı yazıldı yeniden tekrarlamayalım. Opera binası olarak da hizmet veren Türkiye’nin mega kentinin tek kültür merkezine kilit vurulmasının hesabını kim verecek? Dahası bu yıkıma karşı mücadele verecek olanlar sokağa bırakılan sanatçılarımız, başta onların yöneticileri değil mi?
Geçen uzun yıllara ve verilen emeklere karşın, mekân sorunlarının çözülemeyişi acıdır.
AKM onarılarak işlevine kavuşturulmalı, büyük emek verilen yeni CSO Konser Salonu ve Opera Binası bir an önce tamamlanarak hizmete açılmalı, bir dönem temelleri atılıp yarım kalan Anadolu’daki Kültür Merkezleri yeniden gündeme getirilmelidir.
Milyarlar harcanarak inşa edilen saraylara, satın alınan özel uçaklara bakarak kaynağımız yok da diyemeyiz. Mesele uygarlık meselesidir. Anlayış ve öngörü gerekiyor.
Belki ders olur düşüncesiyle yakın tarihimizden bir örnek verelim:
Başkent Ankara, kurulma ve gelişme aşamalarında ulusal ve uluslararası mimarların projelendirdiği her tür kültürel yapıya ev sahipliği yapmıştı. Arif Hikmet Koyunoğlu’nun Halkevi Binası, Mimar Kemalettin’in Gazi Terbiye Enstitüsü ve Küçük Tiyatro Binası, Ernest A. Eğli’nin Musiki Muallim Mektebi ve İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Bruno Taut’un Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ile Opera Projesi, Paul Bonatz’ın Sergievinden dönüştürülen Opera (Büyük Tiyatro) Binası, Sedat Hakkı Eldem’in Fen Fakültesi Binası, bu özgün kültür yapılarının bir bölümüdür.
Yeni sanat sezonunda kaygıya yol açan diğer büyük sorun, AKP ve egosu yüksek işbirlikçi sanatçıları tarafından hazırlanan TÜSAK adlı düzenlemedir. Tasfiye tasarısı, Demoles’in kılıcı gibi asılı tutuluyor. Çağdışı düzenlemedeki gerekçe ise, mevcut yapının verimsizliğine ve kurumlara verilen geri dönmeyen ödeneklere dayandırıldı.
TÜSAK düzenlemesinde AKP’nin gerekçesi ile gerçekler ne denli örtüşüyor? Konuyu bir de bu yönüyle irdeleyelim:
Devlet Opera ve Balesi, 6 müdürlüğüyle bir sezonda 971 temsil yaparak 441 bin 887 izleyiciye ulaştı. Yapılan yüzlerce yurtiçi turnesi ve 40 yurtdışı turnesini de not edelim.
Devlet Tiyatrosu, aynı sezonda 12 müdürlüğüyle 1 milyon 800 bin seyirciye ulaştı. Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları ayın yaklaşık her günü temsil vermekteler.
Yazıyı yazarken senfoni orkestralarımızın konser sayısı ve dinleyici verilerine ulaşamadım. Bilindiği gibi orkestralarımız genellikle haftada 2 konser vermekteler. Ben orkestralarımıza, provaları azaltıp haftalık konser sayılarını arttırmalarını ve konser sezonunu uzatmalarını öneririm.
Bu veriler azımsanamaz. Unutulmamalı, 600, 700 izleyici kapasiteli dar salon olanaklarıyla hizmet sunuluyor. Dahası, 81 ilimizin yalnız 6’sında opera, bale ve senfoni orkestrası, 12’sinde tiyatro kurabilmiş bir ülkeyiz. Diğer bir söyleyişle 75 ilimiz opera, bale ve senfonik orkestradan, 69 ilimiz devlet tiyatrosundan yoksundur. Ulaşmamız gereken noktaya örnek mi istersiniz, yaklaşık aynı nüfusa sahip Almanya’nın 130’u aşkın opera, bale ve senfonik orkestrası var.
Yapılacak iş arzı çoğaltmaktır. Sanat kurumlarını kapatmak değil, Türkiye ölçeğinde yaygınlaştırmak gerekir. 1998 yılında büyük emeklerle kuruluş kararını çıkartılan ve kadroları alınan 5 yeni operanın, açılamayan Gaziantep, Sivas, Van müdürlükleri açılmalıdır. Unutulmamalı, oralarda yaşayanların da kulakları, gözleri, duyguları var, onlar da vergi veriyorlar.
Gelelim sanat kurumlarımıza verilen ve çok görülen bütçe verilerine.
Türkiye’de 2012 yılının Kültür ve Turizm adındaki 2 bakanlığın bütçesi 1 510 066 000 TL, yani yalnızca 500 Milyon Euro’dur.
Avrupa’da ise, Almanya’nın kültür hizmetlerine ayırdığı bütçe 8,3 Milyar Euro, Fransa’nın 12 Milyar, İtalya’nın 6,7 Milyar, İspanya’nın 5,1 Milyar, İngiltere’nin 8,8 Milyar Euro dur. Almanya sahne sanatlarına 3 Milyar, Fransa 4,2 Milyar, İtalya 1 Milyar Euro harcama yapıyor. Yalnız Royal Operaya ayrılan bütçe 30 Milyon Euro dur.
Bizde ise 2013 yılı verileriyle 6 opera bale müdürlüğüne verilen bütçe toplamı 70 Milyon Euro (211 885 000 TL), 12 tiyatroya verilen bütçe toplamı 46 Milyon Euro (140 000 000 TL), Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı 6 Orkestra, 13 Koro, 9 Topluluk, 3 Resim Heykel Müzesi ve 50 Galeri için verilen bütçe toplamı yalnızca 45 Milyon Euro (136 269 000 TL) dur. Özetle, devletin tüm sanat kurumlarına ayırdığı bütçe toplamı yalnız 161 milyon Euro’dur.
Türkiye’nin kültüre ve sanata ayırdığı bütçe bir sefalet bütçesidir. Ulaşılan seyirci sayısını çarpın batıdaki bilet ücreti standardıyla, verilen bütçenin tamamı çıkar. Ancak, önce eğitimde, kültürde ve ekonomide bireyin yaşam düzeyini yükseltmek gerekir. Unutulmamalı, cumhuriyet operayı, baleyi, orkestrayı, tiyatroyu parası olan bir avuç zengine ve seçkine estetik doyum sağlamak için değil, toplumu ileriye taşıma amacıyla bir eğitim ve aydınlanma kurumu olarak kurdu.
Kuşkusuz, kurumlarda sanatsal verimi arttıran, sanatsal yarışı ve yükselişi olanaklı kılan düzenlemeler kaçınılmazdır. Bu amaçlarla da çok sayıda çalışma yapılmıştır. Ancak bu düzenlemeler, operaya, baleye, orkestraya adım atmayan, onları boğmak için tasfiye yasa tasarıları hazırlayan bugünkü siyasal iktidarla mı olacak?
Yeni sanat sezonuna girerken yapılacak ilk iş, hazırlanan çağdışı bu düzenlemeyi ortadan kaldırarak kaygıları gidermektir. Bakanlıkla sanat kurumları arasında kaybolan güven de ancak bu şekilde sağlanabilir.
Yaşananlardan ders almalıyız. Çağdaşlaşmaya sırtını dönen, tiyatrosu, operası, balesi, orkestrası olmayan bir Türkiye’nin, güneyinde, ortaçağı yaşayan coğrafyadan farkı kalmaz.