İnancına uymayan rolü seslendirmeyi reddeden; son kırk yılın en iyi Peter Grimes’ı olarak nitelendirilen, kocaman sesli bir tenor: JON VICKERS
©RegWilson/REX/Shutterstock
Neslinin en önemli Wagner tenorlarından biriydi. Ama aynı zamanda istisnai bir Otello, Peter Grimes ve Enée de olmuştu. Gerçek bir heldentenor, bir şair olan Jon Vickers dünyamızı 10 Temmuz’da terk etti.
Bir yıl sona ererken, dünyamızdan göç eden sanatçıları anmak adetten olmuş. Biz de anılması gerekenler arasında Jon Vickers’i unutmadık. Uzun süreli bir Alzheimer döneminden geçtikten sonra yaşama veda eden bu dev tenor, 29 Ekim 1926 yılında Prince Albert’da (Kanada) dünyaya gelmişti. Asıl adı Jonathan Stewart Vickers idi ve hayata Woolworth mağazalarında çalışarak atılmıştı. Belki böyle de devam edebilirdi. Ama çocukluğundan beri mahalle kiliselerindeki korolarda söylemekteydi ve bununla yetinecek biri değildi. 1954 yılında Toronto Konservatuarı’ndan mezun oldu ve doğduğu şehrin opera kumpanyasında çalışmaya başladı. İki yıl sonra, hayatını kazanmak ve ailesini geçindirmek için şarkı söylemeyi bırakmak üzereydi ki, Covent Garden’de bir dinletiye katıldı ve hayatı değişti: Covent Garden ertesi yıl (1957) ona Berlioz’un Truvalılar operasında Enée rolünü önermişti. Sonraki yıllarda bu rol için “ var olamayacak bir tenor için yazılmış” olduğunu söyleyecekti.
Bundan sonra Vickers’in kariyeri hareketlenecek ve Bayreuth’dan (1958), Viyana’ya (1959), San Fransisco’ya (1959) giderek, Siegmund, Radames gibi önemli rolleri seslendirecekti. Altmışlı yıllar stüdyo kayıtlarının da hızlanacağı bir dönem olmuştu onun için. RCA firması için Tullio Serafin yönetiminde Otello; Solti’nin yönettiği Aida (Decca) ; Georges Prêtre yönetimindeki Samson et Dalila (Emi) ve Colin Davis’in bagetiyle Truvalılar (Philips) çarpıcı kayıtlar olmuştur. Wagner’i “karakter” olarak sevmese de, Karajan için Tristan, Knappertsbusch için Parsifal olacak, lakin Tannhauser’i, inançlarına aykırı olduğu gerekçesiyle, hiçbir zaman seslendirmek istemeyecektir. Jon Vickers’in en unutulmaz rollerinden biri de Peter Grimes olmuştur. Bununla birlikte, Vickers’ın Peter Grimes yorumu eserin bestecisi Britten’ın onayını hiçbir zaman almamış; Britten ünlü tenorun eserden fazlasıyla uzaklaştığını söyleyerek, temsili yarıda bırakmış ve Vickers’ı bir kez daha dinlemeyi reddetmişti.
Birlikte çalıştığı kadronun hazırlıksız olduğunu hissettiğinde, bir provadan çıkıp gitmesiyle ünlüydü. Ama kendisine karşı da acımasızdı, aynı yüksek standardı kendi de vermek isterdi. Sesinin Tanrının bir armağanı olduğuna inanır, sanatçının besteciye ve Tanrıya hizmet etmekle yükümlü olduğunu söylerdi.
Vickers’in sesinden daha çekici bir sese sahip olan başka tenorlar gelmiş, geçmiştir şüphesiz. Lakin onun tekniği, dramatik yoğunluğu, tutkusu, sahnedeki dramatik duruşu olağanüstüydü. Sesi büyüktü; çarpıcı bir derinliği vardı; nüans doluydu; büyük orkestraların üzerinden yansırdı kulaklara. İzleyici/dinleyici onu dinlerken yoğun duygular içinde kalakalırdı. Karajan’ın favori tenorlarındandı.
Günümüzün en beğenilen tenorlarından (tenoru desek daha doğru olur belki de) Jonas Kaufmann ile yapılan bir söyleşide kendisine Vickers’i örnek alıp almadığı sorulduğunda, Vickers’in, Corelli, Tucker ve Vinay ile birlikte, büyük hayranlık duyduğu bir ses olduğunu açıklamış. “Sesimin Vickers’in sesini anımsattığı söylendiğinde, bana çok büyük bir kompliman yapılmış oluyor” diyor Kaufmann. En çok Vickers’in Siegmund’undan ilham aldığını; onun da seslendirdiği her role ilk başladığında, hayalinde Vickers’in belirdiğini söylüyor.
Kanadalı dev tenordan sonra başka Otello, Florestan, Canio, Siegmund, Enée’ler elbette gelecektir ancak onları dinlerken, Jon Vickers’i hatırlamadan geçemeyeceğimiz de bir gerçektir.