Büyük Fransız besteci Maurice Ravel, doğumunun 150. yılında dünyanın çok sayıda kültür merkezinde çeşitli etkinliklerle anılıyor. Piyano tekniğine getirdiği yenilikle, müzikal yaratıcılığıyla, şimdiye kadar en çok çalınan eserlerden birinin (Bolero) bestecisi olmasıyla, bu etkinlikleri fazlasıyla hak ediyor. Ülkemizde de üç değerli piyanistimiz Ravel’i anmak için güzel bir proje üzerinde çalışmışlar ve önce İstanbul, sonra da Ankara’da projelerini hayata geçirdiler. Gökhan Aybulus, Başar Can Kıvrak ve Emre Yavuz’dan ve projeleri, Ravel’in “basılmış ve yayınlanmış” solo piyano eserlerinin icrasından söz ediyoruz.
Ankara’da dinleme fırsatını yakalamış olduğumuz bu oldukça özel etkinlikte Ankara dinleyicisi piyanistleri yalnız bırakmadı, konser salonu doluydu. Maurice Ravel dinlendikçe derinliklerine inilebilen; ilk aşamada kolayca özümsenemeyen bir besteci, kanımızca. Lakin ritmik çeşitliliği, farklılığı, hayal gücüne hitap şekliyle, özellikle yaşadığı döneme bakıldığında, geleneksel ile modern müzik akımlarını birlikte kullanmış olması nedeniyle özel bir yaratıcı.
Piyanistlerimiz üç saate yakın süren, “maraton” olarak nitelendirebileceğimiz bir konserde bestecinin zorlu eserleriyle dinleyicilerin soluğunu kestiler. Eserleri dönüşümlü olarak icra ettiler; aralarında nasıl paylaştıklarını bilmiyoruz; güçlük derecesine göre olmadığından eminiz zira hemen hepsinin de teknik olarak çok zor olduklarını biliyoruz. Ama onları dinledikçe ruh hallerinin, duygusallık derecelerinin, karakterlerinin bu seçimlerde rol oynadığını düşünebiliriz; ortak paydaları teknik yetenekleri.
Resitale ilk olarak Emre Yavuz’u Su Oyunları (Jeux d’eau) adlı eserde dinleyerek başladık. Su Oyunları son derece resimsi bir eser; suların akışını, fıskiyeleri, şelaleleri, su hareketlerinin hepsini Emre Yavuz’un tüy kadar hafif, yumuşak parlaklıkta, berrak tuşesinden yansıyan tınılarda duyduk, hissettik. Beş alt bölümden oluşan Aynalar’da (Miroirs) da Su Oyunları’nda izlediğimiz uçuşan, hafif ve aynı zamanda enerji dolu parmaklardan çıkan renkli notaları işittik. Yavuz klaviyesine her bölümde son derece hâkimdi. Arada bestecinin kısa parçalarından da çalan Emre Yavuz, 8 alt bölümlük Soylu ve Duygusal Valsler’i de yer yer parlak, yer yer içli, hatta hüzünlü ifadelerle yorumladı. Emre Yavuz’u dinlerken bestecinin stili hakkında derin bilgisi olduğu izlenimini edindik.
Gökhan Aybulus da, diğer yorumcular gibi, kısa eserlerle (Borodin Tarzında, Chabrier Tarzında, Antik Menuet), bir dereceye kadar daha uzun, bir o kadar zor parçalar seçmişti. Bunlardan Gaspard de la nuit sadece Ravel’in eserlerinin değil, piyano repertuarının en zorlu yapıtlarından biri. Biraz da yorumcusuna bağlı olarak, yaklaşık 20-23 dakika arasında süren, Su Perisi; Darağacı ve Kötü Kalpli Cüce-Scarbo başlıklarını taşıyan üç bölümlük, teknik güçlükleriyle (sürekli tekrarlanan bir nota, geniş akorlar,vb.) bilinen eseri Aybulus virtüozite tuzağına düşmeden, diğer bir ifadeyle güç gösterisine kaçmaksızın, ifade yoğunluğunu abartmadan, gereken ustalık, aynı zamanda müzikaliteyle yorumladı. Son bölüm Scarbo nefes kesiciydi. Gökhan Aybulus’un programında Sonatin de vardı. Lirik, zarif, aynı zamanda parlak, virtüoz pasajları da olan bu eserde ustalığını sergiledi.
Maurice Ravel’in orkestra versiyonu sıklıkla çalındığından daha iyi bilinen “Ölü bir Prenses için Pavan” adlı, 1899 yılında piyano için bestelediği eseri Başar Can Kıvrak’tan dinledik. Melankolik ve yumuşak, ezgiden zengin bu eser, teknik olarak değilse bile, duygu yüklü olması bakımından zor; Başar Can Kıvrak duygu yüklü ifadeyi güzel yansıttı. Couperin’in Mezarı Maurice Ravel’in piyanistler tarafından sevilen ve oldukça sık çalınan bir eseri. Fransız Barok müziğinin büyük bestecilerinden François Couperin’e ithaf gibi görülse de, daha çok Fransız Barok müziğini övgü arzusuyla bestelenmiş. Piyano sürümü 6 alt bölümden oluşan bu eser de oldukça karmaşık. Her bir bölümü bestecinin cephede ölen bir arkadaşına ithaf edilmiş olan eser, hüzünlü bir hikâyeye sahip olmasına karşın, oldukça “hafif, renkli, hatta neşeli pasajlara sahip. Eserin baş döndürücü, muzip, zarif, nefes kesen unsurlar içeren bölümleri Başar Can’ın klavyesinden dinleyicilere çok güzel yansıdı.
Başar Can Kıvrak’ın son olarak icra ettiği eser, solo piyano repertuvarının en güç yapıtlarından biri, bestecinin önce orkestra daha sonra solo piyano ve iki piyano için uyarladığı Vals (La Valse) adlı yapıtıydı. Vals motifleri birbirini izlerken, tonalitenin de değiştiği yapıtın müziksel yanı da teknik yanı kadar güç. Başar Can Kıvrak bu çok zor eserde, o da abartıya kaçmadan sadece teknik hünerini değil, yorum konusunda etkinliğini gösterdi, eserin baş döndürücü dinamizmini; ritmik enerjisini güzel sergiledi.
Maurice Ravel’in muhteşem eserlerini layıkıyla kavrayabilmek; derinliklerine inebilmek; dinlerken daha iyi anlayabilmek için dinleyicilere açıklayıcı bilgiler içeren bir programın dağıtılması çok yerinde olurdu. Lâkin ne yazık ki Ankara konserinde sunulan program sadece eser adlarını kapsamaktaydı. Bu eser başlıkları Ravel müziği ile ilk kez karşılaşan dinleyiciler için ne kadar, ne anlam ifade etti, bilemeyiz.
Üç piyanisti daha önce farklı ortamlarda, Rahmaninov’un 150nci doğum yılında (2023) (Başar Can Kıvrak, Gökhan Aybulus) konserlerde veya CD kaydı olarak (Emre Yavuz) güzel Rahmaninov icralarında da dinlemiştik. Çok farklı bir stile, dönem tarzına sahip olan Maurice Ravel’in müziğinde de bir o kadar başarılı olduklarına tanık olmak çok güzel. Müzisyenlerimizin bu tür seçkin projelerle müzikseverlerin karşısına çıkmaları, farklı eserleri tanımak, canlı işitmek bakımından bizler için çok değerli. Sadece bu açıdan bile olsa, piyanistlerimizi kutlamalı ve yeni projeler bakımından beklentide olduğumuzu vurgulamalıyız.
AYŞE ÖKTEM
21 Nisan 2025, Ankara