Mustafa Kemal’in eskiden sıkça hatırlanan bir sözü vardır: “Köylü milletin efendisidir!
Bu sözün lafta kalmaması için esaslı bir toprak reformunun yapılması gerekiyordu, onun ömrü yetmedi. Sonuçta köylü nüfusun çoğunluğu, topraksız yoksul köylü olarak kalıverdi. 1950’lilerde ve izleyen yıllarda kırsal kesimden kentlere kitlesel göçün nedeni, ağırlıklı olarak budur.
Topraksız köylüler, yöresine göre “yarıcı”, “maraba”, “ortakçı” diye adlandırılır. “Efendi” olan yoktur içlerinde. Ama bir ortakçının oğlu Tâlip Apaydın vardır ki, o, herhangi bir “efendi” değil, tam anlamıyla bir “beyefendi”dir. Başarılı bir yazar olarak ün kazanması, onun beyefendiliğini pekiştirmiştir: Örneğin uygar ülkelerin yazarları, ün kazanmış olmayı nasıl kolaylıkla sindirebilmiş, alçakgönüllü kalabilmişse, bizim köy enstitülü yazarlarımız da topu birden böyle alçakgönüllüdür. Oysa sanıyorum ki Tâlip Ağabey’in bu az rastlanır beyefendiliği, sanatçı kişiliğinden yansıyan incelikler bütünüydü. Çünkü sanatçı kişiliğin derin duyarlıklarını o, aynı zamanda yaşam biçimine dönüştürmüştü.
Belirtmeye çalıştığım bu gerçek, bana ait bir gözlem, bir niteleme değildir. Tâlip Apaydın’ı tanıyan herkes, onun “ipek gibi bir insan” olduğunda birleşir.
*
Otuz yıl kadar önceydi, cumhuriyetimizin ilk kuşak bestecilerinden Fâik Canselen ve eşi (ışıklar içinde yatsınlar), bir de ben ve eşim, bir sonbahar akşamı Tâlip Ağabey’in tam kendisi gibi ipeksi eşi Hâlise Hanım’ın yemek davetine uyduk.
Gözlemlerimi özetleyeyim: Apaydın’ların hem alçakgönüllü hem içtenlikli olmasının getirdiği olgunluk ve üstün düzeyi, ben o akşama kadar pek yaşamamıştım.
Meğer fotoğraflar da çekilmiş o akşam, bilmiyordum. Bunu ne zaman ve nasıl öğrendim dersiniz? 30 Eylül 2014 günü öğlen zamanı, Tâlip Ağabey’in cenazesinin kaldırıldığı Ankara Kocatepe Câmiine gittiğimde, öncelikle Hâlise Hanım’a başsağlığı dilemek istemiştim. Beklediğimden de metin görünüyordu. İşte bu metânetin, bu kendiliğinden oluşan sağlam duruşun değerini düşündüğüm sırada o, içinde bulunduğumuz acılı ortamı aşarak bir anda başka bir konuya geçti:
“Bizim evde o akşamki yemekte çekilmiş fotoğraflar var, onları size göndereceğim” dedi.
İçim burkuldu, ama bunu belli etmemeye çalıştım, Hâlise Öğretmen’ime teşekkür ettim, yanından ayrıldım.
*
Bizim için çok özel olan bu fotoğrafları, yazacağım birkaç açıklayıcı notla birlikte zarfa koyup saklayacağım. Zaten benim mirasım, bu tür birtakım zarflar, kâğıtlar ve kitaplardan başka bir şey değildir. Bu mirası devralacak olan oğlum, onların değerini bilecektir.