Ses evreninin unutulmaz isimlerinden Maria Anna Sophia Cecilia Kaloyeropoulos, bilinen adıyla Maria Callas yüzyıl önce 2 Aralık 1923’de doğmuştu. O, 20. yüzyılın ikinci yarısının tartışmasız hakkında en çok konuşulan, yazılan, ünü sınırları aşmış, efsane opera şarkıcısı olmuştur. Yaşamı konusunda çok sayıda kaynak mevcuttur. Biz burada kısaca analım, istedik.
Maria Callas’ın yaşamı için hem bir trajedi, hem de bir masal demek mümkün. On üç, on dört yaşlarında anne-babasının ayrılması; annesi ve kız kardeşiyle doğduğu kent New York’dan ayrılarak, Atina’ya göç etmesi; 1937-1938 yıllarında Atina’da başlayan yeni bir yaşam; bunların henüz küçük yaşlardaki Maria’yı etkilediği şüphesiz. Maria’nın müzikle tanışması, yakınlarına yerleştikleri ve birlikte müzik yaptıkları akrabalarından Eftemios Dimitriades’in küçük kızın yeteneğini fark ederek çok iyi bir soprano olmasa da, iyi bir eğitmen olan Maria Trivella ile tanıştırması her şeyin başlangıcı olur. Bu arada, yaşını büyüterek şehirdeki iki Konservatuardan, Ulusal Konservatuar’a kabulünü sağlaması da önem taşır. Maria Trivella’nın adı bugün bilinmese de ilk aşamada Callas’ın sesini bulması onun sayesinde olur. Trivella artık genç bir kız olan Maria’nın sesinin kapasitesini, imkânlarını keşfetmekte gecikmez. Ve onunla geçirdiği eğitim döneminde, 1938’de, Maria ilk kez Santuzza (Cavalleria Rusticana) ile sahneye çıkmanın tadına varır.
Lakin bir başka hocanın, İspanyol soprano Elvira de Hidalgo’nun Maria’nın yaşamına girmesiyle Trivella dönemi kapanır. Hidalgo’nun Maria Callas üzerindeki etkisi çok büyük olur: ona sadece ses tekniği konusunda değil, nasıl giyineceğini, sahnede nasıl yürümesi gerektiğini, kollarıyla yapması gereken jestlerin ne olduğunu, sokakta yürüme tarzına kadar, incelikler öğretir. Ama Maria’ya hediye ettiği en değerli hazine kadın trajedi kahramanlarıyla, romantik dönem karakterlerine ilişkin repertuvar olur. Elvira de Hidalgo için bel canto sadece iyi şarkı söylemek değil, bunun da ötesinde, ifade, yorum demektir. Temel tekniği sesin verebildiğinin olancasını elde etmektir. Bu da disiplin, duyarlık, titizlik anlamına gelmekteydi. İşte Callas böyle biçimlendirilmiştir. De Hidalgo inanılmaz bir ses aralığına sahip olan 17 yaşındaki öğrencisine unutulmuş bel canto repertuvarını çalıştırırken, repertuvarın hafif registerde kalmasına dikkat etmişti. Olağan dışı bir hafızaya sahip Maria bu repertuvarı bir sünger gibi emmiş, ezberlemişti. Güçlü hafızası sayesinde bir gecede bir partisyonu deşifre etmekte, sonraki güne hazır hale getirebilmekteydi. Lucia, Amina, Elvira, Anna Bolena, Norma, Maria Stuarda, daha o yaşlarında hafızasına kazıdığı isimlerdi. İşte, çevresindeki şarkıcılar Tosca, Violetta, Butterfly’larla sahnelerde boy gösterirken, o birdenbire çok değişik bir repertuvarla dünya sahnelerine atılacaktı.
Mayıs 1940’da okulunun konser galasında aryalar söyleyen Maria, aynı yılın Kasım ayının sonunda ilk kez Atina Operası sahnesinde Suppé’nin Boccaccio operetinde kendini gösterecektir; önemli bir rol değildir, ama beğenilir. Önemli olan olay sonradan gelecektir. Savaş kokularının yayıldığı, ortamın karışık olduğu günlerde, Atina Operasında Puccini’nin Tosca operasının prömiyeri yapılacaktır ve Temmuz 1941’e gelindiğinde “Tosca” hastalanır: Callas role hazırlanır. Bu olayın arka perdesinde elbette Elvira de Hidalgo vardır, öğrencisini öneren o olur ve başarır. 4 Temmuz 1941 akşamı Atina Operası’nın perdeleri, 17 yaşını henüz tamamlamış Maria Callas’ın Tosca’sıyla açılır. Floria Tosca rolünü sevmeyen, buna karşın defalarca seslendirdiği (1950 yılından itibaren 30 defadan fazla söylemiş) bu karakter ile inanılmaz kariyeri başlamış olmaktadır.
Maria Callas’ın sahne kariyeri 1941 ile 1965 yılları arasında süregelmiştir. Bu yıllar boyunca 500’ü 1949 ile 1959 yılları arasında olmak üzere, 570’e yakın temsile çıkmış; bunlar yaklaşık 40 kadar opera evinde 140’a yakın yapımdan oluşmuştur. Daha çok İtalya’da, ama aynı zamanda Avrupa ve Amerika’da da sahneye çıkmıştır.
1947 yılının sonundan itibaren Maria Callas, görülmemiş bir doymazlıkla rollerin birini alıp, diğerini bırakır, başarısı da o ölçüde inanılmazdır. 1948’den başlayarak dört yıl içinde 18 farklı kadın karakterini, 173 kez canlandırır. 1959 yılından itibaren kariyerine damgasını vurmuş, istediği şekli vermiştir ve bu sonuna kadar sürecektir.
Maria Callas’ın olağan dışı olarak nitelendirilebilecek sahne yaşamı 1965 yılında sona erer. Gerek özel yaşamındaki iniş çıkışlar; gerek çocukluğundan beri hassas olan sağlığı; şöhretin zirvesindeyken sahnede yaşadığı kazalar; 1962 de yaşadığı iki ciddi kriz sonunda sesini kaybetmesi, özetle sıkıntıların yarattığı birikim sonunda, 1965 yılı Temmuz ayında Londra’daki Tosca temsilinden sonra, bir daha hiçbir sahnede opera söylemez.
1969 yılında ünlü İtalyan rejisör Pier Paolo Pasolini ile bir film denemesi yapar: Medea’dır bu. Ülkemizde de gösterilen, Kapadokya ve İtalya’da çekilen, diyalogsuz (ya da çok az konuşmalı), şarkısız, ilginç bir film. Burada da Callas, operada olduğu gibi, disiplinli, profesyonel, bilincin zirvede olduğu; yaptığı en ufak hareketi bile önceden incelediği, rolünü derinlemesine analiz ederek, layıkıyla canlandırma çabasını gösterdiği bir rol olur. Film eleştirmenlerce göreli olarak iyi karşılansa da, gişe girişi zayıf kalır.
1971-1972 yıllarında Amerika’da ustalık sınıflarında ders vermeyi kabul eden Callas, 1973 ve 1974 yıllarında çok eski dostu; sahneyi paylaşmayı sevdiği ünlü tenor Giuseppe di Stefano ile Avrupa, Amerika ve son olarak Japonya’da turneye çıkar. Lakin ikisi de artık bir zamanların parlak yıldızları olmaktan uzaktırlar. Turneyle ilgili olarak çıkan yazıların ortak noktası her ikisinin de sesinin “kayıp” olduğudur. Yine de her gittikleri yerde çılgınca alkışlanırlar, büyük ilgiyle karşılanırlar. Alkışlar sesleri için değil, artık efsane olan isimleri içindir. 1973 yılında turne öncesi verdiği bir radyo röportajında, “Doğal olarak ses artık bir zamanlar olduğu gibi değil. Halk da bunu biliyor. Biz bir sevgi teatisi için buradayız.” demiştir. Maria Callas 2 Kasım 1974 tarihinde, Sapporo’da son kez halkın karşısına çıkar ve şarkı söylemeyi bırakır.
16 Eylül 1977’de, henüz 53 yaşındayken Paris’te yaşama veda eder.
Çok geniş bir stüdyo ve canlı kayıt hazinesine sahip olan Maria Callas daha önce de belirttiğimiz gibi, çok sayıda karakteri seslendirmiştir. Lakin ona “yapışan” birkaç rol vardır ki, bunlardan söz etmek zorunludur: Medea, Norma, Tosca ve Lucia. Tosca ve Norma’dan sonra, Medea Callas’ın kariyeri boyunca en çok seslendirdiği rol olmuş. 7 Mayıs 1953’de Floransa’da söylediği (internette de mevcut) Medea’sı insanın nefesini kesen yapım olarak belleklere kazınmıştır. Bel canto repertuvarın dramatik güç bakımından en önde gelen eserlerinden biri olarak Norma’da Callas, müzikal ve vokal derinlikle tarihe geçmiştir. Bu bakımdan 7 Aralık 1955 tarihli La Scala temsilinin yeri özeldir. 1953 tarihli yine La Scala’nın Tosca temsili de unutulmazlardandır. La Scala’nın 1955 yılındaki Berlin turnesinde kaydedilen, Herbert von Karajan yönetimindeki Lucia’sında zarafet ve incelik, dram ve virtüozluk, hepsi bir arada kulaklara yansır. Maria Callas’ı bunlarla sınırlamak çok yanlış olur. Lady Macbeth, Violetta, Carmen, Rosina, Aida, Elvira (I Puritani), Amina (La Sonnambula), Isolde, Kundry (Parsifal), Brünnhilde (Die Walküre) ve daha niceleri sıradadırlar.
Maria Callas’ın gerek profesyonel, gerekse özel açıdan çalkantılı olan yaşamı çok sayıda kitap, belgesel, makale, film (Bkz. SY - 28 Ekim 2022 tarihli yazımız) , hatta tiyatro oyununa konu olmuştur. Bu efsane ismin 100. doğum yılının uzun ve daha ayrıntılı, daha derinlemesine inen yazılara konu olacağını tahmin ediyorum. Biz bu kadarıyla yetinelim. Bu “büyük” sanatçıyı hasretle analım ve iyi ki onu en azından kayıtları sayesinde tanımışız diyelim.
AYŞE ÖKTEM
1 Aralık 2023, Ankara