Yüzyılın başında Paris’te sadece konser ve resitaller için kullanılan 4 salon vardı. Buna, opera evleri dışında, opera ve balenin de sahnelenebileceği iki salonu eklediğinizde, toplamda konser ve opera ile bale temsillerinin izlenebileceği birbirinden güzel altı salona sahipti güzel şehir. Konservatuar, Radyoevi veya Üniversitelerin içinde yer alan, halka açık konserlerin verildiği salonlar; Festivallerin düzenlendiği dinsel mekânların bu rakama dahil olmadığını belirtelim.
Merkezin 2.2 milyon (2015) nüfusuna 10.5 milyon nüfusuyla çevre yerleşim alanlarını eklediğinizde, Fransa’nın en kalabalık yerleşim yeri olan Paris için konser salonlarının azlığı sıklıkla gündeme taşınıyor, mevcutlar sürekli tartışma konusu oluyordu. Şehrin tabiri caizse göbeğinde yer alan Salle Pleyel (1927) hep eleştirilere konu olurdu: çok ince- uzun ve çok yüksek tavanlı bir salon; yeterli olmayan koltuk sayısı (1900) ve sonu gelmeyen akustik iyileştirme çalışmalarıyla eleştirilmekteydi. Théâtre des Champs-Elysées (1913) de akustik açıdan iyileştirme çalışmalarına konu olmasına rağmen, sonuçta bir “tiyatro” idi. Buna rağmen çok ünlü orkestralara, opera kumpanyalarına, temsillere ev sahipliği yapmaktaydı ve bu işlevine halen de devam etmekte; prestijli bir mekân. Yeni bir konser salonu ve müzik merkezi kurma düşüncesiyle 1995 yılında içinde müzik müzesi, dokümantasyon ve eğitim merkezleri barındıran Cité de la Musique (Müzik Sitesi) göreli olarak küçük olan konser salonuyla Paris’in kuzeyinde kapılarını müzikseverlere açmaktaydı, ama arzu edildiği gibi değil.
Sonunda Cité de la Musique birden fazla konser salonu, müze, eğitim merkezleri bulunan müzik kompleksi haline dönüştürülebilmiş, 2015 yılı başlarında Site sınırları içinde Fransa Devlet Başkanı’nın açılışını yaptığı 2400 kişilik Philharmonie de Paris mimari ve ses düzeni açısından büyük ses getirmişti. Yılda ortalama 250 konserin gerçekleştirildiği Philharmonie de Paris konserleri için uygulanan fiyat politikası sayesinde, göreli olarak uzak bir yerde olmasına rağmen, konser biletlerinin yok sattığı anlaşılıyor.
Diğer taraftan, hemen hemen aynı sıralarda, Radyo Evinin (Maison de la Radio) bünyesinde bulunan tarihi iki konser salonu da yenilenerek Fransız Radyosu Filarmoni Orkestrası ile Fransa Ulusal Orkestrası’na muhteşem bir konser ortamı yaratılmış. 1461 koltuklu Radyoevi Oditoryumunun açılışı 2014 yılı sonlarında gerçekleşiyor. Yılda ortalama 200 konser veriliyor. Konserlerin Fransız Radyosu’ndan naklen yayınlanması; ayrıca konserlerin hepsinin kayıt altına alınması, büyük önem taşıyor.
Daha da bitmedi. Paris’in doğusunda, Sen nehri kıyılarında uzun süre kaderine terk edilen Renault fabrikalarının yıkık dökük binalarının bulunduğu Seguin Adası üzerinde 4000 koltuk kapasiteli (ayakta izleyenlerle 6000) büyük bir salon ve 1150 kişilik küçük salondan oluşan yeni bir müzik merkezi ortaya çıktı: La Seine Musicale. Büyük salon her tür müzik etkinliğine açık; müzikal, pop, etnik müzik ve sair müzikler. Küçük oditoryum ise sadece klasik müzik konserlerine göre tasarlanmış. Akustik düzenini Elbphilharmonie (Hamburg), Pierre Boulez Saal (Berlin), Philharmonie de Paris, Radyo Evi Oditoryumu ve dünyada çok sayıda konser salonunun ses düzeninin altına imza atan Nagata Acoustics ve Fransız Jean-Paul Lamoureux’nün firması yapmış. Bünyesinde ünlü kontrtenor Philippe Jaroussky’nin Müzik Akademisi’ni de barındıran La Seine Musicale’in açılışı (Sen nehri ortasındaki bir ada üzerinde kurulmuş olmasından dolayı küçük bir kelime oyunuyla, aynı şekilde telâffuz edilen sahne -“scène” – sözcüğü kullanılarak Müzik Sahnesi veya Müziksel Sen nehri anlamında, böyle adlandırılmış) Nisan ayının sonlarında gerçekleşmiş.
Şimdi bütün bunları anlatmak da nereden çıktı denebilir. Ankara’da yıllardır tamamlanamayan bir konser salonu olduğunu düşünürken ve son zamanlarda İstanbul’da içinde konser salonu da barındıran bir kültür merkezinden söz edilirken, aklımıza geldi.