Her yiğidin yoğurt yiyişinin ayrı olduğu Beethoven-250 kutlamaları nedeniyle yapılan sezon programlarında da ortaya çıktı! Türkiye'deki operaevlerinden hiçbiri L. van Beethoven'in tek operası olan Fidelio'yu programına almadı, bestecinin korolu eserlerinin seslendirilmesi yeğlendi. Devlet orkestraları konçerto ve senfonilerle uvertürlerine yöneldiler. İçlerinde en kapsayıcı olanı CSO yaptı, bestecinin 9 senfonisini ve piyano konçertolarını, bazı uvertürlerini programına aldı. Piyano Konçertolarının tamamını Mayıs'ta üç haftada, seçkin 32 Sonat ve tüm eserleri kayıtlarıyla tanınan anıtsal piyanist İdil Biret (d. 1941) seslendirecek. Bilkent Senfoni Orkestrası ise Beethoven-250'yi dört ayrı konsere değişik eserlerini koyarak anma yoluna gitti.
BSO'nun “Beethoven-250-I” konserini 1 Şubat 2020 akşamı dinledik. Orkestrayı, şeflik yarışmalarının ödül toplayıcısı Polonyalı Sebastian Perlowski yönetiyordu, başkemancı sandalyesinde İrina Nikotina vardı. Açılışta, bestecinin gözde yapıtlarından Op. 56 Üçlü Konçerto'sunu, Önder Baloğlu (d. 1988-keman), Nil Kocamangil (d.1989-viyolonsel), Çağdaş Özkan (d. 1985-piyano) solistliğinde dinledik. Baloğlu ve Kocamangil müzik yaşamlarını Almanya'da sürdürüyorlar. İki orkestranın başkemancılığı yapan Baloğlu geçtiğimiz yıllarda birkaç kez konuk konzertmeister olarak yer aldığı Bilkent sahnesine bu kez solist olarak çıktı. Çağdaş Özkan ise zaten Bilkent'in çocuğu, halen Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda öğretim görevlisi ve yoğun biçimde oda müziği etkinliklerini sürdürüyor. Baloğlu ile Duo BalKan adlı bir ikilileri var. Nil Kocamangil de artık, solistlik etkinliklerinin yanısıra doktorasını tamamladığı Leipzig Müzik Yüksek Okulu'nda ders veriyor.
Beethoven, Üçlü Konçerto’yu , keman partisini Seidler, çello partisini Kraft gibi, döneminin usta virtüozlerinin seslendireceğini dikkate alarak yazmıştır. Piyanoda ise genç Arşidük Rudolf'’n yer alacağı düşüncesiyle, bu partilerin çalması daha kolay ve az etkili yazıldığı saptaması kimi müzikologlar tarafından yapılmasına karşın, Bilkent salonunun akustiği içinde Çağdaş Özkan'ın tuşesinden gayet etkileyici biçimde duyuldu bu partiler...
Geleneksel hızlı-ağır-hızlı yapıdaki konçerto lirik ve dramatik özellikler taşır. Enerjik ve gergin ana tema dramatiktir. Oda müziği özelliklerini dipdiri senfonik örgüye taşıyan ve ana temayı vurgulayan “hızlı” birinci bölümü, son derece “renkli” bir “yavaş” bölüm izler. Ağır tempoda duygulu, şarkı gibi duyulan bu “largo”dan, duraksamadan son bölüme geçilir. Polonez dansının ritmik dokusunun hissedildiği neşeli son bölüm, coşkusu ve ritmiyle tipik bir Beethoven finalidir.
Belirleyici senfonik özellikleri nedeniyle kanımca rahatlıkla “konçertant senfoni” diye adlandırılabilecek bu etkileyici yapıtta orkestrayı Perlowski, gayet coşkulu biçimde yönetti. Beethoven'e özgü dramatik örgü, üç solistin gözetilmesi nedeniyle öteki eserlerindeki kadar yoğun olmasa da, şef ve orkestra tarafından anlaşılır biçimde ortaya konuldu.
BESTECİSİNİ PİŞMAN EDEN KIRKYAMA
Konserin ikinci yarısı Hollandalı avangart besteci Louis Andriessen'in (d. 1939) çok zengin verimi içindeki tek senfonik eser olan, “Orkestra ve Dondurmacı Çanı için Beethoven'in Dokuz Senfonisi” başlıklı 8 dakikalık “kırkyama”sıyla açıldı.
Kırkyama, “patchwork”un Türkçesi. Besteci, Beethoven'in her senfonisinden birer parçayı alıp, iplik olarak kimi “Pop-Caz” ezgileri kullanarak birbirine bitiştirmiş, ortaya bir “Beethoven Kırkyaması” çıkartmış. Hani Beethoven'in döneminde ve sonrasında yapılmış pek çok karikatürü vardır, bu da müzikal bir karikatür! Zaten babadan besteci Andriessen de, sanırım bu şakanın algılanışından pek memnun kalmamış ki, bir daha senfonik eser yazmamış. Andriessen, bizim yazlıklardaki Maraş dondurmacılarının bakır çanlarını duysa, acaba bu patchwork'unun içine nasıl yerleştirirdi?
O işitmezlik ve bağlı bulunduğu kimi katı ilkelerin getirdiği gerginlik içindeki Beethoven, bu müziği duysa, 7. Senfoni ezgilerinin içinden sonat tınılarının geldiğini işitse Viyana'nın Zentralfriedhof Mezarlığındaki sonsuz dinlence mekânında, birkaç kez yerinde dönerdi herhalde!
Konserin son eseri, Amerikalı besteci George Gershwin'in (1898-1937) “Paris'te Bir Amerikalı”sıydı. William Saroyan'ın “Harput'ta Bir Amerikalı” başlıklı romanına nazire, besteci de bu yapıtında kendi Paris günlerini anlatır. Kendisinin “rapsodik bir bale” olarak tanımladığı birbirine yapışık ancak akışkan bölümlerden oluşan eser, iki parça Fransız bagedi arasında bir dilim Amerikan Cheddar'ıyla yapılmış bir sandviçi andırır. Girişi ve çıkışı tam Fransız ve Paris sokaklarının rengini yansıtırken, orta kısmında bestecinin esas beslendiği Blues'lar dahil evinin müziklerinden oluşuyordu.
Rivayete göre Gershwin Paris'e M. Ravel'e çalışma umuduyla gitmiş ama Ravel'den “Birinci sınıf bir Gershwin olabiliyorsanız, neden ikinci sınıf bir Ravel olacaksınız?” yanıtını alınca, Paris kaldırımlarında bir süre avarelik edip Amerika'ya dönmüş. Ama dinlediğimiz yapıtın ilk bölümlerinde Fransız Altılıları'nın kokusu mis gibi insanın burnuna geliveriyor.
Orkestra Gershwin'in yapıtında gayet verimli, parlak bir seslendirme çıkardı. Üflemeli grupları etkileyiciydi. Keman sololarında İrina Nikotina herzamanki düzeyinde başarılı iş çıkardı.
Şef Sebastian Perlowski, çok enerjik, yaptığı müzikten keyif aldığını, sevinç duyduğunu gösteren bir orkestra yönetmeni. Hocalarından efsanevi pedagog Jorma Panula (d. 1930) gibi, yapıt hangi döneme ait olursa olsun baged kullanmıyor, ancak kollarını keskin, anlaşılır, bileklerini ise gayet yumuşak kullanarak, orkestrayı hiç kuşkuya düşürmeyecek netlikte yönetiyor.
Konser sonrası Bilkent'in ayazına çıkarken, “ Acaba BSO, Beethoven'in 250. yılı kutlaması dizisinin ilkini şöyle damardan bir Beethoven konseri yapamaz mıydı?” diye düşünmedim değil. Neyse ki Nisan'da ikinci Beethoven-250 konserinde, Türkiye'de pek seslendirilmeyen “Ah! Perfido” uzun aryasını Eleanor Lyons'un sesinden dinleyeceğiz.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
2 Şubat 2020, Ankara