CSO ne iyi etti de, Betin Güneş - Branimir Slokar ikilisini aynı konserde buluşturdu. Böylece, yeterince bilmeyenler için üflemeli sazların bakırlarında yer alan trombonun solistik özelliklerini tanıtırken, bir üflemeli topluluk için ne müzikler bestelenebileceğini ortaya koydu. Bu vesileyle orkestranın büyük bölümünü oluşturan yaylılar da bir hafta dinlendirilmiş oldu.
Branimir Slokar (1946), tromboncuların idolü olan, icracı olarak eriştiği ustalık düzeyinin yanında, eğitmenlikte de zirveye ulaşmış bir müzik insanı. Bugüne kadar pek çok Türk tromboncunun da atölye çalışmalarına, ustalık sınıflarına katıldığını, hatta ders verdiği konservatuvarlarda öğrencisi olduğunu hatırlatalım. Son hatırladığım, Bilkent'te lise sonrası giden Kumsal Germen'dir. Slokar, kendini trombon çalgısına o denli adamıştır ki, kendi adını taşıyan çalgı ve trombon ağızlığını geliştirmiştir. Köln Müzik Yüksek Okulu'nda Betin Güneş'in de hocası olmuş, bu öğrenci-öğretmen ilişkisi, iyi bir arakadaşlığa, icracı-besteci ilişkisine dönüşmüştür.
Betin Güneş yönetimindeki üflemeli-vurmalı çalgılar topluluğu,açılışta Fransız besteci Paul Dukas'nın (1865-1935) La Peri başlıklı, bakırların ön planda ses verdiği eserini çaldı. Ardından 19. yüzyıl bestecisi Ferdinand David'in (1810-1873) Trombon Konçertinosunu seslendirmek üzere beyaz ceketiyle Slokar sahneye çıktı. Son görüşümden bu yana biraz kilolandığı, ama atletik yapısından ödün vermediğini gözlemledim. Betin Güneş'in hazır mıyız işaretine “Tamam” diyerek karşılık vermesi, Slokar'ın Türk arkadaş ve öğrencilerinden bazı sözcükleri de dağarına kattığını gösteriyordu. Konçertinonun ardından Slokar'ın biraz soluklanması için Betin Güneş'in Aragon başlıklı, bestecinin bir çok tekniği bir arada kullanarak dinleyiciyi bağladığı eseri toplulukca seslendirildi ve Slokar yeniden sahneye çıktı. Kendisinin bir trombon yarışmasında zorunlu eser olarak çalınmak üzere Betin Güneş'e sipariş ederek yazdırdığı Promenade (Gezinti) başlıklı eserdeydi sıra. Bestenin adının gezinti olmasının nedeni, iki arkadaşın İsviçre dağlarında yürüyüş yaptıkları sırada siparişin verilmiş olmasıydı. Eser, Slokar'ın Purzelbaum adlı CD'sinde de yer almıştı. Slokar, Betin Güneş'in piyanosu eşliğinde bir bis de yaparak sahneden ayrılmadan önce, sunulan çiçeği picoloyu çalan flüt grubundaki Çağlayan Barbaros'a sunarak topluluğa teşekkürünü yapmış oldu.
Slokar'ı 10 yıl önceki formundan biraz uzak bulsam da, 72 yaşında nefes hakimiyetini koruyor olmasını, zamanının bir bölümünü evinin bulunduğu İsviçre'nin Bern kantonunda, köpeğiyle ünlü Bernese'de dağcılık, hayvancılık, kayak gibi işlere ayırmasına bağladım.
Konserin ikinci yarısında tümüyle Betin Güneş'in bestelerini dinledik.
Betin Güneş (1957), Türkiye'de hak ettiği düzeyde tanınmasa da, Almanya'da özellikle kuruculuğunu yapıp 30 yıldır yönettiği Köln Senfoni Orkestrası ve çeşitli üflemeli çalgı topluluklarıyla klasik-çağdaş müzik âleminin iyi tanıdığı, sürekli sipariş alan bestecilerden biridir. YÖK öncesi İstanbul Devlet Konservatuvarı piyano ve kompozisyon yüksek bölümlerini bitirmiş, ardından DAAD bursuyla gittiği Köln'de trombon, şeflik ve bestecilik bölümlerini tamamlamış ve müzik yaşamını da Almanya'nın bu kentinde sürdürmüştür.
Ne denli verimli çalıştığını, “19 senfoniye imza atmış tek Türk besteci” ünvanını elinde bulundurmasından ve eserlerinin opus numaralarının 300'ü aşmış olmasından anlayabiliriz. Nasıl bir besteci diye sorarsanız, “çağdaş eklektik” nitelendirmesini bilmem kullanabilir miyiz? Güneş, 38 yıldır Almanya'da yaşamasına karşın, esin kaynakları arasında halk müziğimiz hep olmuştur. Aksak ritmleri kullanmaktan hiç çekinmemiş, tonal ve atonal yazı tarzını bir arada uygulamış, lirik ve enerjik pasajlarla, hem duygulu, hem ateşli müziksey yapıları başarıyla oluşturmuştur.
Üflemeli-vurmalılara arpin de katıldığı topluluktan Güneş'in bütünü 1.5 saat olan Renan Demirkan'ın bir dans tiyatrosu olarak ısmarladığı 1.5 saatlik eserden derlediği Respekt'ten (Saygı)
üç bölümlü süiti dinledik. Ortadaki lirik bölüm, duygusallığın üflemeli çalgılarla da nasıl serimlenebileceğine güzel bir örnekti.
Ardından “Müzik ile Barış” başlıklı parça geldi. Alman Eyalet Müzik Konseyi (Bizde yoktur böyle şeyler!) tarafından ısmarlanmış esere, Güneş iki bölüm daha ekleyerek bir üflemeli çalgılar topluluğu süiti oluşturmuştu. Güneş burada müzikle ilgili görüşünü felsefesini yansıtmaya önem vermişti. Dini, ırkı, dili, cinsiyeti olmayan bir kültür olgusu olarak gördüğü bu sanatı “Müzik ve Barış” başlığı altında simgelemişti. Eserde tüm çalgıların birlikteliklerinin yanı sıra, virtüoz soloları da yer alıyordu.
Konser Betin Güneş'in 8. Senfonisinin son bülümünün finali ile sonuçlandı. Senfoninin adı “19 Mayıs 1919”dur. Piyanoyu bestecinin çaldığı tipik Azeri dans ritminin hızlı tempoda kullanıldığı parçada özellikle vurmalı çalgılarda Hakan Yağuş ile Dinçer Özer'in başarıyla uyguladığı ritmik iskelet, âdeta ulusal kurtuluşa giden yolun taşlarını döşüyor gibiydi.
Yoğun alkışlara karşılık olarak Güneş, piyanoda “klasik işler” diye nitelendirdiği bir potburi sunarken, genellikle tromboncu olarak tanınmasına karşın piyanodaki maharetini de, Beethoven'den Grieg'e uzanan Mozart soslu bir icra ile gösterdi. Sunulan çiçeği, korangleci Güzin Bilgen'e verip, erken saatteki uçuşuna hazırlanmak üzere hemen soyunma odasına çıktı. Çünkü 4 yaşındaki oğlunu özlemişti.
Fuayede bir dostum sordu, “Şef niye eser sonlarında gidip flütçünün elini sıkıyor?” diye. Güneş'in icra sonlarında gidip Flüt Grup Şefi Aycan Sancar'a yönelmesi demek ki dikkati çekmişti. Senfoni orkestralarında lider, başkemancıdır. Yaylıların bulunmadığı üflemeli çalgı topluluklarında ise başkemancının yerini flüt grup şefi alır. Sorunun cevabı buydu.
CSO binasından ayrılırken kafamdaki soru ise şuydu:
Orkestralarımız, bazı yabancı şefleri her sezon ikişer-üçer kere davet ederler de, Betin Güneş gibi değerlerimizi niye beş-on yılda bir akıllarına getirirler acaba?
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
2 Şubat 2019