Necip Fazıl Kısakürek, özellikle ülke yönetimince sıklıkla adı anılan, yüceltilen bir şair. Şairliğinden çok İslamcı, ideolojik yanıyla, “ideolocya örgüsü”yle yüceltiliyor.
Türk yazınında, kanon diye adlandırılan durum pek geçerlidir. Bir bakıma kolaycılıktır “kanon.” İnsanlık ekini içinde Türk ekinini toplumcu kesim temsil etmişken; özellikle son on yıl içinde sağ-“muhafazakâr”-tutucu kesimden de bir sanatçı-yazar adları dizelgesi (liste) oluşturuldu. Kuşkusuz sol-toplumcu yazarlara karşı oluşturulmuştu. Kendisinin salt şiddetle birlikte anıldığını, yalnızca bu biçimde var olduklarını gördüklerinden, postmodernizmi kullanmaya başlamalarıyla birlikte böyle bir dizelgeye duydukları gereksinim de arttı. Sözkonusu dizelgenin başında yer alan Necip Fazıl Kısakürek örtük de olsa sağ kanatça Nâzım Hikmet’e denk sayılmaktaydı. Kendini yine biraz da örtük tutumla “sol”, “demokrat” olarak yansıtan sanatçılar şiirsel eşitlik, şiirsel adalet adına Necip Fazıl şiirinde “ustalık” buldular. Oysa nesnel bir bakış, Necip Fazıl şiirinde bir Sezai Karakoç’taki, bir İsmet Özel’deki, giderek Arif Ay’daki, Erdem Beyazıt’taki şiir düzeyinin bile bulunmadığını görmeye yeter.
Şunu belirtmeli ki Necip Fazıl’ın, “dinsel hidayete ermesinden” sonra kesin dille “reddettiği” güzel birkaç şiiri, Paris dönemine ilişkindir. Geri kalan şiirlerinin hemen tümüne hastalık derecesinde ölüm korkusu izleği egemendir.
Oysa gerçek şair kişiliği, yeri gelmişse “Ölümden öte köy mü var” diyebilecek bir kişiliği gerektirir.
Necip Fazıl, sürekli okul değiştirdiği, annesinin beyin humması ve vereme yakalandığı zor bir çocukluk yaşar. Kendisi de sık sık hastalanır bu dönemde. Annesine çok bağlıdır. (“Ağlayan Çocuklar”, “Anneciğim”, -son şiiri- “Zehir” gibi şiirleri yaşamsal izler içerir.) Hatta şiire başlamasını, on iki yaşındayken, hastanede ziyaretine gittiği annesinin “senin şair olmanı ne kadar isterdim!” deyişine bağlar. (Uyguner, 1994: 10) Özellikle, (Sorbon Üniversitesi’nde felsefe okumak üzere gidip, okulu bitirmeden döndüğü) Fransa’da geçen zamanı bohem, savruk, düzensiz, zevklerin peşinde geçen bir dönemdir. (O yıllara ait şiirlerini, giderek şiir sanatını reddedecek kadar uçlardadır Necip Fazıl. Şöyle der önceki şiirler için: “Bu şiirleri evladını reddeder gibi reddettim, kim alırsa alsın.” Şiir sanatı içinse, gene “Çile” şiirinde: “Verdim cüceye onun olsun şairlik / Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.” Ama kendi reddetse de en güzel –ki zaten birkaç tanedir- şiirlerini yazdığı çağlarıdır.) Bu dönemi bu kadar aşırı yaşamasından olsa gerek, 1934’te Nakşibendi Şeyhi Seyyid Abdulhakim Arvasi ile tanışmasından sonra ise tamamen zıt yönde bir aşırılığın içine düşer, sözcüsü olur. (Aslında kesin bir tarihsel ayrım da yanıltıcı. 1934 sonrası netleşen izlekler, görece seyrek olsa da 1920’lerdeki şiirlerde de var. Bu da çocukluktan gelişen bir eğilimin bulunduğunu gösteriyor.) Oktay Akbal, onunla ilgili anılarında; Tan Basımevi’nin yıkılması olayında, “Büyük Doğu” dergisinin yönetim yerinde gördüğü Necip Fazıl’ın bir yandan etrafındaki gençleri kışkırtırken, bir yandan da “Tan baskınında ele geçen belgeler” diye sahte belgeler düzenlediğini; hatta Carrefour dergisini farkedip, bu derginin sağcıların olduğunu söylediğinde, Necip Fazıl’ın “Olsun, tezyini bir anlam veriyor” dediğini yazar. (Akbal, 1999:137)
Banka denetçiliği yaptığı dönemde Erzurum görevinde, Necip Fazıl’ın, kiraladığı bir yaşlı kadının eviyle ilgili kira tutarını ödemeden Erzurum’dan ayrıldığı da bilinir.
Bir diğer olay ise belki de ilk kez burada açıklanıyor:
Necip Fazıl Kısakürek T. İş Bankası’ndaki görevinden ayrıldığında bankaya 2030 lira borçludur. Ödemediği bu borç tutarı, T. İş Bankası 12 Aralık 1945 tarihli idare meclisi toplantısında alınan, 1778 sayılı kararla genel müdürlüğe yetki verilerek, “Hizmeti nazara alınarak…” gerekçesiyle silinmiştir. (Kocabaşoğlu, 2001: 153).
Necip Fazıl’ın ne kadar istikrarsız, iniş çıkışlarla dolu bir karaktere sahip olduğunu gösteriyor bu saptamalar. Şiirine de keskin çizgiler, öfkeli patlamalar olarak yansıyor bu durum. Sürekli ölüm ve ölüm korkusu kaplar şiirini. Bir Yunus Emre’nin ölüme bakışıyla, halk şiirinin ölüm karşısındaki cesur duruşuyla akrabalığı yoktur. Cahit Sıtkı Tarancı’daki, Ziya Osman Saba’daki ölüm kaygısının insan merkezli şiiri Necip Fazıl’ın şiirinden çok farklıdır. Necip Fazıl’daki ölüm Nihat Genç’in de belirttiği gibi “kupkuru bir ölüm”dür. Kabir, tabut, kefen, kezzap, kusmuk, ölüler, cinler, mezar, iskelet, kafatası... Tamamen patolojik bir ruh durumu. “Gece yarıları odasına kapanmış her gencin ateşli coşkusunu, bedenini bu kelimelerle öldürüp, çürütmüştür.” (Genç, 2004: 33) Şiirinin teknik yapısının da (sayılı şiiri dışında-“Kaldırımlar I,II,III”, “Otel Odaları”, “Çocuk”, “Çan Sesi,” “Veda”, “Nakarat”, “Sayıklama”-), öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi üstün ve başarılı olmadığının ortaya konması da sağlıklı bir gelişmedir. Türk şiirine kattığı teknik bir yeniliğin olmadığı açıktır. (Pazarkaya, 2003: 46) (Mehmet Rifat’ın da bunu sezdiği bellidir, ama göstergebilimin tekniklerinden başka şeylerle ilgilenmemek adına sözkonusu alana bilerek girmez.) (Rifat 1999:195)
Somutlaştırmak için, Necip Fazıl’ın şiddet, (tersinden) kötülük izlekli dizelerinden (tümü için yer sorunu olacağından) yalnızca bir bölüm verilmekle yetinilecektir: “Kustum, öz ağzımdan kafatasımı”, “Bir fikir ki, sıcak yaradan kezzap”, “Bir fikir ki, beyin zarında sülük”, “Karınca sarayı, kupkuru kelle”, “Bir zehirli kıymık gibi, beynimde”, “Yüzü kapkara zifir”, “Patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan”, (Kimi şiirlerin tüm dizeleri, sözgelimi “Tabut”, “Ölüler”...), “Gözüne mil çekilmiş bir âma gibi evler”, “Kemik bir kol nasıl fırlarsa bir mezardan”, “Ne taze ölüyü mezar”, “Basar odaları belirsiz cinler”, “Her gece periler uyur odamda”, ”Kemikten parmaklar terimi siler”, “Tabut gıcırdamakta”, “Ölüler içinde en yalnız ölü”, “Zonklayan başımbenim, kan pıhtısı, cerahat”, “Bense öz beyninidişleyen yamyam”, “Cinlerin beynimde yaptığı düğün”, “Soğu ey terli kemik, soğu ey yanık tuğla”, “Kan pıhtısı takkeli, saçları yoluk kafa!”, “Günahkar ölülerin, kezzap yüklü nefesi”…
Bu anlamda özellikle İsmet Özel Necip Fazıl’ın ardılı sayılmalıdır. Şiddet atmosferi yönündeki tercihini Özel devralmış ve en azından uzun bir dönem şiirine katmıştır.
Şiir dil işçiliğiyse ki öyledir, başat birimi de sözcüklerdir; şairin tercih ettiği, şiirini kurduğu sözcükler onun şiir dünyasını, evrenini, şiir düşününü yaratır. Necip Fazıl’ın sözcük seçimi de okuru onun evrenine götürmektedir.
KAYNAKLAR:
AKBAL, Oktay, “Şairler ve Ben”, Çağdaş Y., 1999
BALDIRAN, Galip, “Baudelaire ve Necip Fazıl’da İç Hesaplaşma” Yom, S.7, 2002
GENÇ, Nihat, “Bozuk Ölümler”, Kaçak Yayın der. Ağustos, S.16, 2004
KISAKÜREK, Necip Fazıl, “Çile”, Büyük Doğu Yay., 1993
KOCABAŞOĞLU, Uygur, SAK, G, SÖNMEZ S, ERKOL F, GÖKMEN Ö, ŞEKER, N, ULUĞTEKİN M, “Türkiye İş Bankası Tarihi”, T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2001
PAZARKAYA, Yüksel, “Necip Fazıl Kısakürek Şiiri Üzerine Bir Karşı Görüş” Ünlem, S.1, 2003
RİFAT, Mehmet, “Gösterge Eleştirisi”, Kaf Yay., 1999
UYGUNER, Muzaffer, “Necip Fazıl Kısakürek” Bilgi Yay., 1994