Usta Yazar-Bilim Adamı Tahsin Yücel’i 22 Ocak 2016’da yitirmiştik; saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Tahsin Yücel’in tüm yapıtları bir bütün oluşturur. Tümünde de “ağırbaşlı bir alaysılık,” görkemli bir Türkçe egemendir. Sürekli alay eder ama bu öylesine bilinçli, mantıklı, anlak ürünü alaydır ki kahkahalarla gülemezsiniz.
Örneğin Yalan adlı romanında yaşamı blöften, yalandan oluşan biri vardır; romanın başkişisidir Yusuf Aksu…
Yücel, “Gökdelen” adlı romanında, belki de günümüze en yakıcı eleştirileri yönelmiştir.
Gökdelen’de olaylar 2073 yılında geçer. Ne ki yılın 2073 olması ve birtakım uygulayımbilim gelişmelerine yer verilmesi, yalnızca “karşıdüşülke” (distopya) oluşturmak amaçlı gibidir. Başka durumlar da kayıtlanmıştır: buğday serada ve yabancılarca yetiştirilmektedir. Her alan ama (hukukun, yargının dışında) her alan özelleştirilmiş ve yabancılara verilmiştir. Otomobillerin yanı sıra “mekikler” ulaşım, binek aracıdır; boşluğa atıldıktan sonra kanatlarını açarlar. İstanbul’da yüz elli üç gökdelen vardır. Başlarda gizemle söz edilen “yılkı adamlar” vardır; dağ bayır dolaşan, aç, sefil, barınaksız insanlar… Kuşlar, kediler, kelebekler tükenmiştir…
Romanın kimi kişiliklerinin gençliklerinde, yaşamlarının bir dönemlerinde devrimci olmaları 2073 yılı düşünüldüğünde olanaksızdır. (Bu belirlemeye romanın birkaç tümcesinde, “günümüzde de” böyle, günümüzde de aynı koşulların geçerliliği belirlemesinde bulunulduğunu da eklemek gerekir.)
Avukat Can Tezcan ile eski dostu Gazeteci Cüneyt Ender, “eski devrimci”lerdir! Her ikisi de “ünlü”dürler. Para içinde yüzerler ama devrimci geçmişlerini de bazen kahkahalarla bazen hüzünle anıp “Ah, o günler; ne günlerdi o günler” demekten geri durmazlar. (Günümüz dönme liboşlarına ne çok benziyorlar…) Ne anadan ne yardan geçerler, fırsatçılıklarına her zaman bir gerekçeleri, devrimci gerekçeleri vardır. “Şu davranışı gösteriyorlar, şu işi yapıyorlar ama aslında kimsenin usuna getirmediği bir yöntemle yine toplum yararı, devrimci ahlakları uğruna yapıyorlar!” Eski devrimci avukatımızın en yakınlarından biri, giderek avukatlığını yaptığı kişi kim dersiniz; Karadeniz doğumlu, New Yorklu Temel Diker’dir. Diker soyadı, önce terzinin giysi dikmesinden gelirken Temel’in yürüyüp gitmesinden, büyümesinden sonra, gökdelen diken anlamına dönüşüyor. Ve doğallıkla Temel Diker sürekli kazanıyor, kazanıyor. Hiçbir hukuk, hak dinlemiyor. İki özlemi var “garibin.” İlki, İstanbul’u New York gibi gökdelenler kenti yapmak, ikincisi ise Sarayburnu’nun karşısına, denize, kendisi altı aylıkken yaşamını yitiren güzel annesinin yüzünü taşıyan bir “özgürlük anıtı” yapmak. Bu anıt Amerika’dakinden de büyük olacaktır. Görgüsüz, güzelduyu yoksunu Temel Diker, “Gökdelen”de erdem simgesi tek kişi olan emekli öğretmenin ölümüne neden olacaktır, diğer deyişle onu öldürtecektir. Nedeni ise çok bilindik bir neden: Temel Diker tüm İstanbul’u gökdelenleriyle kaplamak, bu “bütünlüğe” ulaştırmak istemekte, bunu tutkuyla istemekte ama emekli Öğretmen Hikmet Bey, anılarının yaşadığı bahçeli küçük evini hiçbir bedele, hiçbir koşulda satmamaktadır. Diker’in gözünde, bu bahçeli küçük ev(ler) “pislik”tir, kümestir. Hikmet Öğretmen, sonunda polislerin saldırısıyla öldürülür.
Can Tezcan yargının özelleştirilmesiyle sorunların çözüleceğini düşünür. Böylelikle aynı zamanda hem geçmişte siyasal nedenle öldürülen bir ozan dostunun katilini bulacak, cezalandırılmasını sağlayacak ve o günlerde savunusunu üstlendiği, haksız yere tutuklu olan Varol Korkmaz’ı özgürlüğüne kavuşturacaktır.
Can Tezcan yargının özelleştirilmesine Başbakan Mevlüt Doğan’ı kolaylıkla ikna eder.
Yargı özelleştirilir ve kurumu Can Tezcan ve arkadaşlarının kurmak üzere olduğu TTHO yani Türkiye Temel Hukuk Ortaklığı AŞ satın alır. Ne ki Mevlüt Doğan üç ilin yargısını, mahkeme yetkisini elinde bulundurmak ister.
Yine “yasak kitap suçu” sözkonusudur. Eve baskın yapılır. Eski komünist Rıza Koç yakalanır. Büyük hukukçu, çokbilmiş eski devrimci Can Tezcan’ın da tutuklanma olasılığı vardır. Yurtdışına kaçacaktır. Derken Mevlüt Doğan ile Temel Diker “özgürlük anıtı”nın açılışını törenle yaparlar. Aynı anlarda da yılkı adamlar o noktaya doğru yaklaşmaktadırlar…
Bu keskin ve son derece yerinde yergilerin hangi zamana yöneltildiği sanırım anlaşılmıştır.
Bir gülmeceye de biz başvuralım: Şu günlerimizde bile bir liboş çıksa “Yargı özelleştirilmelidir” diye ortaya sözde düşünce atsa (ki çoğunun “Gökdelen”i okumadığı da bilinir), bu tümcenin ardına takılıp, onaylamaya çalışacak az mı aymaz çıkar sanırsınız…
Ne büyük usta Tahsin Yücel unutulur ne de yapıtları eskir.
Tahsin Yücel’in Dili Üzerinden Kimi Tanınmış Aymaz Yazarlara Eleştiri
Bir değini eklemeden yapamadım. Buna neden gerek duydum?
Son zamanlarda, o salakça adıyla “sosyal medya”da, takılan ünlü yazarlarımızdan kimileri öz Türkçeye karşı sözler etmekteler. Giderek içlerinden biri hızını alamayarak, yazısını Arapça bir seslenişle bitirmiş.
Bu yazarlarımıza bir ayrı bağlamda sorsanız, büyük olasılıkla, Tahsin Yücel’i de yapıtlarını da beğendiklerini belirtirler. “Gökdelen” de içinde olmak üzere Tahsin Yücel’in romanlarındaki öz Türkçe, sözkonusu yapıtlara ne gibi “zarar” vermektedir? Sormak isterim. Zarar bir yana tam tersi değil mi?
Türkçenin işlenmesi yazarlardan, inceyazıncılardan değil de marangozlardan, ayakkabıcılardan, kamyon sürücülerinden…beklenecek sanırım. Hiç kuşkum yok bu saydıklarım daha çok katkı sağlarlar!
Bir ülkede sözgelimi belgesel seslendiricileri, sözgelimi bilim adamları, hukukçular…yazarlardan daha güzel konuşup yazayorlarsa; dilin önemini kavramışlarsa orada sorun var demektir.
Günay Güner
27 Ocak 2017