Müzik sanatında temel bilgilere ulaşmak için, öncelikle insanoğlunun tarih içindeki serüvenine bakarak birkaç noktaya açıklık getirmekte yarar görüyorum:
Tarih öncesi çağların ilkel toplumlarında “egemen” kişilerden oluşan bir kesim bulunmuyordu. Avcılık ve toplayıcılık ekonomisi, 20-30 kişi dolayındaki insan topluluklarının ortak yaşam biçimiydi. Bu toplulukların kuşkusuz ki önderleri vardı. Ateşin denetim altına alınması, aletlerin görece evrimi gibi yüz binlerce yıl süren aşamalardan sonra, avcılık ve toplayıcılık ekonomisinden hayvancılık ve tarım teknolojisine geçiş, ilkçağın köleci toplum biçimini oluşturmuş, önderi “Kral”lar olan köle sahibi egemen güçleri ortaya çıkarmıştır.
Konumuz “müzik” olduğuna göre, insanlık tarihine bu eski dönem açısından bir göz atalım: Tarih öncesi çağların ilkel toplumlarında müzik, “büyü” amacıyla yapılıyordu. Çünkü ritmik ve melodik yaklaşımla zenginleştirilmiş sözlerin insan sesine gizemli bir etki kazandırdığı artık biliniyordu. İlkel insan, ürettiği seslerin etkilerini önceleri sadece “büyü aracı” olarak kullanmış, bu seslerden tat almayı hiç düşünmemiştir. Süreç içinde müziğin hoşça vakit geçirmek için, sanat bilinciyle ve estetik amaçlarla yapılması, ilkçağın köleci toplum biçiminde geliştirilen uygarlıklara rastlar. M.Ö. 3500 yılları dolayında Sümer tapınaklarında yer alan yakarılar, şiirsel özellik içeriyordu. Bu yakarıların giderek tapınak şarkılarına dönüştüğü tahmin edilmektedir. Eski Mısır uygarlığından günümüze kalan kabartmalarda gördüğümüz çalgıcılar ve dansçı kızlar, büyük olasılıkla firavunları eğlendirmeye gidiyordu. Şu da var ki bu çalgıları icat edebilmek bir “hesap işi”ydi. Tarım devrimiyle birlikte, yazı, takvim gibi icatların, matematik, astronomi ve felsefedeki gelişmelerin yanı sıra, müzikte de önemli gelişimlerin yaşandığı açıktır.
İlkçağın önde gelen uygarlıklarındaki toplumların geliştirdiği ilke ve kurallar bütünü, müzik sanatına da yansımıştır. Üflemeli çalgılarda belirli ses perdelerini üretmek için boru üzerinde açılacak deliklerin yerini hesaplamak gerekiyordu. Telli çalgılarda yer alan her bir telin uzunluğuna göre değişen titreşim sayısını saptamadan, belirli ses perdelerini elde etmek olanaklı değildi.
Müzik sanatında ilke ve kuralları belirlemek için, öncelikle ses perdelerinin aralıklarını saptama zorunluluğu doğmuştu. Pythagoras, saptadığı sayısal oranlarla aralıkların hesaplanmasında matematik ifadenin kesin dilini kullanmıştır. Thales’in güneş tutulmasını M.Ö. 585 yılının 28 Mayıs gününde gerçekleşeceğini önceden açıkladığı bir çağda, Pythagoras’ın ses perdesi aralıklarını hesaplaması hiç de şaşırtıcı değildir.
Etnomüzikologlar herhalde bana gülmeyecektir: Ben de Antik Yunan kültürü sayesinde müzik sanatındaki bu ilk aşamanın müziğe getirdiği kazanımların, daha sonraki yüzyıllar içindeki kazanımların tümüne bedel olduğunu düşünenler arasındayım.
Her ne kadar “yüksek perde”den atıp tutan politikacılara tahammül ediyorsak da, bizim görevimiz, ses perdelerinin titreşim sayısını belirleyebilen ilk ustaların çok daha saygıdeğer olduğunu yazmaktır.