Morukluğa getirip biraz kendimden bahsedeyim de gör gününü ey velinimet okur!
Şöyle başlamalı: Bilsen başıma neler geldi? Ahh, offfff, uffffff! Vıy vıy vıy…
Düştüm! Yüksekçe bir yerden (yani 30-40 santim yükseklikten) atlayayım derken fena halde düştüm! Sol bacağımın bileği davul gibi şişti, hastaneye götürüldüm, vıy vıy vıy…
Röntgen filminde kırık çıkık, çatlak matlak görünmüyor! Bak bu iyi, ama yumuşak dokuda lif kopması dahil, ezik büzük, her şey varmış, iyi mi?
Tedavisi neymiş? Sargı, (yetmezse alçıya alınacaktı valla) ve ağrı kesici tablet, ağrı kesici merhem, sonra da kesin istirahat!
“Sol ayağını yere basma!” dedi doktor.
Tamam, zaten basamam da… N’apalım, seksek oynar gibi mi gideceğim bu yaşta! Vıy vıy vıy… Ne hallere düştük, gördün mü sen?
Bacağımı uzatıp yüksek bir yere yaslayacakmışım! Bacağı aşağı sarkıtmak yasak! Bu ne demek? Bilgisayarın başına geçip “gelen kutusu”na bakmak, daha da beteri, yazı yazmaya soyunmak yasak demek, iyi mi? Vıy vıy vıy, neler geldi başıma, gördün mü sen?
Sağ olsun, bizim köroğlu koltuk değnekleri aldı getirdi. Ama kullanamadım: Bu değnekler, taş koridorda kayıyor, bu sefer kafayı kıracağız…
Hâlime bakıp da ardımdan “Geber!” diyen çoktur şimdi. Gebermeyen var mı lan? İlelebet sarayda mı yaşayacan?
Oh canına değsin! Fakir fukaranın nasıl olsa canı çıkmış…
Bana gelince.. öyle bok yoluna ölmek istemem.
Cennet öküzü gibi olmak istemem.
Cılkı çıkanlar gibi, hiç durmadan efelenmek istemem.
Cevâhir yumurtlayacak halim yok, sözü uzatmak istemem.