Bu yıl Ankara’da Aralık ayı resital, konserlerle dolu geçti. Küçüklü büyüklü, nitelikli konserler, resitaller günleri öylesine doldurdu ki, güzele de alışmak kolaydır, bu şölen bizi alıştırdı, doymaz hale geldik, neredeyse.
İzlemek fırsatını bulduğumuz birkaç oda müziği konserini paylaşmak; yılmadan, güzel bir müziği Ankaralı müzikseverlere sunmak hevesiyle, heyecan içinde konserler veren gençlerin etkinliklerinin sadece birkaçından söz etmek isterim.
12 Aralık akşamı Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde, “Alman Müziğinde Yolculuk” temasıyla, üç yetenekli müzisyenin bir araya geldiği bir oda müziği konseri vardı. Hande Dalkılıç piyano, Erkin Onay keman ve Cem Akçora kornoda, daha çok kayıtlardan bildiğimiz yapıtlar sundular bizlere. İlk olarak Hande Dalkılıç ve Cem Akçora Beethoven’in piyano ve korno için Fa majör Sonatını çaldılar. Kornonun biraz boğuk, ama tatlı sesiyle piyanonun parlak tınısı güzel bir birliktelik oluşturmuş. Sonra Dalkılıç’ın piyanosuna Erkin Onay kemanıyla katılarak, yine Beethoven’in bu sefer keman ve piyano için Sol majör 8 numaralı Sonatını seslendirdiler. Erkin Onay kati, çok dikkatli ve sağlam arşesiyle, Dalkılıç yumuşak, hafif tuşesiyle aydınlık bir eser olan Sonata ruhunu vererek, kanımca Beethoven’in 10 sonatı arasında en neşelilerinden biri olan bu sonatın havasını iyi yansıttılar. Üç müzisyeni bir araya getiren Brahms’ın piyano, keman ve korno için üçlüsü de öyle sıklıkla canlı dinlenen bir yapıt değil. Bu eseri de kayıtlardan biliyoruz, ama canlı dinlemenin hali başka. Gençliğinde korno da çalan Johannes Brahms bu çalgıyı oda müziğinde çok güzel kullanmış. Kornoda Cem Akçora’nın güzel yansıttığı yer yer melankolik, yer yer canlı üçüncü bölümde kemanla kornonun diyalogu hayli duyguluydu.
Ankara’nın küçük müzik salonu Mozarthaus’ta izlediğimiz bir sonraki konser de temalıydı ve konsere “Klasikten Romantiğe Yolculuk” başlığı verilmişti. Onur Şenler viyolonsel ve Burak Çebi piyanodaydılar. Beethoven’in op.102 No. 1 ve Brahms’ın op. 38, No. 1 viyolonsel ve piyano için Sonatlarını seslendirdiler. Beethoven’in bu iki enstrüman için bestelediği son eserlerden biri olan Op. 102/1 sonatta olsun, Brahms’ın op. 38/1 sonatında olsun, her iki müzisyenin yakalamış olduğu ortak ruh, uyum dikkati çekiyordu. Brahms’ın Mi minör Sonatının canlı, çabuk tempolu bölümlerinde piyanonun viyolonselle armonik bağdaşımı çok güzeldi. Bu iki sonat dışında konser programında Brahms’tan altı lied de vardı, ama viyolonsel ve piyano için yapılmış uyarlamasıyla. Liedin özgün haline meraklı olanların bile yadırgamayacağını, aksine viyolonsele çok yakıştığını düşündüğüm bu altı liedin (Op. 105 No.1 ve 2; Op.3- No.1; Op.94- No. 4; Op. 86- No.2; Op. 71- No.5) uyarlamasını Onur Şenler’in yaptığını sonradan öğrendim. Aynı bis parçası olarak çaldıkları Piazzolla’nın Oblivion adlı yapıtı gibi. CSO’nun viyolonsel sanatçısı Onur Şenler’i daha önce de çeşitli oda müziği konserlerinde dinleme fırsatını yakalamıştım. Örneğin Ankara Camerata ile şimdi ne yazık ki halka kapatılmış olan (ve de neden kapalı olduğu anlaşılamayan) Operet Sahnesinde verdikleri konser müzik düzeyi çok yüksek, güzel konser olmuştu. Sağlam, duyarlı bir arşeye sahip bir müzisyen Onur Şenler. Burak Çebi’yi ise, Almanya’da yaşamasına rağmen, iki ay içinde ikinci dinleyişim oldu. İlk dinleyişim genç piyanistin resitaliyle olmuştu. İyi bir müzisyen Burak Çebi. Ankaralıların kendisini dinlemeleri gerek.
Mozarthaus’daki bir başka konser de flütçü Zeynep Keleşoğlu ile piyanoda Orçun Orçunsel’den oluşan Duo Fidelis’in “Aşk ve Ölüm” temalı konseriydi. Christophe Willipald Gluck’un Orfeo ed Euridice operasından ünlü Kutsanmış Ruhların Dansı, Carl Reinecke’nin Undine ya da Su Perisi, Kazuo Fukushima’nın Mei ve Orçun Orçunsel’in Seikilos Epitaph adlı eserlerinden oluşan ilgi çekici bir program hazırlamışlardı. Müzisyenler eserlerin icrasından önce açıklayıcı bilgi verdiler.
Temasından da anlaşılacağı gibi, eserlerin hepsi aşk ve ölüm kavramıyla ilintili. 1930 doğumlu Japon besteci Fukushima’nın solo flüt için bir tür ağıt gibi bestelenen Mei adlı eseri vesilesiyle, Japon kültüründe flütün önemli bir yerinin olduğunu; bu dünyadan ayrılanların öbür dünyadan flüt sesini duyduklarına inanıldığını öğrendik. Zeynep Keleşoğlu’nun teknik ustalık ve yeteneğine sadece bu eserde değil, Orçun Orçunsel’in Seiklos Epitaph başlıklı eserinin icrasında da şahit olduk. 1962 yılında bestelenen Mei ölüme hatırlatma yapan, biraz karanlık, lakin etkileyici bir eser. Keleşoğlu’nun açıklamasında da belirttiği gibi, besteci Fukushima Japon geleneksel tınılarının yanında, Batı’nın klasik tarzını da işlemiş ve bu iki biçem ilginç biçimde iç içe geçmiş. Piyanist, besteci, aynı zamanda kurucusu olduğu Orchestra’Sion’un daimi şefi Orçun Orçunsel’in bestesi de gerek içerik, gerekse müziksel olarak ilginç. Program notları arasına kısa ve öz bir açıklama notu ekleyerek, dinleyicilere Seiklos Epitaph (Seikilos Yazıtı) hakkında bilgi veren Orçunsel, eserini anılan Yazıtın ( MS 2. Yüzyıla ait olduğu düşünülmektedir) içerdiği şarkıya ait notalardan hareketle bestelemiş. Yer yer flüte eşlik eden solistin sesi, yer yer, piyanonun içine üflendiğinde flüt ve piyanodan yankılı seslerin kulaklara yansıdığı; flüt ve piyanonun eşit değerde, uyumlu birlikteliğiyle gözleri kapattığınızda size bu dünyaya ait olmadığınız izlenimine kapılmaya iten tınıların duyulduğu orijinal bir eser. Dinlemiş, keşfetmiş olmaktan mutlu olduk.
Türkiye Filarmoni Derneği’nin konserlerine olabildiğince değinmek, bunları tanıtmaya çalışmak istemişimdir hep. Zira bu konserlerden hiçbir zaman hayal kırıklığıyla çıkılmadığı gibi, konserler ücretsiz olduğu halde, salonun neden dolmadığına şaşar kalırım. İşte yine sonuna geldiğimizde ciddi bir tatmin olmuşlukla salonu terk ettiğimiz bir konseri, 25 Aralık akşamı CSO Salonunda izledik. Özcan Ulucan (keman), Doğukan Keskin (keman), Artemis Sis Balkız (viyola), Erkan Özbek (viyolonsel) ve Tayfun İlhan (piyano) bir araya gelerek, romantik olarak tanımlayabileceğim bir programla karşımızdaydılar.
İlk olarak daha çok operalarıyla tanıdığımız, lakin aralarında beş yaylı çalgılar için dörtlünün de bulunduğu opera dışında besteleri de olan Giacomo Puccini’nin iki keman, viyola ve viyolonsel için bestelediği (1890), tek bölümden oluşan, hüzünlü Crisantemi (Kasımpatı) başlıklı eserini icra ettiler. Esasen bir eleji niteliği taşıyan ve içiçe girmiş çeşitlemelerin meydana getirdiği, duraksız tek bölümlük yapıtın oldukça karanlık, hatta melankolik ve aynı zamanda lirik havasını iyi yansıtan Ulucan, Keskin, Balkız ve Özbek dörtlüsünden Keskin’in çıkması, piyanoda Tayfun İlhan’ın girmesiyle, ikinci eser olan Gustav Mahler’in o da tek bölümlük, La minör piyanolu Dörtlüsünü dinleme fırsatını yakaladık. Mahler’in konservatuar öğrencisi olduğu bir dönemde, 16 yaşındayken bestelediği bu eser de Crisantemi gibi sıklıkla çalınmaz her nedense. Esasen tamamlanmamış bir dörtlünün ilk bölümü olan bu yapıt da bir önceki kadar hüzünlü. Daha o yaşta Mahler’in ne denli olgun ve de karamsar olduğunu ortaya koyuyor. Neyse ki müzisyenlerin icra ettikleri son eser, Antonin Dvorak’ın La majör op. 81 Piyanolu Beşlisi, melankolik pasajlarının, romantizminin yanında, canlı, neşeli bölümleriyle insanı içine çeken bir eser. Müzisyenlerin her biri hakkında görüş beyan etmek yersiz olur diye düşündüm, zira bir bütün olarak icralarını çok sevdim. Şunu da belirtmeliyim ki, icra ettikleri bestelere ruhunu verebilen, birbirleriyle son derece uyumlu bu müzisyenlerin kendi partilerinde öne çıkan bölümlerden her birinin usta olduğu ortada.
Benim açımdan yılın son konseri Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası’nın (AGSO) genel müzik direktörleri, şef Orhun Orhon yönetimindeki konseriydi. 2011 yılında henüz 28 yaşında hayata veda eden, viyolonsel kuşağının önemli sanatçılarından Benyamin Sönmez’in anısına düzenlenen konserin başında şef Orhun Orhon Benyamin Sönmez hakkında duygusal sözlerle, O’nu anmanın kendileri için önemine değindi. Program Beethoven’in Egmont Uvertürüyle başladı. Trajik hikâyeyi muhteşem biçimde yansıtan Beethoven’in trajik müziğinin son derece düzgün icrasından sonra, Çaykovski’nin Bir Rokoko Teması üzerine Çeşitlemeler’ini henüz 19 yaşında genç sanatçı Umut Sağlam, Fransız lutiye Nicolas Lupot’un 1810 yapımı viyolonseliyle icra etti. Çaykovski’nin soliste oldukça ağır bir yük yüklediği eseri genç solist başarılı biçimde yorumladı, ajilite isteyen pasajlarda; hızlı tempolu Kodada, duygusal bölümlerde, genç yaşına karşın, çok başarılıydı. Orkestra da genç soliste çok güzel destek verdi. Üflemeli çalgılar temiz, yaylılar uyum içinde; özetle iyi bir yorumdu.
Programın ikinci yarısında Orhun Orhon yönetimindeki AGSO ile mezzo soprano Elif Canbazoğlu’nun seslendirdiği, Gustav Mahler’in Alman şair ve filozof F. Rückert’in Ölü Çocuklar için Şarkılar başlıklı şiirlerinden beşi üzerine bestelediği lied dizisi vardı. Şef Orhun Orhon kısaca Rückert’in şiirleri ve Mahler’in bestesi hakkında bilgiler vererek, eserlere aşina olmayanların daha iyi anlamalarına yardımcı oldu. Koyu renk (alto, mezzo soprano veya bariton) sesler için bestelenmiş olan bu 5 lied de hayli hüzünlü ama şarkı repertuarının muhteşem mücevherleridir. Çok koyu olmayan, hatta parlak bir mezzo soprano olan Elif Canbazoğlu liedleri başarıyla seslendirdi. Hacettepe Üniversitesi Ankara Konservatuarı’ndan geçtiğimiz yıl mezun olan genç sanatçının yorumu oldukça dramatikti. Bu dramatik havayı sonraki parçada, F. Schubert’in Erlkönig (Peri Kralı) başlıklı etkileyici liedin orkestrasyonu Hector Berlioz (1860) tarafından yapılan sürümünde daha da hissettirdi. Goethe’nin şiiri üzerine insan sesi ve piyano için bestelenen Erlkönig Schubert’in hem söyleyen, hem de çalan için zor olan bir başyapıtı. Berlioz’un orkestra versiyonunda dramatik hava orkestra tarafından daha da güçlendiriliyor. AGSO dramatikliği, şancıyı bastırmadan, onu destekleyerek, çok başarılı biçimde verdi. Berlioz, Reger, Liszt, Brahms, Webern ve daha başka besteciler Schubert liedlerinin orkestrasyonunu yapmışlar. Dileriz şef Orhun Orhon ve AGSO Erlkönig ile başlayan lied dizisine, benzer başka muhteşem yapıtlarla da devam ederler.
AYŞE ÖKTEM
6 Ocak 2018