7 Aralık akşamı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) olağan konserler dizisinde Beethoven ve Mahler dinledik. İstisna olmadığı hallerde haftada iki akşam ardı ardına verilen konserler, bu kez tek güne indirgenmişti. Klavyede ve şef podyumunda Michael Wendenberg’in Beethoven’in Si bemol majör 2 numaralı piyano konçertosunu, ardından da Gustav Mahler’in 4 numaralı senfonisini dinlemeye gelen dinleyiciler salonu, eskilerin ifadesiyle, lebalep doldurmuşlardı. Girişteki yıllık programı almamış olanlardan programı önceden soruşturmamış olanlar, ne dinleyeceklerini bilmiyorlardı, çünkü programı içeren broşür matbaadan gelmemişti. Dolayısıyla, bu satırı yazan da şef ve piyanist Michael Wendenberg’in kim olduğunu bilmeden dinlemiş oldu.
Michaell Wendenberg iyi bir piyanist; iyi de bir şef. Beethoven’in 2 numaralı piyano konçertosunu çabuk bir tempoda ama pırıl pırıl, parlak çaldı. Beethoven’in ilkinden önce başlayıp, sonra bitirdiği neşeli, bir o kadar da şiirsel pasajları olan konçertonun icrasında da, orkestrayı yönetişinde de başarılıydı. Wendenberg, Mozart etkisinden henüz tam kurtulmamış olan konçertonun virtüozluk isteyen bölümlerinde ustalığını gösterdi. Orkestra da bu konçertoyu kim bilir kaç kez icra etmiştir; yapıtı iyice özümsemiş; hafifliğini, parlaklığını güzel yansıttı. Michael Wendenberg ısrarlı alkışlar üzerine, Rahmaninof’un 32 eser sayılı Prelütlerinden, 12 numaralı, sol diyez majörü, aynı parlaklıkla icra etti.
Konserin ikinci bölümünde Gustav Mahler’in büyük çaplı ilk üç senfonisinden sonra gelen, daha küçük boyutlu, daha kısa, daha sade bir eseri olan 4 numaralı Senfonisi seslendirildi. Üçü çalgılı, sonuncusu ise soprano ve orkestra için şarkılı bölüm olmak üzere, dört bölümden oluşan Sol Majör 4. Senfoni’de Michael Wendenberg yönetimindeki CSO eserin gerektirdiği akıcılığı güzel yakaladı. Tempolardaki ani değişim, solo çalgıların orkestradan sıyrılarak kendilerini ön planda duyurmaları; nefeslilerinden yankılanan net tınılar, yaylıların birliktelikleri, icranın başarısına katkıda bulunan unsurlardı. Şef ile Orkestra yapıtın parlaklığı ve stili üzerinde uyum sağlamışlardı. Bu arada keman (Jülide Yalçın), obua, korno solonun başarılı performanslarına özel olarak değinmemek haksızlık olur (program broşürü elimizde olmadığından, bu çalgıları çalanların adlarını verememek üzücü). Final bölümde soprano Deniz Yetim, Mahler’in Des Knaben Wunderhorn ( Çocuğun Büyülü Av Borusu) şarkı dizisinden alınan şarkıda (lied) puslu, oldukça güçlü ama o oranda kontrollü sesi, yalın yorumuyla, metni epeyce detaylandırmasıyla dikkate değer bir performans sergiledi. Deniz Yetim’i daha çok opera aryalarından biliriz. Farklı bir söylem tarzı isteyen Mahler şarkısını epey irdelemiş, üzerinde durmuştu; başarılıydı.
Lakin, bu denli farklı yapıdaki bir eserin çalındığı bir akşam, dinleyicilerin elinde ne çalınan eserlerin, ne şefin, ne sopranonun, ne orkestra üyelerinin adlarının bulunması; hele hele Mahler’in şarkısının sözlerinin gözler önünde olmaması, büyük talihsizlikti. Salonda toplu olarak konsere gelen genç noter adayları vardı. Onların ve ilk kez konsere gelen varsa, başka dinleyicilerin zihinlerinde, kulaklarında yer etmiş olması gereken nitelikte bir konserle ilgili olarak azami olması gerekecekken, asgari bilginin olması, kanımızca üzücüydü.
AYŞE ÖKTEM
10 Aralık 2018